# Etiket
##GENEL

Kenan EROĞLU: Edebiyat Fakültesinde Ziya Gökalp

“EDEBİYAT FAKÜLTESİNDE ZİYA GÖKALP KÜRSÜSÜ 1956’DA KURULDU”
Kenan EROĞLU

Büyük düşünürümüz Ziya Gökalp konusuna bugün de devam ediyoruz.

1924 yılında vefatının ardından unutulmaya ve beklide tek parti yönetimi tarafından bilerek unutulmaya, görmezden gelinmeye çalışıldığını gözlemliyoruz. 1956 yılına kadar Ziya Gökalp hakkında ne anma toplantısı yapılmış ne de onun adına bir konferans, bir bilgi şöleni yapılmıştır. Tek parti döneminin bitmesi sonucuna Ziya Gökalp tanıdıkları ve öğrencileri tarafından yeniden hatırlanmış ve adına programlar yapılmıştır.

Gazi Mustafa Kemal’e atfedilen “Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tır” sözü bu gün biraz muallâkta kalmaktadır. Madem Ziya Gökalp’in fikirlerinin babasıdır, o halde sormak lazım, neden Ziya Gökalp’in ölümünde cenazesine saygısızlık yapılarak mezarı Karacaahmet mezarlığının tuvaletine en yakın yerine kazılmıştır. Ziya Gökalp’in 1924 yılında vefatının ardından kedisi neden hiç hatırlanılmamış? Neden bir anma günü yapılmamış? Neden İstanbul Edebiyat Fakültesinde bir amfide bulunan adı silinmiş? Neden Ziya Gökalp’in Muallimler için yazdığı Tarih kitapları mirasçılarından alındığı halde kitap basılmamış ve mirasçılarına bu güne kadar da iade edilmemiş?

Şimdi bu soruları sormak mecburiyetinde kalınca Atatürk’ün yukarıya aldığım sözünün gerçeği pek de yansıtmadığını görüyoruz. Burada 2 ihtimal vardır, ya Atatürk bu sözü söylememiş, daha sonra gelenler bu cümleyi ona atfen söylemişler, ya da bu cümleler Atatürk’e ait değil, ama onun söylediği sanılıyor.

Aşağıdaki yazı 1956 şartlarında yazılmıştır. O tarihlerde ülke atmosferi nasıldı bu günden bunu değerlendirmek şimdi pek mümkün değil. Ayrıca tek parti döneminin alışkanlıkları, insanlarda meydana gelen bakış açıları da 1956 şartlarına göre değerlendirilmelidir. Bu açıdan o yıllarda Doçent olan Cahit Tanyol’un o atmosferde yazdığı bazı konulara katılmamakla birlikte, yazısından Ziya Gökalp’ e vefasızlık yapıldığı izlenimi veriyor. Ziya Gökalp adının Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümündeki bir dershaneden kaldırılmış olmasından da söz ediyor.

Şimdi Ziya Gökalp’in doğumunun 80. Yılı münasebetiyle Sosyoloji ilmi konusunda Ziya Gökalp’in yakın takipçisi Cahit Tanyol tarafın Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan yazıyı takdim ediyorum.

“80 inci Doğum Yıldönümünde

“ZİYA GÖKALP KÜRSÜSÜ”(*)

“”Büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp’ın bugün 80 inci doğum yıldönümüdür. Bu münasebetle İstanbul Muallimler Birliği’nde Ziya Gökalp hakkında bir anma töreni yapılacak. Bir öğretmen teşekkülünün, Ziya Gökalp gibi bir fikir ve iman rehberine karşı göstermiş olduğu bu kadirbilirliği, millet ve memleket huzurunda tebrik etmek isteriz. Buna muvazi olarak Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde bu doğum yılı dolayısıyla Ziya Gökalp’ın adına büyük bir salon tahsis edilmiş olduğunu haber aldık. Ankara Fakültesinin bu ibret verici uyanıklığını gerek ilim geleneği ve gerekse memleket irfanına hizmet edenlere karşı gösterilmiş asîl bir tavır olarak selamlarız.

“İman ve mefkûre sahibi bir insanın içinde yaşadığı cemiyet üzerinde nasıl silinmez izler bıraktığını anlamak için, Diyarbakır’ın bu asil ve mütevazı çocuğuna bakmak yeter. Esasen Ziya Gökalp’ın önemli olan ve onu nesiller boyunca tesirli kılan tarafı, inandığını, düşündüğünü yapan ve yaşıyan adam olmasıdır. Yavaş yavaş kökü kurumakta olan tiplerdir ki, cemiyetin ahlâkını diri, vicdanını berrak bir hale getirir.

«Sancak’ın karşısına bayrağı, ümmet’in karşısına millet’i, cemaatin karşısına cemiyet denilen medeni müesseseyi koyan Ziya Gökalp, fikirleriyle ictimai vicdana sinmiş: ve fert ahlakını cemiyet imanına bağlamak suretiyle bizde laik ahlakın bir öncüsü ve kurucusu olmuştur.

«Bundan başka, Ziya Gökalp, evvelce de bir yazımızda işaret ettiğimiz gibi, fikir hayatımıza Avrupai manada sistemli ve ilmî düşünceyi getiren adamdır. Bu, «tefsirci», «nakilci” ve ezberci medrese düşüncesinin yerine «tahlilci” Batı düşüncesini getirmek demekti; ki bugün dahi fikir ve ilim dünyamız kendisini böyle örnekten müstağni sayacak durumda değildir.

«Onun İstanbul Darülfünununda Sosyoloji Kürsüsü’nü tesis etmesi, memleketimize Üniversite zihniyetini getirmesi bakımından önemli bir hadisedir. Ziya Gökalp’ladır ki, Üniversite mefhumu, yüksek okulun ve medresenin dışında, hususî ilmî hüviyete sahip modern bir ilim müessesesi olarak teşekkül etti.

«Bir zamanlar, Edebiyat Fakültesi, Ziya Gökalp’ın fikir ve iman örsü içinde Türk düşüncesinin mihrakı ve millî hayatımızın bir nevi mabedi idi Türk Üniversite tarihinde fikrin bu kadar müessir, bu kadar yapıcı bir kudrete mazhar olduğu görülmemiştir.

«Bir ayağını, İttihad ve Terakki Umumî Merkezine, diğer ayağını İstanbul Dârülfünununa atan bu sakin adam, sanki bizlere aksiyonsuz ilmin lüzumsuzluğunu ve ilimsiz politikanın da imkânsızlığını anlatmak istiyordu.

«Ziya Gökalp’a göre, millî vicdanın, millî tesanüdün ve millî kültürün mabedi Üniversitedir. O, «Türkçülüğün Esasları» adlı kitabında, milli kültürümüz bakımından, Üniversitenin rolünü şöyle izah eder:

«Mevcut müesseseler içinde Türk harsına hâdim olan yalnız Dârülfünunlardır. Dârülfünunun Edebiyat Medresesi (Fakültesi), âdeta bir hars fakültesi demek olduğundan, millî harsı yükseltmeye en çok çalışan bu müessesedir> (1)

«Bir zamanlar, Ziya Gökalp’ın bu imanlı düşüncesi sayesinde Sosyoloji Kürsüsü Edebiyat Fakültesinin bir nevi mihrakı idi ve hattâ araştırmalar yapan bir enstitü halinde çalışıyordu. Bütün dünya üniversitelerinde sosyoloji, ön plâna geçmiş bir ilim haline geldiği zaman, ne gariptir ki «40.000 köy»ün, su bekler gibi sosyologdan tetkik, himmet ve zahmet beklediği bir memlekette sosyoloji ilmi, Üniversite kadrosunda ilerlemek ve millî vazifesini başarmak imkânına sahip olmak şöyle dursun, bir nevi sığıntı haline getirilmiştir! Türkiye’de modern üniversitenin, Avrupaî düşüncenin ve milliyet şuurunun teşekkülünde en önemli ve başarılı rolü oynayan Ziya Gökalp’ın Kürsüsü ve onun tesis etmiş olduğu Sosyoloji bugün, Edebiyat Fakültesi kadrosu içinde birer yüksek lisan mektebi olan filolojiler derecesinde dahi itibar görmekten mahrum bulunuyor(2).

«Kadrosu kısılmış, genç elemanların yetiştirilmesi, Üniversiteler Kanunu sayesinde, himayesiz bir hale sokulmuş ve bu tarihî kürsü, böylece bir tek şahsın inhisar iştihasına terk edilmiştir.
«Hâlbuki bugün, dünyanın hemen her yerinde, sosyoloji, bir içtimai araştırma enstitüsü halinde çalışmaktadır. Hususiyle Türkiye gibi büyük içtimai değişmelere uğramış bir memlekette içtimai bir mühendis olan sosyologun vazifesi çok ağırdır. Hukukçu, iktisadcı ve hattâ politikacı sosyolojinin kendisine vereceği zengin araştırmalardan faydalanacak, içtimai realitelerimizin tahlilini o yapacaktır.

«Dünyanın her yerinde milli kültürün mihrakı olan Edebiyat Fakülteleri bizde, Üniversite Muhtariyetinden sonra, sosyoloji gibi memleket hizmetin de vazifesi çok geniş olan bir ilim dalını, neden bu kadar ihmal etmiştir? Hâlbuki bu kürsü, çok yakın bir tarihte, kendisine düşen milli vazifeyi başarmakta, ön safta idi. Bu acı hakikatin üzerinde, elbette, zamanı ve sırası gelince duracağız ve sebeplerini araştıracağız.

«Daha hazini şudur ki, bugün bütün dünyada bu ilim tecrübî sosyoloji sahasında başarılar kaydederken, Edebiyat Fakültesinde böyle bir kürsü dahi mevcut değildir.

Herkesin dilinde memleketi tanımak, onun içtimai bünyesi içinde birçok sondajlar yapmak, bu halkın derdini, iztirabını, inancını, yaşayışını incelemek sözü dolaşıp duruyor. Fakat vazifesi ve hikmet-i vücudu bunu yapmak olan bir ilme, meselâ bir arkeoloji kadar olsun, acaba niçin yer verilmiyor?

Bir gün tarafsız bir göz, sırf sosyolojik bir etüd konusu olarak, her sene Edebiyat Fakültesinde Arkeoloji Şubesiyle, Sosyolojik Araştırmalara tahsis edilen para miktarını incelemek merakına düşerse, hayretler içinde kalacaktır.

Gerçi bir üniversite bünyesi içinde hiçbir ilmin diğerine rüçhanı yoktur. Fakat millî kültürün ve memleket dâvalarının birer mihrakı olan Edebiyat Fakültelerinde, herhalde sosyolojinin ve millî müesseselerimizle alâkalı diğer ilimlerin bir rüçhan hakkı vardır. Aksi halde şairin:

«Sorulsa hâce-i dânâ Selanik nerdedir bilmez,

Bilir amma ki kaç tüy var Cibril’in kanadında».

Demek lâzım gelecektir.

Ziya Gökalp’ın yarım asra yakın bir zaman önce kurduğu ve memleket mefkúresinde bir mabed haline getirdiği Sosyoloji Kürsüsü üzerinde dikkatli olmak, bu kürsü inkişaf ettirilmemişse, bunun sebeplerini araştırmak, birer milli müessese olan Üniversitelerimizin başta gelen vazifelerinden biridir. 1934’te yapılan Üniversite İnkılâbında, Üniversitelerimizde vazife alan yabancı profesörler, Türkiye’nin bir fikir ve inkilập gömleği değiştiren bir memleket olduğunu düşünerek, Ziya Gökalp’ın şerefli faaliyetinden habersiz, bu ilmi, Üniversitelerimizin diğer şubelerine dahi yaymışlar ve hattâ Hukuk Fakültesi’nde ve sonra İktisat Fakültesi’nde bir İçtimaiyat Enstitüsü kur muşlardır. Türk devleti Ziya Gökalp’ın tesis etmiş olduğu bu ilmin mille hayatımızda oynadığı rolü düşünerek ona, memleketimizdeki yabancı okulların programında dahi Türkçe ve Tarih derecesinde önem vermiş; ve mille kültürümüzün bir parçası olarak Sosyolojinin ancak Türk öğretmenler tarafından Türkçe okutulmasına izin vermiştir.

Diğer taraftan bugün, Türk cemiyeti, gerek iktisadî, gerek hukuki ve gerekse sosyal bir değişmeye maruzdur. Bütün bunların tahlili, girişilen teşebbüslerin kontrolü, ancak geniş ve esaslı bir takım içtimaî araştırmalarla tesbit olunabilir. Bunu kim yapacak? Elbette sosyoloji.

Unutmamak lâzımdır ki, Ziya Gökalp, sosyolog olduğu için milli davalarımızın hamurunu yoğurmamış, tam vatanperver ve idealist temayülü, onu bu ilme sürüklemiştir.

Memleketimizi tanımıyoruz, geniş halk kütlelerinin, uçsuz bucaksız mesafeler içinde boğulmuş köylerin macerasından haberimiz yok. Bunları, sadece bir edebiyat korusu olarak düşünme devri çoktan geçmiş bulunuyor. Nasıl hayvanlarımız için baytar, yollarımız için mühendis, sıhhatimiz için doktor lâzımsa; köylerimiz, kasabalarımız, fabrikalarımız ve şirketlerimiz için de sosyologa o kadar ihtiyaç var.

Bir Ziya Gökalp, bu memleketin kendisine hâs, bütün manevî cevherlerini bulup meydana çıkardı ve herkesi o yolda teşvik etti. Onun bu manevi mirasını genişletmek, bir örümcek ağı gibi genç araştırıcıları bu bakımsız Anadolu’nun dört bucağına yaymak da, bugünkü Üniversitelerimizin, hususiyle Edebiyat Fakültesi’nin vazifesidir.

Ziya Gökalp’ın 80 inci doğum yılı münasebetiyle bu hakikatleri söylemeyi, hatırlatmayı kendimize bir borç bildik. Gerçi:

«Varak-ı mihr-i vefâyı kim okur, kim dinler» derlerse de, fakat herhalde bu memlekette dinleyenler de olacaktır.”” (23 Mart 1956 tarihli «CUMHURİYET»in «Günün Mevzuları» sütunu Cahid TANYOL)

….

(*)(“Doğumunun 80. Yıldönümü Dolayısıyla ZİYA GÖKALP ve açılan Ziya Gökalp Müzesi” Işıl Matbaası İstanbul 1956, sayfa: 79-80-81-82)

(1) «Türkçülüğün Esasları», «Milli Tesanüdü Kuvvetlendirmek» sahife 87.

(2) Edebiyat Fakültesinde modern filolojilerin yeni kültürümüz aleyhine ve anormal inkişafı ve teşviki Durdurulmazsa, millî kültürümüzün geleceği tehlikeye girmiş demektir. Bu kanaatimizden kıymetli Doçent Adile AYDA ve Profesör Burhaneddin BATIMAN gibi Avrupa kültürünü, milli kültürümüzün kuruluşunda bir maya şeklinde düşünenleri ve o yolda faaliyette bulunanları bir şahıs olarak istisna etmek isteriz.

Leave a comment