Mustafa YİĞİT: “Gençliğim Eyvah”
“GENÇLİĞİM EYVAH”
ya da İHTİYAR ve FETÖ
Mustafa YİĞİT
Bu yazının hikayesi aslında oldukça ilginç. “Tarık Buğra’nın Küçük Ağa Romanı ve Milli Mücadele” üzerine bir yazı kaleme aldığım sırada, MHP Grup Başkanvekili Sayın Erkan Akçay, “Buğra’nın “Gençliğim Eyvah” romanı da yeniden okunması gereken önemli romanlardan biridir” demeseydi bu yazı ortaya çıkmayacaktı. 15 Temmuz’un etkilerinin boyutunun büyüklüğünün yeni yeni görülmeye başlandığı bir dönemde Tarık Buğra’nın bir ihtiyarın hırslarını ele aldığı bu romanını okumaya başladım. Romanda okuduklarım oldukça şaşırtıcı ve sarsıcıydı.
Biliyorsunuz 15 Temmuz’da siyasi tarihimizin en vahim olaylarından birini yaşadık. Devlet içine yerleşmiş bir yapı, hain bir darbe girişiminde bulundu. Bu meşum olay üzerine çok konuşuldu, yazıldı çizildi. Ancak bu kalkışmanın 15 Temmuz tarihinde başlamadığı iyi görülmelidir. Büyük romancı Tarık Buğra’nın Gençliğim Eyvah adlı romanını okursanız ne dediğimi anlarınız? Tarık Buğra en önemli romanım dediği 1978 yılında yayınlanan Gençliğim Eyvah romanında bugün toplumun karşı karşıya kaldığı baş belası Fethullah Gülen ve örgütlenmesinin neredeyse tıpa tıp benzeri bir örgütlenmeyi anlatır. Tarık Buğra’nın bu kitabının bir kara ütopya olup sonradan gerçeğe dönüşeceğini kim bilebilirdi?
Tarık Buğra’nın bir “İhtiyar”ın hırsları üzerine kurulu Gençliğim Eyvah romanı yayınlandıktan sonra edebi açıdan oldukça eleştirilmesine rağmen biraz sonra değineceğim didaktik kurgusuyla oldukça konuşulmuştur. Çünkü kurgu gerçekten ilginçtir, iki genç arasında geçen bir aşk romanı gibi görünmesine rağmen geriye dönüşlerle romanın aynı zamanda Türkiye tarihine göndermeler üzerine kurgulandığını görürüz ve aslında bu kurgunun ilginç bir şekilde 15 Temmuz itibariyle ete kemiğe büründüğünü bizzat yaşarız.
Gelelim romana… Yukarıda da söz edildiği gibi romanın merkezinde babası şeyh olan bir ihtiyar vardır. İhtiyarın ilk önemli icraatı İzmir Suikasti’dir (1926). İhtiyar bu icraatın öznesi değildir ancak perde arkasındaki, olayın körükleyicisi, kışkırtıcısı, sağa sola bulaştırıcısı, jurnallerin düzenleyicisi de İhtiyar’dan başkası değildir.
Yurdun dört bucağına saldığı dervişleri ile ülkeyi 1960 ve 1980 ihtilâline taşıyan her tartışmanın ve kutuplaşmanın ardındaki güç de odur.
Laiklik başta olmak üzere Atatürk devrimleri aleyhindeki propagandalar, Harf İnkılâbı’ndan, dil ve tarih konulu anlaşmazlıklara, fikirsel her türlü kutuplaşma onun ürünüdür.
Gücüne güç kattığı 1980 ihtilalini şu sözlerle anar: “Bu ortamda ve bu malzeme elde iken, sağı beşe, solu on beşe bölmenin, biryana, vatan ve millet için diye, öte yana da toplum ve halk için diye; süngü tak, marş marş! çekmenin ne tadı kalır? Ah şu demokrasi kepazeliği!”
Roman kahramanı “İhtiyar”ın en önemli özelliği şöhrete paraya, makama düşkün insanları keşfetmesidir. Bunları bulur ve bunların getirdiği her insanı yeni halkasına dahil eder. İhtiyar’ın zamanla çevresi çok büyümüştür ve bu devşirdikleriyle “Sersemlikleri Koruma ve Geliştirme “adlı bir vakıf kurmaya karar verir. Bu vakfın amacı Devlet’i yok etmektir. İhtiyar devleti çökertmek, zaaflara düşürmek için toplumun fay hatlarını kaşır ve insanların farklılıklarını körükler.
Romanda kaos yanlısı bir adam olarak resmedilen”İhtiyar”, ülkenin can damarının gençler, özellikle de üniversiteli gençler olduğunu düşünmektedir. Darülfünun’da bulunduğu süre içinde boş durmamakta, kendi deyimi ile “Gençlik Kolları” nın temellerini atmaktadır. Özellikle yeni gelen öğrenciler arasında münazaralar düzenlemeye başlar. Bu tartışmalarda ağzı laf yapanları, onların arasından da mizaçları ve kafa yapıları demagojiye yatkın olanları seçer, sonrada bunların peşine adamlarını salar. Gençler, spor ve kültür derneklerine üye ettirilir, buralarda çalıştırılır, yönetim kurullarına girmelerini ve sözcü seçilmeleri sağlanır.
İhtiyar adamlarını tipik tarikatlarda olduğu gibi örgütler ve çalıştırır. Dervişler yetiştirir. Onları ülkenin dört bir yanına gönderir, ülkede ne olup bitiyorsa düzmece, ama akla yatkın belgelerle başka kulaklara aktarmak için kullanır.
“İhtiyar”, öyle bir güce ulaşmıştır ki adeta devlet içinde devlet olmuş bir imparatorluk kurmuştur. . Ülkedeki her türlü eylemlerin içinde yer alan devasa bir örgütlenmeye sahiptir. Bu örgütünü de Türkiye’nin dört döneminde, her dönemde bir parça daha güçlenerek sürdürmüştür.
İhtiyar daha gençlik yıllarında, türlü alanların, mesela politikanın, basının ticaretin, edebiyat ve sanatın üne, paraya sandalyeye aşerenlerini tanımaya koyulur. Özellikle üçkâğıtçıları ve ispatlanmamış suçlar işleyenleri arar. Ele geçirdiği her insan en azından bir kişi daha getirir. Böylece, kısa bir süre içinde aralarında sapıklar da bulunan ve kendisine gık diyemeyecek duruma düşen bir yığın “Ağır hizmet mahkumu” yakalar. Bütün eylemlerini çok önem verdiği “Sersemlikleri Koruma ve Geliştirme Vakfı’nın üyeleri ile gerçekleştirir.
Romanda “İhtiyar”ın sersemlik sözcüğüyle de neyi anlatmak istediği şu şekilde ifade edilir”Yeteneklerini ve imkanlarını ve güçlerini aşan isteklere ve özellikle tutkulara kapılmak sersemliktir”
İhtiyar bu sersemlerin nasıl kullanılacağını da şu sözlerle vurgular”Terazinin bir kefesinde kuvvet ve yetenek ve imkanlar, öteki kefesinde de istekler ve tutkular! İnsanlara hükmedenler ve hükmetmiş olanlar ve hükmedebilecek olanlar bu dengesizlikten yararlanır ve bu dengesizliği körükler ve kışkırtır”
Bu sersemlerin nerelerden beslendiği hangi ruh halinden kaynaklandığını ise “şöhret ve servet ve itibar ve iktidar! Bir labirenttir bunlar. Planını sökmek bile her babayiğidin karı değildir. Ama bu labirente plansız ve ellerinde bir kör kandil bile olmadan dalmaya aşeren bir milyar sekiz yüz elli milyon üç yüz seksen yedi bin dokuz yetmiş bir sersem vardır. ” sözleriyle ifade eder.
İşte ihtiyar yaşı otuz demeden aldığı “şeyh” terbiyesi ve şeyhliğin sınırsız gücüyle bu “bir milyar sekiz yüz elli milyon üç yüz seksen yedi bin dokuz yüz yetmiş bir sersem” in peşine düşer, onları kendi çarpıcı benzetmesi ile şöhretin, servetin itibarın, iktidarın labirentlerine çeker, Basında politikada, ticarette sanatta edebiyatta…
“Yığınla suçlu, dolandırıcı veya suça ve dalavereye aş eren; çünkü para’ya, ün’e, sandalye’ye balıklama dalan genç, yaşlı insan(ın)… mesela politikanın, basının, ticaretin, edebiyat ve sanatın” üyesi olduğu ve İhtiyar’ın “insan avındaki” başarısının temsilcileri ile ayakta kalan bu vakıf, apaçık bir şekilde Devlet’e karşı kurulmuştur. İhtiyar Ömrünü ve vakfını “Devlet’i yıprata yıprata yıkmak” amacına odaklamıştır. Ülkedeki her kaosu “kaçarak, cepheyi bırakarak, pusu kurarak” besler.
İhtiyar’a göre üniversiteli bu gençler, onun ilerideki yazarları, milletvekilleri, genel müdürleri ve müsteşarlarıdır. (FETO ve DEVLETTEKİ YAPILANMA) Bu nedenle Darülfünun’ da yeniden yapılanma adı altında, dürüst vatanına bağlı müderrisler gönderilir ve bunların yerlerine de ihtiyarın amacına uygun kişiler yerleştirilir. (ERGENEKON ve TSK’ya kurulan kumpas, KPSS yolsuzlukları)
Bu müderrislerden birisinin hikâyesini şöyle anlatır ihtiyar. “Adam profesör olmak için bana geldi ben ona önemli bir konu buldum ve işlemesi için de mükemmel bir plan sundum. Sonunda eser çıktı. Türkiye’de pek bilinmeyen bir ekonomi bilgininden çeviri gibi bir şeydi bu. İhtiyar tezin içinde kimi komik hatalar da yaptı. Günlerden bir gün, çiçeği burnunda müderrisi odacı çağırır gibi çağırdı, bir makale uzattı. Gazete için yazılmış bir makaleydi bu, müderrisini Darülfunün tarafından yayınlanan eserinin eleştirisiydi. Bu eleştiride her şey vardı, alay intihal suçlaması her şey. Profesör her cümlede küçülüyordu. İhtiyar hadi üzülme gazete sahibi adamım sordu bana “basayım mı” diye “benden cevap bekliyor””. İhtiyarın bizzat yazdığı bu eleştiri tabii basılmaz. . Buna karşılık, Profesör ihtiyarın adamları arasına katıldı. FETO ile ilgili haberlerde sürekli yer alan “sızma” manşetlerini de bu açıdan bakmak gerekiyor. Çünkü bu bir “sızma” değil, bizzat romandaki kurgu gibi maalesef devletin içine “Yerleştirme” ve “devşirmedir.
İhtiyar medyaya da el atmıştır. Bir gazeteye başkentteki adamlarının aracılığıyla el koyar ve başyazarlığını da İhtiyarın mebus yaptırdığı ve gene ihtiyarın bir çok vurgun olayına karıştırıp rezaletlerini ayyuka çıkarttırdığı bir adam yapıyor ve hakkıyla yani tam ihtiyarın istediği gibi yapıyordu.: Bu yazılarda iktidar çevrelerinin saçmalıkları, becerisizlikleri ters açılardan övülüyor, göklere çıkarılıyor; hatta “niçin daha çok değil” veya “niçin daha önceleri yapılmadı” diye eleştiriliyordu. Hükümetin halka ters düşen, sevimsiz gelen ne kadar kodamanı varsa kendilerine yorulan acayip, ama gerçekten de dâhice bulunmuş niteliklerle göklere çıkarılıyordu. Bunların boy boy resimleri basılıyor, en olağan sözleri ve davranışları bile -hep aynı yağcılıkla- olay yapılıyordu. Gazete kahvelere, köy odalarına, resmi dairelere, okullara zorla sokuluyor, adeta ülkenin resmi gazetesi haline getiriliyordu.
İhtiyarın büyülü kelimelerinden biri de “Reform”dur. Reform “millet, memleket adına vazgeçilemez, hatta daha fazla geciktirileme, karşı durulamaz ve durulmaması gereken tek şartın ta kendisidir:” Reformlar ise ilk önce Üniversitelerde, eğitimde gerçekleşecektir. İhtiyar bu reformlar sonrası şöyle der” Ben geberip gitsem de etkileri en azından iki nesil önlenemez”.
Tarık Buğra bu romanında Meşrutiyet’ten 1980’lere kadar, ülkeyi sarsan önemli olayların hiçbirisini atlamayarak ve bunları romanda arka plan olarak kullanarak; bir çılgının bir toplumu nasıl uçurumun kenarına getirdiğini “Aklını kiraya vermiş sersemlerin”inse her dönem var olabileceğini ve içinde bulundukları cemiyete nasıl onulmaz yaralar açtıklarını çok açık bir şekilde ortaya koyar.
Hürriyet’ten Akif Beki ve Karar Gazetesinden Beşir Ayvazoğlu gazetelerinin köşelerinden geçen hafta bu konuya değinmişler, Gençliğim Eyvah romanındaki İhtiyar üzerinden FETÖ tartışması başlatmışlardı. Ancak her iki yazar da bu hususla ilgili gecikmiş bir yazı kaleme aldıklarını benim Mayıs 2017’de Ayarsız Dergi’de yazmış olduğum “Sersemlikleri Koruma ve Geliştirme Vakfı” yazımı okusalardı görmüş olurlardı. Çünkü O yazımda bu konuya ilk dikkat çeken bendim. Tarık Buğra’nın Gençliğim Eyvah romanı ve roman kahramanı İhtiyar sizce de FETÖ’yü andırmıyor mu?