# Etiket
##GENEL #Nejdet SANÇAR #Öneriler #Tarih #VEFA DEFTERİ #Yazar Okulu

Nejdet SANÇAR: TÜRK ve MOSKOF

TÜRK,

MOSKOF

VE KOMÜNİST

 

Nejdet SANÇAR

 

Dilimizdeki “barışmaz düşman” sözü en güzel ör­neğini, muhakkak ki, Türk ve Moskof kelimelerinde bul­maktadır. Tarihin türlü çağlarında devamlı şekilde bo­ğuşmuş ve birbirlerinin amansız düşmanı olmuş millet­ler vardır. Fakat hiç bir düşmanlık Türk-Moskof düşman­lığı kadar büyük ve şiddetli olmamıştır.

Tarihteki düşmanlıkları yaratan, milletlerin, başka­larının topraklarında kendilerine hayat sahası aramaları­dır. Türk-Moskof düşmanlığı ise sadece şu veya bu top­rağın paylaşılamaması neticesi değildir. Bu düşmanlık korkunç bir fikrî temele dayanmaktadır ki o da Moskof’­un Türk’ü yok etme ihtirasıdır.

Tarihi açın; Türk soyunun yeryüzünde göründüğü çağlardan yaşadığımız günlere kadar çarpıştığı millet­leri birer birer gözden geçirin. Çinli’den, Acem’den baş­layıp Alman’a, İngiliz’e, İtalyan’a, Bulgar’a, Yunan’a kadar bütün vuruşulan milletlerin üzerinde durun. Türk soyunu kurutmak için Moskof kadar çalışmış, Moskof kadar sistemli hareket etmiş, Moskof kadar hileye baş vurmuş bir millet daha bulamazsınız.

Türk’ü yok etmek için vaktiyle Çinli de çok uğ­raşmış, Acem de çok didinmişti. Türk’ü ezmek için Al­man da çalışmış, Yunan da emek harcamıştı. Türk’ün sırtını yere getrimek için Fransız da çabalamış, Italyan da hile düşünmüştü. Türk topraklarına Bulgar da, Er­meni de göz dikmiş; Türk’e karşı Lehli de, Sırp da, Arap da yürümüştü. Fakat bu düşmanların hiç birisi Moskof kadar korkunç, Moskof derecesinde canavar olmadılar, olamadılar. Türk göklerinin yıldızının kararmaya baş­ladığı sıralarda karşımıza çıkan Moskof, düşmanlarımı­zın topunu gölgede bırakacak bir düşman, bir düşman değil, bir iblis, bir iblis değil, bir ifrit kesildi.

Üç yüz yıldır ölüm yerlerinde karşımızda hep bu ifriti görüyoruz. XVII. yüzyılın ilk yarısında başlayan ve ortalama bir hesapla yirmi yılda bir tekrarlanarak Birin­ci Dünya Savaşı’na kadar sürüp gelen Türk-Rus çarpış­maları, bu ifritin “Türk’ü yok etme!” ihtirasının kanlı meyveleridir.

Türk-Moskof düşmanlığı da, işte bu üç yüzyıllık çarpışmaların ürünüdür. Moskof, yüzyıllardır arkasın­dan koştuğu gayeye erişmesine engel olduğu için Türk’e düşmandır. Türk ise, devletini haritadan silmek istedi­ği için Moskof’un düşmanıdır.

Milletimiz, zamanla, bütün düşmanlarının düşman­lıklarını hatırından çıkarabilmiş, fakat Moskof’unkini unutamamıştır. Bunda elbette haklıyız. Moskof’un “Türk’ü yok etme!” ihtirası bütün şiddetiyle yaşarken, bizim bu düşmanlığı unutmamız ölüme kucak açmaktan başka bir şey değildir. Türk milleti, eğer yaşamak isti­yorsa, hava kadar, su kadar Moskof düşmanlığına da muhtaçtır.

Moskof adı bizim için sözlerin en kötüsüdür. Ku­zeyin dondurucu ve yıkıcı rüzgârına Moskof rüzgârı di­ye ad verişimiz bundandır. Hainlik edenlere “Moskofluk etme!” deyişimiz de bundandır. Vatan şairi :

Vatan evlâdına Moskof gibi rahmetmediler

derken hainliği en güzel dile getiren kelime olarak bu­nun için Moskof’u seçmiştir. Milliyetçi şair Moskof adı ile birlikte bu hainliği de hatırladığı içindir ki:

Rus’un adı her geçende

Gözlerime kan görünür

demiştir.

Moskof, elli yıl öncesine kadar, bizim, düşmanlığı­nı pek gizlemeyen düşmanımızdı. Türk’ün beşiği olan topraklan pençesine geçirirken de, son vatan parçamı­za karşı yürürken de onu hep karşımızda, hep dışarı düşman olarak görürdük. Fakat otuz kırk yıl kadar var ki, bu korkunç ifrit, bir yandan beyaz kuzey postu üze­rine kızıl bir tül geçirmiş olarak ve eskisinden farklı bir yaratıkmış gibi gözükmek istiyor, diğer taraftan da içi­mize, üç yüzyıllık idealinin gerçekleşmesini sağlamak için bir takım mikroplar salıvermiş bulunuyor. Yani Moskof, artık, hem dış düşman, hem de iç düşmandır.

Fakat biz, kırk yıldan beri eski Moskofluğunu sak­lamaya çalışan bugünkü Moskof’un, dünkü hain Mos­kof’un ta kendisi ve hattâ daha canavarı olduğunu bil­miyor değiliz. Biz, Türk’ün ilk anayurdunda, dünyanın hiçbir çağında, hiç bir devletin hiç bir millete reva gör­mediği şekilde ölüm kasırgaları estirenin bu Moskof ol­duğunu da bilmiyor değiliz. Biz, dile getirilen köleler ve uşakların ağzı ile, doğu illerimizden parçalar istemeye yeltenenlerin; Boğazlan ele geçirebilmek için, oraların korunmasında Mehmed’in yanına ahmak ve kaabiliyet- siz mujiği de koymak isteğini ileri sürüp kuzey ayıları­nın bile kanmayacağı sersemce hilelere baş vuranın da hep bu Moskof olduğunu biliyoruz.

Çünkü biz, tarihin sesine kulaklarımızı tıkamış de­ğiliz. Çünkü biz, tarihin, gözlerimizin önüne koyduğu gerçekleri gözlerimizin önünden hiç uzaklaştırmıyoruz. Çünkü biz, milyonlarca şehidin, yüzyılların ötesinden gelen seslerini duyuyoruz. Biz, Prut hikâyesi kadar, Plevne müdafaası kadar, 93 felâketini, Başkurt desta­nını, Türkistan kırgınlarını da en taze, en unutulmaz hâtıralar olarak saklıyoruz. Köprüköy’ün, mermi yağ­muruna karşı sancak açıp saldıran kahramanları gözle­rimizin önünde; Plevne’nin nur yüzlü Gazi Osman Paşasının ve adsız kahramanlarının toprağa akan kanlarının ko­kusu burnumuzda; Baltacı’nın Prut kıyısındaki büyük çadırının içi hayalimizde ve Süleyman Nazif’in: “Dünya­da bir Rusya ve bir Rus kaldıkça bu hakkına ve bu vazi­fene hürmetkâr ol. Hakkın öldürmek, vazifen -iktiza ederse- hemen ölmektir, Türk oğlu!” diyen erkek sesi hâlâ kulaklarımızda…

Evet, üç yüzyıllık tarihimiz ve tecrübemiz, bize Moskof’un ne olduğunu tamamen öğretmiş bulunuyor. Bizim için Moskof en büyük düşman, en büyük belâdır. Ve bu, dün için olduğu kadar bugün de böyledir, yarın da böyle olacaktır.

Moskof’un bu emelini iyi bilenlerimizden birisi olein Süleyman Nazif, yıllarca önce : “Biz öylesine düşman iki milletiz ki birimizin yaşaması ötekinin yok olmasıyla mümkündür.” şeklindeki cümleliyle bizim için mühim bir gerçeği belirtmişti. Üç yüzyıllık tarih ve bugünkü hâdiseler, onun sözünün, gerçeğin ta kendisi olduğunun tanıklarıdır.

Moskof var oldukça onun üç yüzyıllık “Türk’ü yok etme!” prensibi de var olacaktır. Ve Türk milleti yaşa­mak istiyorsa, kendisini yok etme emelindeki Moskof’un, en büyük düşmanı olduğunu aklından çıkarmayacaktır.

Bu memleketin vatansever her çocuğu şunu unut­mamaya mecburdur: Türk dünyasının büyük bir par­çasını pençesinde bulunduran Moskof’un gözü bugün de Türklüğün son kalesi olan Türkiye’dedir. Ve Mos­kof, pençemde inim inim inlettiği diğer Türk ülkeleri gibi Türkiye’yi de parçalayıp o iptidaî potasında eritmek dâvasındadır .Türkiye’nin böyle bir felâketle karşılaş­maması ancak manen ve maddeten yenilmez bir kuv­vet haline gelmesiyle mümkündür. Manevî kuvvetin ilk şartı ise Moskof tehlikesini bilmek, unutmamak ve Mos­kof kiniyle dolup taşarak devam edeceği muhakkak olan yarınki Türk-Rus savaşlarına hazırlanmaktır.

Milyonlarca soydaşı en büyük düşmanının pençe­sinde olan Türkiye Türk’ü, hayatını milletçe ve fertçe devam ettirebilmek için yarına hazırlanırken, bir hesap gününü de beklemelidir. Türk’e üç yüzyıldır revâ görü­len Moskof kıyıcılığının, yarın ,bir hesap günü niçin ol­masın? İşte, Tanrı’nın o ilâhî adalet gününde, erlik meydanlarının eşsiz yiğitlerinin çocukları, savaş yerle­rinden namuslarını vererek yakalarını sıyıranların torunlarıyla yüzyılların hesabını görecek ve temizleyeceklerdir.

 

***
Nejdet Sançar Kimdir?

-Öğretmen, Yazar, Hüseyin Nihal Atsız’ın Kardeşi-


1 Mayıs 1910 tarihinde İstanbul’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi ve İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi.
Sivas, Balıkesir, Edirne, Zonguldak ve Ankara liselerinde ve Polis Koleji’nde edebiyat öğretmenliği yaptı.
1944 Milliyetçilik Olayı sırasında öğretmenlikten uzaklaştırıldı. 1950 yılında yeniden mesleğine döndü.
Bir süre Milli Kütüphane’de çalıştı. Ankara Gazi Lisesi öğretmenliğinden emekliye ayrıldı.

Yazı ve incelemeleri Ötüken ve bazı ilmi dergilerde yayınlandı.
Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği ve Türk Ocakları’nda görev yaptı.
Adı sonradan Türkiye Milliyetçiler Birliği’ne çevrilen Türkçüler Derneği’nin genel başkanı oldu.

1960 yılında tek evladı 15 yaşındaki oğlu Afşın’ı kaybedince üzüntüden felç geçirdi. Uzun tedavilerden sonra kısmen iyileşti.

22 Şubat 1975 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Karacaahmet Mezarlığı’na gömüldü.

ESERLERİ:
Tarihte Türk-İtalyan Savaşları (1942)
Hasan Ali ile Hesaplaşma (1947)
Komünist Nedir? (1950)
Kızıl Cennet Masalı (1950)
Türklük Sevgisi (1952)
Türk, Moskof ve Komünist (1959)
Afşın’a Mektuplar (1963)
Türk Kahramanları (1965)
Gizli Komünist Belgeleri (1966)
İsmet İnönü ile Hesaplaşma (1971)
Nazım Hikmet Masalı (1975)
**

HAKKINDA ATSIZ’IN YAZDIĞIDIR:

NEJDET SANÇAR (1910 – 1975)

“Nejdet Sançar öldü” demek, Türkçülük cephesi en iyi savaşan tümenini kaybetti demektir. Bu boşluğu ve ön saflardakilerin yıpranmışlığından doğan açığı ikinci, üçüncü sırada hedefe doğru yürüyenler dolduracak, yürüyüşe bir an bile ara verilmeyecektir.

Gerçek insan için hayat, savaştır. Biz bu dünyaya hayvanlar gibi zevketmeye değil, bir görev yapmaya geldik. Bu görev, dirliğimiz boyunca, son günümüze ve gücümüze kadar sürecek Türkçülük savaşıdır. Ölenleri toprak ananın kucağına, tarihin şeref yaprağına, Tanrı’nın esirgenliğine bırakarak Kızılelma’ya doğru ilerlemek olan Türkçülük savaşı..

Nejdet Sançar böyle öldü. Öldüğü gün, yazı makinesinde, ikinci ve geniş basımını hazırlamakta olduğu “Tarihte Türk-İtalyan Savaşları”nın bir sayfası takılıydı.

Belki kimsenin bilmediği acılar içinde yaşayan, yoksulluk devirleri geçiren Nejdet Sançar’ın kaybı benim için bir kardeş kaybından daha ileri, bir ülküdaş kaybetmenin ızdırabıdır.

Afşın, Nejdet Sançar’a karşı sırayı bozduğu gibi, Sançar da bana karşı sırayı bozdu. En büyük kanun ölüm sıra diye bir şey dinlemiyor.

İkinci, üçüncü saftakiler ilerdeki yerlerini çabuk alsınlar. Zaman çok azaldı.

Artık yalnız kaldığımız zamanlardaki bazen ciddi ve kederli, bazen şaka ile karışık konuşmalar bitti. Şimdi ben ona arasıra içimden hitap ediyor, fakat cevabını alamıyorum.

Şu satırları, 1944 davasında Sançar’ın yaptığı savunmanın son cümlesiyle bitireyim:

Türk Irkı Sağ Olsun….

NİHÂL ATSIZ, Ötüken Dergisi, 11 Mart 1975

Leave a comment