Dr. Hayati BİCE: Kiliseye Dönüştürülen Kurtuba Camii’nin Açtırdığı Kutu
Kiliseye Dönüştürülen Kurtuba Camii’nin Açtırdığı Kutu
Prolog/Ön Deyiş
Aşağıdaki yazı 2004 yılı Ekim ayında kaleme alınmıştı. 5 Ekim 2004 günü ZAMAN gazetesinin Yorum sayfasında yayınlanması için gönderilen yazının ilginç bir serüveni oldu. Yazı, ilgili sayfanın editöründen -onayı alınmak üzere olsa gerek- ZAMAN yazarlarından -ve asıl önemlisi ilgili grubun kanaat önderlerinden olduğu bilinen- Abdullah Aymaz’a gönderilmiş. Aymaz yazı ile ilgili değerlendirmesinde, yazıda Hz. İsa a.s. hakkında verilen bilgileri ilk kez işittiğini belirtmiş. Bana iletilen bu bilgi üzerine Abdullah Aymaz’a bilgilendirmek maksadıyla konu hakkında yayınlanmış bazı yabancı yayınları gönderdim. Buna yazılan cevabî mesajında Aymaz, yazının yayınlanması için son yetkilinin Genel Yayın Yönetmeni olduğunu belirterek topu Ekrem Dumanlı’ya attı. Artık nasıl bir değerlendirme yapıldı ise sonuçta, -sanırım ilgili grubun, “diyalog” faaliyetinde muhatab kabul ettikleri çevreler”in öğretilerini yerle bir eder nitelikte oluşundan mı kaynaklanan bir hassasiyet nedeniyle- yazı yayınlanmadı.
Geçtiğimiz günlere Endülüs’e yaptığım gezide, tarihi İslam-Hıristiyan İlişkileri dosyasının Müslümanlar için elem verici bir sayfası olan Kurtuba Camii’nin kiliseye dönüştürülmesinin verdiği üzüntü, bu yazıyı bana hatırlattı. Özellikle mescid olmaktan “zorla” çıkarılan Kurtuba Ulu Camii, içerisinde inşa edilen katedralin kubbesine resmedilmiş olan ve Teslis (=Trinity) olarak adlandırılan Hıristiyanlık doktrinini oluşturan BABA-OĞUL-KUTSAL RUH suretini görünce eski dosyalarım arasından yazıyı çıkartıp gözden geçirdim. (Yazı ekinde verdiğim fotoğraftaki “Tanrı Baba”suretinin* arzettiği paganist yaklaşımın arz ettiği ilkelliği bilmem kime havale edeyim?!..)
Yazıya konu ettiğim “Tutku” filmini de bir kez daha izledim. İnanç temellerini berhava eder içeriği ile Hıristiyanları incitir düşüncesi ile yazımın –yine din kardeşi olduğumuza inandığım kişiler tarafından- sansüre uğramasının hak adına bir haksızlık olduğu kanaatine vardım. Hakkın hatırını âlî tutmak adına bu haksızlığı ortaya koyan yazımı bulunduğu dosyadan çıkarıp yayınlamağa karar verdim. Yazımı aşağıda ZAMAN gazetesine gönderdiğim şekli ile haber10.com sitesinin okur kalitesinin dikkatlerine yorumsuz olarak arz ediyorum.
***
Bir hayâl mi, yoksa… ?!
“GERÇEK İSEVÎLER”
Dindar bir Hıristiyan olarak tanınan ve son yıllarda çevirdiği “mistik” temalı filmler ile dikkatleri üzerine çeken Avustralyalı yönetmen ve oyuncu Mel Gibson’ın çekimini yaptığı “Tutku” (The Passion the Christ) gösterime girmesi öncesi yapılan tartışmalar, oynatıldığı sinema salonları önünde “Yahudi” protestocuların şamataları ve filme yönelik olumlu-olumsuz tepkiler ile geçen bahar aylarının ilgi çekici konularından birisi ve belki de birincisi oldu. Filmin ülkemiz dahil gösterildiği tüm ülkelerdeki gişe başarısı da bunu perçinledi.
Hz. İsa’nın çarmıhta noktalanan son 12 saatini konu alan Gibson’ın filmi, biraz abartılı olarak kabul edilse de İncil kitaplarının “Yeni Ahid” bölümlerindeki menkıbelere dayanıyordu.
Mel Gibson’un filminin gerek Vatikan’da gerekse ABD’deki kilise çevrelerinde daha vizyona kapalı gösterimlerde kilise erkânınca izlenerek onay aldığı ve hatta ‘Papalık’ın “özel takdiri”ne mahzar olduğu da basına yansıyan haberlerdendi.
Yahudi çevrelerinin filme tepkisinin temelinde, Hz. İsa’ya yönelik aşırı şiddet sahnelerinin bulunduğu filmde, Hz. İsa’nın dövülmesi-sövülmesi, ağır işkencelere uğratılması ve çarmıha çivilenerek öldürülmesinden Yahudilerin sorumlu gösterilmesi yatıyordu. Bu durumun global planda yeni bir “Yahudi aleyhdarlığı dalgası”na zemin oluşturacağı dile getirilen en ciddi endişeydi ve bu endişe filmin Fransa’da gösteriminin yasaklanmasına kadar vardı.
Bu bağlamda önemli bir tartışmanın objesi olarak Hz. İsa ve menkıbevi hayatı basında ve görsel medyada tartışmalara konu oldu. Kimileri Hz. İsa’nın gerçekten çarmıha gerilip gerilmediğini, kimileri çarmıhta ölüp ölmediğini tartışırlarken bir grup ise Hz. İsa’nın “ahir zaman”da olması “beklenen” “nüzulu” konusunda kafa yordu, söz tüketti.
Kendisi de profesyonel bir senarist olan bir yazarımız (Ömer Lütfi Mete) filmi, kendi başına oluşturduğu fırtınanın çok ötesinde “küresel kaygılar için ciddi bir gösterge” olarak niteliyor ve ‘Medeniyetler Çatışması’ yerine daha karmaşık ve büsbütün şeytani bir ‘Dinler Savaşı’ için elverişli bir iklim geliştirilmesi çabalarının bir parçası olarak görüyordu.
İnsanlığın “külli” günahları için acı çekerek ölen, ölümü sonrası tekrar diriltilerek semavâta yükseltilen ve “ahir zaman”da “nüzul” ederek insanlığın nihai kurtuluşunu tesis edecek olan olan “Tanrı Oğlu İsa” inancı Hıristiyan teolojisinin temelini oluşturur. [**]
Hz. İsa’nın çivilendiği çarmıhta öldüğü düşüncesini reddeden ve akıbeti konusunda
farklı düşünceler savunan Hıristiyan ilahiyatçılardan İsa’dan yüzyıl sonraları yaşamış olan Basilides’in, Hz. İsa’nın çarmıhta ölmediğini, mucizevi bir şekilde kurtarılarak O’nun yerine Cyreneli Simon’un çarmıha gerildiğini savunması bu konuda en dikkati çeken iddialardandır.
Kur’an-ı Hakîm ise, hem çarmıha gerildiği hem de Hz. İsa’nın Yahudilerce öldürüldüğü iddialarını reddeder ; Meryem oğlu İsa’nın çarmıha asılıp öldürülmediğini , fakat ona düşmanlık edenlere öyle gösterildiğini belirtir (Nisa 157–158). Hz. İsa’nın Allah’ın katına yükseltildiğini bildirir. Bundan başka, iki Kur’an ayeti, Hz. İsa’nın eceliyle öldüğünü haber verir. (Âl–i İmran 54–55, Maide 116–118).
Kur’an’a göre İslam, bir taraftan Hz. İsa’nın hayatı hakkındaki Hıristiyan ve Yahudi toplumları arasındaki bazı yaygın yanlışları düzeltirken, diğer taraftan kilisenin savunduğunun tersine Yahudilerin Hz. İsa’nın ölümünden sorumlu oldukları suçlamasını da reddeder.
İşte bir tevafuk sonucu, tam bu tartışmaların kızıştığı günlerde gerçekleşen Türkçe’ye çevrilme aşamalarına müdahil olduğum O.Michale Burke tarafından yazılan “Among the Dervishes” adlı ve geçtiğimiz günlerde“Sufiler Arasında” adıyla İnsan Yayınları’nın 400. kitabı olarak yayınlanan otobiyografik eserin bir bölümünü oluşturan “Hz. İsa’nın Takipçileri” bölümünde verilen bilgiler dikkat çekici idi. [***]
Bu bölümde Hz. İsa’nın çivilendiği çarmıhtan dostları -ve bir iddiaya göre yurttaşları- tarafından kaçırılarak önce Hindistan’a daha sonra da Keşmir’e gittiği ve ömrünü burada tamamladığı anlatılıyordu. Bu anlatım bir “menkıbe” olmaktan daha inandırıcı olarak halen Afganistan’da Herat’ın batısındaki birkaç köyde yaşayan ve sayıları bini bulan bir “dini topluluk” arasındaki kült öğretilere dayandırılıyordu.
Bu grubun yaklaşık ikibin yıllık bir silsileye dayanan geleneksel anlatımına göre Hz. İsa Keşmir’de tam tamınaotuz yıl daha yaşamıştı. Bu hayatı sırasında öğretisini geliştirerek özgün bir ibadet ve hayat tarzı oluşturan “sünnet”i ve bu sünnetin dayandırıldığı “hadis külliyatı” oluşmuştu. Bu külliyat nesilden nesle aktarılarak tam “altmış nesil” boyunca korunmuştu ki yaklaşık ikibin yıl demekti bu!.. Kitapta yer alan ifadelerine göre bu “gerçek İseviler” mevcut İncil kitablarını, “Kilise’nin öğretilerini kabul etmiyorlardı. Bu durum yazarın, aralarında bir süre kaldığı “gerçek İseviler” hakkındaki şu satırlarından anlaşılmaktadır:
“…‘Mesih’in Hadisleri’ – ki takdis edilmiş bir kitap – topluluğun kutsal metniydi. Bugünkü Hrıstiyanların elindeki Ahd-i Cedit’e inanmıyorlardı; daha doğrusu ellerindeki “Mesih’in Hadisleri”nin “gerçek Ahd-i Cedit” olduğuna inanıyorlardı. Bugün tedavülde olan İncillerin kısmen doğru olduğunu fakat genelde Mesih’in öğretilerini anlamayan kişiler tarafından yazıldığını iddia ediyorlardı.
Uzun boylu ve azizlere benzeyen yüzüyle dini liderleri olan “Abba Yahya” alim bir insandı ve kendi kutsal metinlerine ek olarak “kadim Yahudi metinleri”ni de gerçekten çok iyi biliyordu. Bildiğimiz değişik Hıristiyan mezheplerinin öğretilerini duymuştu, bunları ‘heretik’ (sapkın) diye niteliyor ve asla onlardan bir şey kabul etmiyordu.
‘Oğlum’ dedi yumuşak Farisi aksanıyla, ‘bu insanlar hikayenin bir bölümünü okuyup tekrarlıyorlar. Mesajı tamamen yanlış anlamışlar. Biz “Mesih”in bize anlattığı menkıbeye sahibiz ve O’nun vasıtasıyla kurtulup bütünleşeceğiz. “İncil” dediğiniz kitaptaki bazı olaylar doğru, ama çoğu uydurulmuş veya hayal mahsulü veya ehemmiyetsiz nedenlerle kitaba sokulmuş. Elinizdeki kitaplarda anlatılan olayların tamamlanmasından sonra, İsa yaklaşık otuz yıl daha yaşadı ve bize gerçeği bildirdi. (s.118-119)
Bu insanları sadece “heretik”(=sapık) diye etiketlemek veya “İsa’yı temsil eden herhangi bir kişinin takipçileri” olarak düşünmek olasıysa da, dindarlıklarından, kendilerinden eminlik doygunluğundan, sadeliklerinden ve “dini kültler”de sıkça rastlanan “nahoş coşkunluğun bunlarda olmaması”ndan şahsen fazlasıyla etkilenmiştim. Onlar da dünyanın İsa’nın hakikatini keşfedeceği zamanın geleceğine kanî idiler. (s.119)
‘İsa’nın Takipçileri’ bir tür “halka dansı” [zikir halkalarındaki kıyamî zikre benzer bir ritüel] yapıyorlardı, dediklerine göre bu aslen ilk Hıristiyanların ibadet yöntemi idi ama bu ritüeli layıkıyla yapabilecek ‘gruplar’ın nasıl seçileceğini insanlar bilemediği için zamanla terk edilmişti. Görünüşe göre tıpkı dervişler gibi bu insanlar da, Allah’a şükür için sadece beraber dans etmenin yeterli olmadığına inanıyorlardı. Asıl önemli olan kişinin Allah’ın huzurunda kimle, ne zaman ve nerede ibadet ettiğiydi.(s.121)
Batı’da da zaman zaman tartışılan bu “Keşmirli İsa” konusunu kaleme almağa beni zorlayan etken, bu “gerçek İseviler”in savunduğu hususlar ile Kur’an-ı Hakîm’deki İsa anlatımının benzerlikleri oldu. Ayrıca Afganistan’ı işgal eden ABD yönetiminin karar mekanizmalarına sızmış olan Hrıstiyan-Evangelist fanatikler de bu topluluğu ve ellerindeki “İsa Hadisleri Külliyatı”nı duymuş ve hatta peşinde olabilirler mi? Ne dersiniz?
——————————–
[*] Kurtuba Camii’nin katedral haline getirilen bölümündeki iki kubbeden birisi muharref Hıristiyanlığın Teslis (Üçleme- Baba-Oğul-Kutsal Ruh) sapıklığını tasvir eden suretle kapatılmıştır. Hâlâ “Dinlerarası diyalog” diyebilen birisine rastlarsanız Kurtuba Camii içerinde sergilenen bu putperestliği sergileyenler ile nasıl olup da “amentüde mutabık” olabileceğimizi sorun! (Resmi internete koyan kişi alt yazı olarak şunu eklemiş: Holds the polychromatic reliefs of the trinity. We have God the Father here extending his fingers.)
[**] “TUTKU” filmi etrafındaki tartışmalarda Türk basınında çıkan ve bir kısmından bu yazıyı yazarken yararlandığım en nitelikli değerlendirmeler olarak dikkatimi çeken yazılar:
1.‘Tutku’ ve Antisemitizm, Prof. Dr. Şinasi Gündüz, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi, ZAMAN, 25.02.2004.
2. Sağduyu Çarmıhta, Ömer Lütfi Mete,, SABAH, 1.3.2004.
[***] Omar Michael Burke, Sufiler Arasında, İnsan Yay. İstanbul, 2004.