Halim KAYA: ÂŞIK PAŞA VE ESERİ GARİBNÂME
ÂŞIK PAŞA
VE ESERİ GARİBNÂME
Halim KAYA
Âşık Paşa, 670’te (1272) Kırşehir’de (Arapkir’de (1)) dünyaya geldi. Asıl adı Ali, mahlası Âşık’tır. “Paşa”, “beşe” veya “başağa” adının sonuna eklenen lakap, babasının ilk oğlu olduğuna işaret etmektedir.(2) Babası Muhlis Paşa, Baba İlyas’ın oğludur. Şeyh İlyas olarak da anılan Baba İlyas, Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş,(3) Amasya’ya yerleşmiştir.(4)
Şeyh İlyas’ın Ömer, Yahya, Mahmut ve Muhlis adlarında dört oğlu olmuştur,(5) Muhlis Paşa Baba İlyas’ın en küçük oğludur.(6) Âşık Paşa’nın babası Muhlis Paşa Mısır’a gitmiş, Melik Zahir’in teveccühünü kazanmış, Mısır’da yedi yıl kalmıştır.(7)
Âşık Paşa önce Süleymân-ı Kırşehrî’den (8) daha sonra Şeyh Osman’dan ders almıştır.
Muhlis Paşa, Kırşehir’e giderek babasının halifelerinden Şeyh Osman’ı ziyaret ederek oğlu Âşık Paşa’yı ona emanet etmiş ve 672/1274 yılında ölmüştür.(9) Şeyh Osman, Muhlis Paşa’nın vasiyetine istinaden Âşık Paşa on dört yaşına girdiğinde adamlarını gönderir ve O’nu Arapkir’den Kırşehir’e getirtir ve kızı ile evlendirir, şeyhlik makamına geçirir.(10)
Âşık Paşa, üç Selçuklu (Gıyasettin Keyhüsrev, Sultan II. Mesut, Alaeddin Keykubad) ve iki Osmanlı (Osman Bey, Orhan Bey) hükümdarı olmak üzere beş sultanın zamanlarında yaşamıştır.(11)
Elvan Çelebi babası Âşık Paşa’nın ölüm tarihini, 13 Safer 733 olarak bildirmiş ve 63 yıl ömür sürdüğünü söylemiştir. Bu da miladi olarak 3 Kasım 1332 ye rastlamaktadır.(12)
Vasiyeti üzerine Kırşehir’in kuzeydoğusunda ki bir tepeye defnedilmiştir.(13)
Âşık Paşa kendi tarikat çevresinde olduğu kadar, o devirde Kırşehir ve yöresinde yayılmış bulunan Hacı Bektaş-ı Veli, Şeyh Süleymân-ı Türkmani ve Ahi Evran geleneklerine bağlı kişilerle münasebet kurduğu, bilhassa Mevlana ve Sultan Veled’e ve bunların eserlerine hayranlık duyduğu görülmektedir.(14)
***
ESERLERİ
1-GARİBNÂME
Âşık Paşa’nın hicri 730’da (M.1330) aruz vezninde “failatün failatün failü” kalıbıyla yazdığı Garibnâme mesnevi türünde ve on bölümden oluşmaktadır.(15) Her bölümde birliler, ikililer ve nihayet onlular diye adlandırılan bahislerde ilgili bahsin bağlı olduğu hususlar anlatılır. Onlular konusunda on başlıkta onar onar yüz husus anlatılır.
Âşık Paşa kendisi “(Kitapta) Zikredilen ve anlatılan bütün bu hikmet ve manalar Türk dilinde orijinal, ilginç ve enteresan olması yanında, Türkçenin bunu anlatma kabiliyeti bulunması sebebiyle kitaba Garib-Nâme adı verildi.” (GN C.2/2 S.953) diyerek kitabın adını niçin verdiğini anlatır.
Ahmet Bican Ercilasun; “Garipnâme’nin asıl önemi batı Türkçesiyle telif edilmiş ilk hacimli eser olmasındandır. Batı Türkçesi, 13. yüzyılda Anadolu ve Azerbaycan’da oluşan yeni Türk yazı dilinin adıdır. Âşık Paşa’nın 1330 da yazdığı 10613 “12000”(16) beyit olan Garipnâme, ilk büyük telif Türkçe eserdir”, der ve Âşık Paşa’nın
“Türk diline kimsene bakmaz-ıdı /
Türklere hergiz gönül akmaz-ıdı”
diyerek Türkçenin ihmal edilmesinden şikâyetçi olduğunu,
“ Ta ki mahrum kalmaya Türkler takı /
Türk dilinde anlayalar ol Hak’ı”
diyen Âşık Paşa’nın Türklerin Allah’ı Türkçe anlamaları gerektiğine dikkat çekerken sağlam bir dil şuuruna sahip olduğunu çok erken bir dönemde gösterdiğini tespit etmektedir. (17)
Âşık Paşa Garipnâme’nin daha başında
“Gerçi kim söylendi bunda Türk dili /
İlla ma’lum oldı ma’ni menzili”
(GN C.2/2 S.953) mısraları ile bu gerçi Türkçe olarak yazıldı fakat mana menziline ulaşıldı diyerek zamanında toplumun Türkçeyi yetersiz görmesi endişesine rağmen ben Türkçe yazdım ama mananın merkezine ulaştım anlatacaklarımı tam olarak anlattım diyor.
“Çün bilesin cümle yol menzillerin /
Yirmegil sen Türk ü Tacik dillerin”
(GN C.2/2 S.955) bütün menzilleri bilirim diyerek sakın Türk ve Tacik dillerini yerme diyor.
“Türk diline kimsene bakmaz-ıdı /
Türkler hergiz gönül akmaz-ıdı”
(GN C.2/2 S.955) Türk diline kimse bakıp onu araştırmazdı ve Türklere asla gönül vermezlerdi.
“Türk dahı bilmez-idi ol dilleri /
İnce yolı ol ulu menzilleri”
(GN C.2/2 S.955) Türkler de o dilleri, onların inceliklerini ve büyük konaklarını bilmezdi.
“Bu Garib-nâme anın geldi dile /
Kim bu dil ehli dahı ma’ni bile ”
(GN C.2/2 S.955) mısraları ile de işte bu Garib-nâme onun için yazıldı ve bu dili konuşanların nice sırlara kavuşmaları sağlandı demektedir.
“Türk dilinde ya’ni ma’ni bulalar /
Türk ü tacik cümle yoldaş olalar”
(GN C.2/2 S.955) böylece Türkler ve Tacikler Türkçe ile manalara ulaşıp yoldaş olmalıdır.
“Ta ki mahrum kalmaya Türkler dakı /
Türk dilinde anlayalar ol Hakk’ı”
(GN C.2/2 S.955) Türkler bu bilgilerden mahrum kalmasınlar ve Türk dilinde Hak’ı anlayıp bilsinler…
***
Âşık Paşa bir gelenek olarak bütün İslâm âlimlerinin kitaplarına başlarken yaptığı gibi Allah’ı anarak “Allah adın eytlüm evvel ibtida / K’andan oldu ibtida vü intiha” ”(GN C.1/1 S.13) ilk önce başlangıcı ve sonu yaratan Allah’ın adını söyleyelim diyerek başlar. Daha sonra peygamber efendimize salât ve selam ile dört halifenin üstün özelliklerinden bahseder.
Yıldızlar ve yıldızların insan üzerindeki psikolojik ve anatomik etkileri anlatılır. Bu gün astrolojide kullanılan Zuhal, Utarit, Merih, Zühre yıldızlarından bahseder. Ay ve güneşten bahseder, yeryüzündeki maden ve bitkilere yaptığı tesirlerinden bahisle Allah’a şükretmek gereğini vurgular.
Halk’a, su değirmeninin teknolojik olarak işleyişini anlatır, iki değirmen taşı, bir sepet, su, ark, çakıldak vs. unsurların değirmeni meydana getirdiğini, değirmenin çalışması için hammadde olarak buğdayın gerekli olduğunu anlatır.
Vücudun organlarının yerlerini ve vazifelerini bir anatomi uzmanı gibi sade halkın anlayabileceği bir kıvamda manzum olarak yansıtır.
Yeri gelince bir ilahiyatçı gibi Allah’ın sıfatlarından, alemleri yaratmasından, ilim, amel, iman ve İslâm’dan bahseder. Melekut alemini ve meleklerin vazifelerini bildirir. Miracı safha safha bir fotoğraftan anlatır gibi gözümüzün önüne serer, beş vakit namazın farz oluşunu, Peygamberlerden ve nebilerden haber verir.
“Gör beni-adem ne işler kaynadur / Ol sema’da kamusın kim oynadır”(GN C.1/1 S.23) ademoğlunun ne işler kaynattığını, o dönüşte hepsini kimin oynattığını gör dediği mısra’ın sonunda insanların farklı görev ve sıfatlarda yaratılıp farklı işler gördüklerini anlatır.
”Ol Muhammed hem kulundur hem resul / Anı sen sevdün ü sen kıldun kabul”(GN C.1/1 S.33) Muhammed Aleyhisselam hem kulun, hem peygamberindir; onu sen sevdin ve sen kabul kıldın diyerek Allah’ın Fetih Suresi 29. Âyette ki “Muhammed Allah’ın Elçisidir” buyruğunu mısralara döktüğünü Allah’ın buyrukları Türkçe anlaşılsın diye âyet-i kerimeyi beyit olarak böyle de bizlere göstermiştir. ”Ol Resul kim Hak habibümdür didi / Ol habib iken bu ‘alem yog-idi” (GN C.1/1 S.45) Yüce Allah o Peygambere habibim, sevgilim dedi; o sevgiliyken daha bu alem yaratılmamıştı. Kelimeyi Tevhidde “Lailahe illa’llahu Muhammedün resulu’llahi” birlikte anılan Allah ve Resul kelimeleri nasıl birlike söyleniyorsa “Cümle senün dostlıgunçun eyledüm / Senün adunla bile yazdum adumu” (GN C.1/1 S.59) Allah’u teala Resuluna senin adını kendi adımla birlikte yazdım mısrasında yan yana birlikte yer aldığını bildirmiştir. “Rahmetiyle hoş duta Allah sizi / Dostına bağışlaya kamumuzı” (GN C.1/1 S.55) Allah sizi rahmeti ile sevindirsin ve hepimizi sevgili Peygamber’ine bağışlasın, mısraında da Allah’ın Resulunün hürmetine insanları bağışlayacağını affedeceğini düşünerek Allah’tan mağfiret dilemektedir.
“Türkistan’un ol tumanlı tağları”(GN C.171 S.115) (Türkistan’ın ol dumanlı dağları) mısrasıyla başlayarak Türklerin deniz kenarlarına Türkistan’dan geldiklerini anlatır.
”Kankı cem’iyyet ki kılavuz var / Cümle halkun farkı üstinde uçar”(GN C.171 S.117) mısraları ile de hangi cemiyet kılavuza sahip ise; o cemiyet bütün yaratılanların üstünde olur diyerek birlik ve dirlik ve önderin önemini anlatır. Sultanın biri otuz evladına birer ok alıp gelmelerini söyler ve ellerinde birer okla gelen evlatlarına ok’u kırmalarını söyler. Herkes ekindeki tek ok’u kırar. Gidin birer ok daha getirin der ve otuz ok’u bir iple sıkı sıkıya deste halinde bağlar. Sonra hadi kırın der ve otuz evladı da dener ama kıramazlar. “Kim ol ok yalnuz-iken hiç döymedi / Çün birikdi hiç kimesne koymadı” (GN C.1/1 S.137) o ok yalnızken dayanamayıp kırıldı, bir araya getirilince de herkes kırmaktan aciz kaldı, nasihatini verir.
“Dünyayı görüp yakın aldanmagıl / Ahiret senden ırakdur sanmagıl” (GN C.1/1 S.153) dünyayı yakın görüp, hep yaşayacağını sanıp aldanma; ahiret’i de senden uzak bilme, ölüm her an gelebilir. Ahiret’i uzak görüp dünyaya dalma, hiç gelmeyecekmiş gibi ahirete hazırlığı da ihmal eyleme, Dünyanın son ereceğini bil ona göre davran diyor.
İlim amel etmeyi gerektirir der İslâm Fıkıh âlimleri mutasavvıf bir şair olan Âşık Paşa da bu düsturu “Devlet oldur kim duta ögrendügin / Hak yoluna bağlaya ussın ögin” (GN C.1/1 S.169) asıl kutluluk, insanın öğrendiği ile amel etmesinde ve aklını fikrini Allah yolunda kullanmasındadır diyerek 689 yıl öncesinden bize aktarmaktadır.
Tarih boyunca tevhide inanalarla mücadele etmiş şeytenca işler yaptığın söyler, “Nemrud u Şeddad u Fir’avn-ı le’im / Utbe vü Şeybe Ebu Cehl-i zinim”(GN C.1/1 S.183) Nemrut, Şeddat ve yerilmiş Firavun, kötülenmiş Ebu Cehil, Utbe ve Şeybe; şeytanın da vekilleri olmuşlardır.
Allah’ın nimetlerinden az bir miktara sabredenlerin, O’na asi olmayanların asıl devlet denilen Allah’ı cennette müşahade etmek olan sadete ereceğini söylemktedir. “Her ki kani’se azacuk ni’mete / İresidür ol hakiki devlete”(GN C.1/1 S.189) kim azıcık nimetle yetinirse, gerçek saadete ulaşacaktır.
İnsanın eksiğini ve hatasını bilmesi kadar güzel bir şey yoktur; mahlûk hiç eksiksiz iş yapar mı? diyen Âşık Paşa “Hayrı Hak’dan şerri nefsinden bilen / Oldur ahir tevbesi makbul olan” (GN C.1/1 S.193) hayrı Hak’tan kötülüğü de kendinden bilenin sonunda tövbesi kabul edilir diyerek bize bir nasihat veriyor.
“Okılum bu mektebin ‘ilmün bile / ‘Alim oldur kendünün ‘ilmin bile” (GN C.1/1 S.211) okumasını bilene derler ya, hah işte o kitap ilk önce kendi kitabını okumakla başlar, kendi kitabını okuyamayan âlim sayılmaz diyor Âşık Paşa. “Akil oldur kim bile kendü halin / Her hal içre komaya elden yolın”(GN C.1/1 S.251) asıl akıllı kişi kendi hâlini bilendir; o ne hâlde olursa olsun kendini bilmeyi elden bırakmaz.
İnsanın ve kainatın yoktan var edildiğini anlattıktan sonra Adem’in atasının gök, annesinin yer olduğunu, yani annesiz babasız yaratıldığını söyler. İnsan da “Suret ü nefs ü ‘akıldur can-ıla / Dördü bir yirde bile insan-ıla” (GN C.1/1 S.277) mısraları ile vücut, nefs ve akıl, can ile dördü bir yerde olunca insan vardır. Bu ifade ile insanın sadece bir beden olmadığını beden ile birlikte nefis, akıl ve canın da birlikte bulunmasıyla insan olacağını anlatır. Gövde nefis, akıl ve can için onları taşıyan ve işlerini gördürdükleri alet olmuştur eğer alet olmasa hiç bir şey yaplıamaz. Can ise bunları canlı ve diri tuttuğu için hepsi cana sıkı sıkıya bağlıdır. Nefis dünyadan tat alır, nefis gidince vücutta lezzet adına bir şey kalmaz. Ama bir gün bu birliktelik bozulur. “Suret-ile nefs fani olur / Can-ıla bu ‘akl baki kalısar” (GN C.1/1 S.279) vücut ile nefis yok olacak, can ile akıl ise ebedi kalacaktır. Âşık Paşa’ya göre; “Ten bitkiye benzediği için; bitip Hakk’a kavuşamadan bu dünyada kaybolur. Nefis de hayvana benzediğinden, hayvan gibi apaçık yok olacaktır.” ve “Bu akıl ve can, vücut ve nefisten önce yaratıldığı için sonsuza kadar ölümsüz kalacaklar, vücut ve nefsin aslı topraktan olduğu için ölüp yine toprağa karışırlar”, Allah’a kulluk vazifesini kâmilen yerine getirenlere öldü demeyin der Âşık Paşa, asıl ölü olanlar Allah’ın varlığını, birliğini bilmeden ölenlerdir.
“Olmaya hiç nefsinün hükm itmegi / Nefs ana kul ola ol nefsün begi” (GN C.1/1 S.311) Hiçbir zaman nefsi ona emretmemeli; o insan, nefsinin beyi; nefsi de köle olmalıdır, diyen Âşık Paşa kimseye kin beslememeli, ağzından faydasız söz çıkmamalı, ne her gördüğünü hemen almaya kalkmalı ne de gücü almaya yettiğine haksızlık yapmalı der dengeli olmayı tavsiye eder.
“Hükmü güçlü, ömrü uzun, malı çok, aklı olgun, gönlü açık ve karnı tok bir padişah; bir hevesle çölde bir yerde bir bahçe kuruyor ve çeşit çeşit meyveler bitkiler diktiriyor. Zaman sonra buraya gelip bakıyor ki çok güzel olmuş, bu bahçeye hemen saray ve evler yaptırıyor. Adamlarına gidin dünyanın muhtelif yerlerinden insanlar çağırın bu güzellikleri görsünler diyor. İnsanlar gelip ziyarete başlamadan padişah adamlarına bu bahçedeki meyvelerin lezzetli ve faydalılarını zehirlilerini ziyaretçilere anlatın eğer zehirli meyvelerden yiyenler ölümden kurtulmak isterlerse ilaç olarak bir iksir verileceğini ve ölmekten kurtulacaklarını anlatmasını ister. Bütün bilgiler ziyaretçilere anlatıldığı hâlde bazı insanlar sadece faydalı ve tatlı lezzetli bitkilerden yedi başka hiçbir bitkiye dokunmadan bahçeden çıktı. Bazı insanlar bu bahçede hoşuna giden bitkilerden rast gele yediler ve daha sonra zehirli meyvelerden yediklerini öğrenip ölmemek için ilaç olarak verilen iksiri içip ölümden kurtuldu. Bazı insanlarda faydalı zehirli ayırmaksızın önüne gelen meyvelerden yedi iksir de içmedi ve ölüp gitti.” (GN C.1/1 S.319- 333) Âşık Paşa bu hikâyede sanki dünya hayatını özetlemiş, insanlara bu dünyada ahiret ile ilgili lüzumlu bütün bilgi veriliyor. Tövbe ederek günahsız olarak hayata devam edebileceği de anlatılıyor. Kimisi sadece sevap olacak fiilleri işliyor kimi hem sevap hem haram fiil işliyor ancak haram olanlardan tövbe ederek af diliyor, kimi de sevap ve günah işlerden işlediklerinden hiç tövbe etmeden bu dünyadan gider.
“Didügin kendü duta evvel kadem / Halini irdeyüdura dem-be-dem” (GN C.1/1 S.367) insan önce söylediğini kendi tutmalı, daima halini araştırıp, kendini hesaba çekmelidir. Kişi söylediklerini hayatına tatbik etmeli ve zaman zaman da söylediklerime uyuyor muyum diye kendini kontrol etmelidir. Kişi kendi söylediklerine uymazsa sözü karşısındakilere tesir etmez.
Allah’ın Güneş ve Ay’ı yarattığını anlatan Âşık Paşa “Ay u güneş togmag uyakmag-ıla / Gün hisabı aya varur ay-ıla” (GN C.1/1 S.409) Ay ve Güneş doğup batmakla gün meydana gelir; bu gökteki aya göre belirlenerek, otuz günlük zaman olan aya ulaşır, “Evveli gelmiş-durur fasl-ı bahar / Mu’tedildür anda bu leyl ü nehar” (GN C.1/1 S.411) önce bahar gelmiştir; bu mevsimde gece ve gündüz birbirine eşittir. “Ol geçer ardınça tabistan gelür” (GN C.1/1 S.411) bu bahar üç ay içinde geçer ve ardından yaz mevsimi gelir. “Anun ardınça bu kez payız gelür”(GN C.1/1 S.413) yazın ardından güz, sonbahar gelir. “Ol geçer ardınça bu kez kış irer” (GN C.1/1 S.413) diyerek bize astronomi ve takvim hesabından, baharda etrafın yeşermesinden ve yiyeceklerin yetişmesinden, yazın etrafın sıcak olduğundan ve yetişen yiyeceklerin olgunlaşıp tatlandığından, sonbaharda ise meyvelerin hamlığı gider ve olgunlaşır, kışın bağ bahçe bozulur günler kısalır geceler uzar der ve sonunda bu bilgileri çocukluk, gençlik, yaşlılık dönemleri olarak insan ömrüyle anlatır.
“Din dahı ger harc olursa sehl ola” (GN C.1/1 S.441) din de yerinde söylenirse kolaylık getirir. Dinin tebliğinin uygun bir dil ile uygun bir zaman ve hâlde söylenmesi durumunda kabul ve tatbikinin de daha kolay olacağına dikkat çekmektedir.
Hilm, yumuşaklık ilimle birlikte bir insanda olursa bir anlam ifade eder der ve “Halkı da’vet eyleye hilmi bile / Emr-i ma’ruf bildire ‘ilm ile”(GN C.1/1 S.487) O yumuşaklık ile halkı davet eyler, sonra da Allah’ın emirlerini ilmi ile bildirir diyerek sanki dinin nasıl söylenmesi gerekli olduğunun iki şartını Hilm ve İlim olarak açıklar.
“Dünyadan hiç kimsene almadı dad / Devlet anun kim koya bir eyü ad” (GN C.1/1 S.497) dünyadan hiç kimse bir iyilik bir lezzet almadı; ancak bir iyi ad bırakıp giden devlete kavuştu. Kişilerin iyi iş yaparak dünyada bir isim bırakacaklarının ve iyilik yapanların öldükten sonra da isminin söyleneceğini ifade ediyor.
Bitki ve Hayvan isimlerinin cins ismi olduğunu ve bütün bitkiler için bitki kelimesi, bütün hayvanlar için hayvan kelimesinin ismi kullanıldığını daha 1330 yılında tespit etmiştir.(GN C.1/1 S.445)
Âşık Paşa daha 689 yıl öncesinden Avrupa’da ilim henüz bugünkü manada kurallarıyla bilinmez iken pozitif ilimlerin günümüzde en öncelikli kuralı olan delilsiz, ispatsız nişan olmadan olmayacağını söylemiş, sanki ilmin kurallarını vaaz etmişttir. “Pes delilsüz ‘ilmi hod almaz kişi / Mani’ olur degme bir olmaz kişi” (GN C.1/2 S.565) delil nişan, ispat olmazsa insanlar ilmi almazlar ve ummadığın kişiler bile ilme engel olurlar.
“Halk kamu yohsuldur illa Tanrı bay / Kamuya rızkın verür yıl on iki ay” (GN C.1/2 S.609) Allah’tan başka herkes yoksuldur; bütün bir yıl, yaşayan bütün canlılara rızkını veren o değil midir? Âşık Paşa Muhammed suresi 38. Âyet ile Zariyat 58. Âyet’e gönderme yaparak Allah’ın Gani olduğunu söylüyor. Herkese rızkını veren Alah’tır. Çalışana daha fazla verir.
İnsanoğlu noksandır, noksanlığını bilir Allah’a karşı bir iddiada bulunmaz. “Kamumuz ol Hak katında eksügüz / Da’vimüz yok bilürüz eksügümüz” (GN C.1/2 S.669) bizler Allah’ın yanında eksiğiz; bunu bildiğimiz için bir iddiamız da yoktur.
“Niçe getürdi ‘ademden ‘alemi / Niçe bitürdi ‘alemden Ademi” (GN C.1/2 S.697) yokluktan âlemi, âlemden de Adem’i niçin ve nasıl yarattı. Allah hiçbir varlık yok iken âlem’i yoktan yarattı, yarattığı bu âlemden Adem’i sanki bitirdi. Aslı toprak olması dolayısıyla Adem Allah ol deyince sanki bitki gibi topraktan bitiverdi. “Ol bitürdi ‘alem içre ademi” (GN C.1/2 S.925) Adem’i de âlem içinde O türetti. Âşık Paşa her iki mısrada da “bitürdi” kelimesini kullanmıştır, nebatat topraktan biter. Âşık Paşa, Adem (as.)’i âlemin bir parçası, ondan yaratılmış yeni bir varlık olarak görmüştür. Yani; Adem âlem içinden biridir.
Sana ayna olan o gönlüne bak, aynadan sana Allah görünecek, Allah senin gönlündedir. “Gözgü ola ol gönül bakgıl ana / Görine ol gözgüden Allah sana” (GN C.1/2 S.721) o gönül senin için aynadır, ona bak ve o gönülden Hakk’ı gör.
İlim ailmi dinleyen varsa gelişir. Eğer ilim var ama dinleyicisi yoksa o ilim faydalanılan bir ilim değildir. “İlmi var bulmaz bu kez dinler kişi / Eyle olıçak yene kaldı işi”, “Kişi buldı ‘ilmi saçdı üstine / Hikmet olmazsa bilün bitmez yene” (GN C.1/2 S.765) ilmi var bilgisi çok fakat dinleyeni yoksa; işi yine kaldı demektir. Dinleyeni bulup ilmi anlatır; eğer hikmetten mahrumsa yine mahsul vermez.
Kibir iman bulunan kimsede bulunmaz. Kibirli kişiler Allah’ın rahmetine erişemez. “Kimde kim iman ola ‘ucb olmaya / Ucb-ıla hiç kimse rahmet bulmaya” (GN C.1/2 S.875) kimde iman varsa onda kibir yoktur; zaten hiç kimse büyüklük taslamakla nimete kavuşamaz.
“İslam evinde bular dutmış makam / Günde biş kez dirilürler has u ‘am” (GN C.1/2 S.891) İslâm evinde makam tutmuş olanlar seçkin-avam bütün insanlar günde beş kere diriliyorlar. Namazın diriliş olduğunu ve günde beş kere namaz kılanların dirildiğini ifade ediyor.
“Can diridür ‘ilm-ile ‘ayan / Cana candur ‘ilm-i Hak bellü beyan” (GN C.1/2 S.965) canı diri tutan ilimdir; apaçık söylemek gerekirse Hakk’ın ilmi, cana candır. Ruh ilim ile canlılık kazanır ancak ilimin de en makbulü Allah’ı anlatan O’na yakınlaştıran ilim ilimlerin başıdır. “Her kimün kim aklı yokdur ‘ilmi yok / ‘Aklı kamil kişinün hod ‘ilmi çok” (GN C.1/2 S.967), aklı olmayanın ilmi de yoktur; aklı kamil kişinin ise, ilmi çoktur. “İlmi diri ‘akl-ıla dutdı dutan / ‘İlmi hem bu ‘akl-ıla utdı utan” (GN C.1/2 S.967) ilmi tutan akılla tuttu, onu elde eden de akılla elde etti. “Ölüdür ‘ilmi ‘akılsuz kişinün / Anun-ıçun hasılı yok işinün” (GN C.1/2 S.969) akılsız kişinin ilmi ölü olduğundan, onun işinden bir fayda gelmez. “Bu ‘akıldur canı ilmün mutlaka / ‘Aklı nakıs ‘ilm-ile irmez Hak’a” (GN C.1/2 S.969) ilmin canı mutlaka akıldır, akıl eksik olan ilimle Hakk’a ulaşılmaz. “Kankı ‘ilm issi kim ol ‘akil degül / Hiç ‘ilminden ‘amel hasıl degül” (GN C.1/2 S.969) nerede akılsız bir ilim sahibi varsa; onun ilminde hiçbir fayda görülmemiş; bir iş de ortaya çıkmamıştır. Âşık Paşa burada ilim’i İslâm’a benzetmiş ve delilerin İslâm’dan sorumlu olmadığını belirtmek için halk arasında veciz bir söz olmuş olan “aklı olmayanın dini olmaz” gibi “aklı olmayanın ilmi olmaz” demiştir.
Allah’tan bir şey ister ken onun ne kadar zengin ne kadar merhametli oldğu nimetlerinden bol bol dağıttığı vurgulanarak bu cömertliğinden kendimize de vermesini isteriz. “Razı oldugın dilersen ol Celil / Ana varmaga anı dutgıl delil” (GN C.1/2 S.1117) O büyüklük sahibi Allah’ın razı olmasını istersen, ona varmak için onu delil et.”Geçüre kendü rızasından seni / Kendü ala kurtura senden seni” (GN C.1/2 S.1117) o zaman kendi rızasından seni geçirip; senden seni kendi için alıp kurtarır.
Âşık Paşa Kubbetü’s Sahrayı; yerler ak mermer, içinde iki mescit var, bir Mescidü’l Aksa diğeri de Kubbetü’s Sahra, Allah’ın sevgilisi Peygamber oradan göklere yükseldi, kubbe sekizgen şeklinde, her duvarda bin türlü işlemeyle işli beş pencere vardır, her pencerede bin türlü cam, kırk pencere var,kırk sütunlu bu yapının kubbesinde altınla kaplanmış kırk mermer vardır, kubbenin iç yüzü Taha ve Yasin sureleri yazılarak süslenmiş, Sahra taşında Peygamber efendimizin ayak izi vardır, bu taş üzerinden göğe yükseldi nebi, bu yüzden peygamber ile gitmek isteyen taşın bir tarafı kalkıktır, peygamber “kıf/ dur ve kal” deyince olduğu gibi kaldı (GN C.2/1 S.25-31), diyerek anlatır. Bu detaylar dolayısıyla da bu şiiri yazarken Âşık Paşa’nın orada olduğu söylenir.
Sevilen şeyler dile pelesenk olur, hiçbir an akıldan çıkmaycacaği için de devamlı sevdiğimiz şeyleri dilimizden düşürmeyiz. Bu durum Âşık Paşa “Sevgü nesne dilden eksilmez olur / Sevgüsüz hergiz dile gelmez olur” (GN C.2/1 S.39) sevilen şeyler dilde devamlı söylenir, sevilmeyenler de asla dile alınıp zikr edilmez,diyerek dillendirmiştir.
Alimlerin ne yapması ve nasıl davranması, ilmi söylediklerini önce kendisinin tutması ve dini ilimlerin yanında fen ilimlerine de sahip olması gerektiği bildirir. “İlla kendü duta ol buyrugı / Yola andan da’vet ide ayrugı” .(GN C.2/1 S. 55) O buyruğu (ilimin verdiklerini) ilk kendisi tutmalı; sonra da herkesi bu yola davet etmelidir. Kişinin Tavsiyelerinin tutulması için söylediklerini yaşamalı, yaşadığını da halk görmelidir.Yoksa söyledikleri tesir etmez. “Şoldur ol kim ‘ilm içinde fenni var / Her ne kim buyurursa halk dutar” o da bilim içinde hüneri olan kişidir ve onun buyurduğunu insanlar tutmaktadır. “Allah emiri kankısıdur bildüre / Emre boyun virmeyeni öldüre” (GN C.2/1 S.55) Allah’ın emirlerini bildirir ve itaat etmeyenleri de öldürür. “Padişahlar mahkum anun hükmine / Zire ol mutlak hakemdür bu dine”(GN C.2/1 S.55) Onun hükmüne hükümdarlar da boyun eğer; çünkü o bu dinde mutlak söz sahibidir. Din âlimlerinin fen pozitif ilimlerde de hüner sahibi olması gerektiği ve dine hakemlik etmek gibi bir görevlerinin olduğunu ifade etmektedir.
Alimlerin ve toplum önderlerinin sözleri ve fiilleri birbirini tamamlar. Sözlerine aykırı davranamazlar. Sözlerine aykırı davrananlara toplum tarafından güvenilmez. “Kimde kim ‘ilm ü amel oldı tamam / Cümle halk gönlü ana oldı makam” Kimde tam olarak bu ilim ve amel varsa; insanların gönlünde taht kurmuştur. “‘İlmini şol işidenler söz-ile / Fi’lini hem göreler bu göz-ile” İlmini söz ile işitenler; işlerini de gözleri ile görmelidir “Kavl ü fi’li çün münasib bulına / Can vireler cümle anun yolına” Sözü ve işleri birbirine uygun olan o kimse için bütün insanlar yoluna can ve baş koyar.(GN C.2/1 S. 57) Sözün s tesir etmesi için nasıl söylediklerimizi tatbik etmek durumundaysak da ilmin emrettiklerini sadece topluma anlatan olursak dinin emirlerini tutan hiç kimse olmaz.
Dünyada imtihanı başarmış ve Allah’ın takdirini kazanmış insanın vasıflarını sayar. “Şol-durur ol kim kana’atdur işi / Dünya derbendinde tokdur ol kişi” (GN C.2/1 S.61) O da kanaati kendine meslek edinen kişidir; bu yüzden dünya sıkıntılarından her zaman kurtulmuştur. Kanaatkârlar dünya sıkıntısına kanaat ederek kurtulur çünkü başına gelen sıkıntıya sabreder. Şikâyet etmez.
İnsanların dünyaya aldanmaması için Allah’tan başkasına dönüp bakmamasını öğütler. “Dünyada hiç nesneye aldanmaya / Hak’dan ayruk kimseye bağlanmaya”(GN C.2/1 S. 61) Dünya malı olarak hiçbir şeye dönüp bakmadığı gibi, o Hak’tan başkasına da bağlanmamıştır.
Bir zamanlar talihli bir kimse vardı ve Yemen ülkesi ona verilmişti.O sevgili, güzellikte eşsiz olup, hesapsız malı, mülkü vardı ve nimete batmıştı. “Hatunun adı Hadice’ydi be-nam / Bilür-idi anı cümle has u ‘am” O hanımın adı Hatice idi ve ünü de aleme yayıldığından herkes onu bilip tanırdı. Hayır ve iyilik deyince akla o gelirdi; adı böyle çıkmıştı; onun canı iyiliklerden, iyilikler de ondan ayrılmazdı. “Bir gice hatun yaturken düş görür / Mustafa sırrını karşu tuş görür” O hanım bir gece uyurken rüyasında, hazret-i Muhammed’in sırrına rastladı. Ay dolunay şeklinde gelip koynuna girdi. Tabirci düşün yorumuna bakınca, yüce Allah’ın takdirine şaşıp kaldı. Düşü Yorumlarken; şüphesiz cihanın kendisiyle övündüğü Peygamberin gelmesi yakındır; onun dini şüpheden uzaktır, ve o, ahir zaman peygamberi olacaktır.Sen ya onun hanımı ya da anası olacaksın, Mekke’ye git, Abdulmuttalib’in oğlunun alnındaki nura bak. Hatice bu işi öğrenince, aşka düştü, mal ve hazinesini yükleyip Mekke’ye geldi, artık kaderin ne şekilde tecelli edeceğini beklemeye başladı. Maksadı kocaya varmak, onun erkekliğinden faydalanıp, çoluk çocuğa kavuşmak değildi. Zaman geçti ve o maksadına kavuştu.(GN C.2/1 S.151-155)
Allah aşkı insanı ölümsüz kılar, Allah aşkını bulamayan ise ölmüştür. Bu dünyada yaşasa da ömrü ahiret için ölü gibi faydasız bir ömürdür. Dünyada ahiret için bir şey elde edememiştir. “Her ki yoldaş oldı ‘ışka ölmedi / Ölen oldur ‘ışka yoldaş olmadı” (GN C.2/1 S.179) Aşka yoldaş olanlar hiçbir zaman ölmez; kim aşk ile arkadaşlık etmemişse onu ölü biliniz.
“İy Çalap sen ruzı kılgıl kamuya /Kim koya kibr ü kini ‘ışka uya” (GN C.2/1 S.215) Ey Allah’ım! Sen bütün insanlara, kibri ve kini bir tarafa bırakıp aşka uymalarını nasip et.
“İlla bil kim halk düşüptür reng reng /
Türk ü Tacki Ermeni vü Rum u zeng”
Yalnız insanlar çeşit çeşit, ırk ırk yaratılmıştır: Türk, Fars, Ermeni, Rum, Zenci…
“Us u Çerkes Kıpçak u Kürd ü Mogul /
Her birinde mani düşmişdür nugul”
Us, Çerkez, Kıpçak, Kürt ve Moğol bunlardandır ve bunların her birine sırlar verilmiş, bozuk şeyler de gösterilmiştir.
“Renk renkdür cins cinsdür görsene / Pes cevahir isteyen bakmaz ana” Bunlar renk renk, çeşit çeşit yaratılmıştır; ancak cevher arayan onların dış görünüşlerine değer vermez ve hepsini aynı tutar.“Cümle halkı da’vet eylerler dine / Nitekim cevher düşüpdür ma’dine” Cevherin madene düşmesi gibi; bütün bu millet ve kavimleri dine çağırırlar “Cevheriler rengine bakmaz olur / Kankı renkde var-ısa cevher alur” Cevheriler Madenciler rengine bakmazlar, çünkü onlar bütün renklerde cevher olduğunu iyi bilirler.(GN C.2/1 S.205)
“Çün kalemden yağdı yağmur bitdi harf / Harf içinde oldı ma’ni cana sarf” (GN C.2/1 S.237) Kalemden yağmur gibi mürekkep dökülüp harf ortaya çıkınca, harfin içindeki mana da cana verilir. “Degme bir harf oldı andan bir nihal / Görklü söz görklü ağaca geldi misal” (GN C.2/1 S.239) Sonunda her bir harf orada bir fidan oldu, artık güzel söz, güzel ve gösterişli ağaca benzedi. “Tevhid kelimesi, kökü yerde, dalları gökte bir sevimli ağaç gibidir” İbrahim suresi 24. Ayeti Kerimesine atıf vardır.
Akıl bilgi ile diritir, kalem de yazı, harf ile mürekebi diriltir. “‘Akl içinde niçe kim daniş durur /Ol kalem de bu midada can virür” (GN C,2/1 s. 243) Bilgi aklı dirilttiği gibi, kalem de mürekkebe can vermektedir
Nefs insanı cehennemlik yaptığı gibi insanı dünyada utanılacak durumlara düşürür. “Ol-durur ilten bu cismi tamuya / Şermsarlık ol getürür kamuya” (GN C.2/1 S. 275) Vücudu cehenneme sürükleyen nefis olduğu gibi; her bir şeye de utanmaklık getiren yine odur.
İnsan iyiliğe yönelik olmalı ve iyi insan olmaya niyetli olmalı, böyle iyiliğe niyetli biri olursa sonu güzel olur. “İlla niyyet hayra dutsa hoş olur / Hayr niyyet yine hayra tuş olur” (GN C.2/1 S.299) Fakat niyeti hayra tutarsa netice güzel olur; zaten iyiliğe niyetin sonu, iyilikle karşılaşmadır.
“Koyun kurt ile gezerdi fikir başka başka olmasa” bütün Allahın yarattıkları farklı farklı birer yaratılış üzeredirler. “Degme bir fikrün ola bir maksudı / Gerçi birdür kamusınun ma’budı” ( GN C.2/1 S. 303) Hepsinin yaratını bir olmasına rağmen, her fikrin başka başka hedefleri vardır. “Her kimün kim fikri yokdur kendünde / Şöyle bil kim kimse yokdur gemide” (GN C.2/1 S.303) İnsanda fikir yoksa bu, boş bir gemiye benzer. “İmdi bu fikre gerekdür hoş ‘amel / Nişe gelür hod ‘amelsüz ol emel” (GN C.2/1 S.303) Sahip olunan düşüncelere hoş amel yaptırmak gerekir; iş işlemeden insan emeline ulaşabilir mi?
Dünyaya gelmek bizim elimizde olan bir şey değil ve dünyaya gelmek hiristiyanlarda ki gibi geçmişin ataların işlediği günahı yüklenilerek gelinen bir yer değildir. Dünyalık edinmekde sakıncalı değildir. Yeter ki dünya sevgisi gönüle işlemesin. “Dünyaya girmekluligün pes ‘aybı yok / Gam degül bu dünyelik olursa çok” (GN C.2/1 S.307) Dünyaya girmek hiç ayıp değildir; hatta dünya malı ne kadar çok olursa olsun bunda bir sakınca yoktur. “İlla dünya gönüle yol bulmasun / Key sakın kim gemiye su tolmasın” (GN C.2/1 S.307) Ancak dünya gönüle girerse tehlikelidir; bu suyun gemiye dolması demektir, buna çok dikkat etmelisin
Tasavvufun görevi insanı dünyada yaşar iken dünya nimetlerinden zevk almadan yaşayabilmeyi öğretmektir. Yada zevk için yaşamayı esas almadan sadece nimetlerden Allah’a yaklaştıracak canlılık sağlayacak kadar yararlanmaya müsaade eder. “Her kim öldi diriken buldı hayat / Dünyada oldur içen ab-ı hayat” (GN C.2/1 S.375) Kim ölmeden önce ölmüşse ölümsüzlük bulmuştur; işte bu kimse, daha dünyada iken ölümsüzlük suyunu içmiştir. Mutu kable en-temutu: ölmeden önce ölünüz.
Bütün Garibnamede anlatılmak istenen Allah’ı sevmek, Allah’ı bulmaktır. “Nakşa bakmakdan dilek nakkaşıdur /Kim bu nakşı yazmağ anun işidür” (GN C.2/1 S.375) İşlemelere bakmaktan maksat ve dilek , o nakışları yapandır; bunları ondan başkasının yapması mümkün değildir “Sun’ içinde sani’i görmekdür iş” (GN C.2/1 S.375) İş, sanat içinde sanatkarı görmektir. Alemde ki yaratılmışlara bakarak yaratıcının sanatını görmek gerekir. Asıl kurtuluş budur.
“Bu Muhammed dinini kılmaz kabul / Dir ki bizüm dinümüz İslam degül” (GN C.2/1 S.401) Bunlar (zimmiler) Muhammed’in dinini kabul etmezler ve; bizim dinimiz İslam değildir derler. “Adı kafir boynına almış haraç / Kıblesi gün togusu ma’budı haç” (GN C.2/1 S.401) Kıbleleri gün doğusu olan ve boyunlarında haç bulunan, haraç veren bu kafirler;“Tanrı dip bunlar puta dün gün tapar / Değme tur de putlar-çün ev yapar” (GN C.2/1 S.401) Gece gündüz Tanrı diye puta tapıp, her yerde putlar için ev yaparlar. Âşık Paşa burada zamanın İslâm dışı milletlerinin İslam devletinin yönetimine tabi olduklarını ancak müslüman olmadıklarını Haraç verdiklerini sosyal bir olay olarak haber veriyor
İslam Allah yolunda cihat edenlerden ölenleri şehit, kalanları gazi sayar. Şehitler diridir ve yıkanmadan kefenlenmeden oldukları gibi defnedilirler. “Öldürenler gazidür ölen şehid / Hiç gümansuzdur buna Kur’an şahit” (GN C.2/1 S. 401) Puta tapanları öldürenler gazi olur, ölenler ise şehittir; şüphesiz buna Kur’an tanıktır.
Dünyada çok san’at gördüm; diyen Âşık Paşa bu sanatı anlatmaya başlıyor. Su değirmeni hakkında önce bir teknik ve teknolojik bilgi veriyor.“Halk değirmen diyüp ad eydür ana “(GN C.2/1 S. 409) Halk ona değirmen diye ad vermiştir. “Biri perdür biri igdür biri taş / Biri sudur birisi şol yir ü taş” “(GN C.2/1 S. 409) Bunların biri çark, biri iğ, biri taş; biri su, biri bulunulan yer ve alt taştır “Biri olkdur ki su andan iner / Ol inecek bu degirmen hi döner” (GN C.2/1 S. 409) Biri de akıp değirmeni durmadan döndüren suyun indiği oluktur. “Biri buğdayur sepetdür hem biri / öginince ol-durur buğday yiri” (GN C.2/1 S. 411) Biri buğday, diğeri de sepettir; işte öğüdülünceye kadar buğday bu sepette bulunur. “Hem çakıldakdur biri hi çaldırar / Ol-durur bu buğdayı her dem sürer” (GN C.2/1 S. 411) biri de devamlı ses çıkaran çakıldaktır; buğday onun taşa çarpıp sepeti sallaması ile dökülür. Değirmeni, dönerken döndüren çarktır; sonra sabit ve dik şekilde üst taşa bağlayan da, iğdir. İğin bağlı olduğu çark, suyun vuruşu ile çevrilir; kendi döndüğü gibi iği de döndürür. Eğer çark dönmezse taş da dönmez; işte pervane olmazsa taş da yok demektir. İğ doğru durmaz ve taşı başı üstünde götürmezse; taş kendi kendine boşlukta duramaz; alt taşa yapışır kalır ve dönmez olur.
Bundan sonra işleyişten bahseder ve sırlar ve manalar âleminde değirmenin ne olduğunu anlatır. Ben alemi; taşları yer ve gök, buğdayı da insan olan bir değirmen gibi gördüm. Bu değirmen gibi olan felek ne oyunlar eder ve ne kadar mahlûk varsa hepsini öğütüp aşağı döker. Nice saç ve sakalı ağarttığını, ihtiyarlattığını, nice önde geleni un ettiğini, çakıldak’ın buğdayı taşların arasına dökmeyi sürdürmesi de nefse benzetilmiş ve insanın değirmen olan dünyaya gelmesinin sebebi de nefistir demektedir.(GN C.2/1 S. 421)
Allah’ın sıfatlarını ve yaratılmışlara benzemediğini bildirir. “Kimse andan dogmadı ol kimseden / Ni surat var anda ni cisim ü beden” (GN C.2/1 S.459) Kimse onda doğmamış onu da kimse doğurmamıştır; O’nda ne surat, ne cisim ne beden var; O’nun nasıl olduğu bilinmez.“Evvel oldur ahir oldur dayim ol / Zahir oldur batın oldur kayim ol” (GN C.2/1 S.459) Evvel O’dur, son da O’dur, ve O sonsuzdur; görünen ve gizli olan da O’dur ve devamlı kalıcı da O’ndan başkası değildir.
Âşık Paşa yukarıya aldığımız beyitte Allah’ın hadis olan hiç birşeye benzemediğini anlattıktan sonra Hz. Adem’i atasız, anasız, yarattığı gibi Hz.İsa’yı babasız, Hz.Şit’i annesiz yarattığını anlatarak O’nun yaratma gücünü de bu beyitleri bize göstermek istemiştir. “Nitekim toğdıydı Adem atamız / Toğdı kopdı atasuz u anasuz” (GN C.2/1 S.479) Nitekim Atamız olan Adem aleyhisselam, babasız ve annesiz olarak doğup geldi. “Hem yaratdı Şit’i yalnuz atadan / Hem dahı ‘İsa’yı yalnuz anadan” (GN C.2/1 S.479) Hz. Şit annesiz olarak yalnız babadan, Hz. İsa’yı babasız olarak yalnız anneden yaratmıştır.
Âşık Paşa; Mirac esnasında Peygamber efendimizin yükselişi sırasında her gök katında meleklerin farklı şekilerde kimini kıyamda, kimini rukuda, kimini secdede, kimini tahiyatta, kimini niyazda, kimini duada ibadet eder gördüğünü ve Allah’u Tealanın bütün bu farklı ibadetlerin sevabını topluca tek bir ibadet ile Hz. Muhammed ümmeti elde etsin diye birleştirilmiş tek bir ibadet olarak beş vakit namazı farz kıldığını şu beyitler ile aktarır.“Yazmış-ıdı rahmetini Hak ana / Bu namazda kamusı var baksana” (GN C.2/2 S.521) İşte Allah’u Teala rahmetini bol bol verip her tarafa yaydığı için, bu ibadetlerin hepsini namazda topladı; bakarsan görürüsün.”Hem kıyam u hem rükü’ u hem sücud / Kim kılanlar buldı Hak’dan feth u cud” (GN C.2/2 S.521) Kıyam, ruku, secde kılanların hepsi Hak’tan nimetlere kavuşup, kolaylıklarla karşılatılar. “Hem tahiyyat hem bu tesbih u dua / Her ki kıldı sıdk-ıla oldu reva” (GN C.2/2 S.521) Ayrıca, tahiyyatı, tesbihi ve duaları; gönülden ve doğru yapanların bu ibadetleri de kabul edildi.“Cümle gök ehlindeki naz u niyaz / Geldi uş oldı iki rek’at namaz” (GN C.2/2 S.521) Böylece bütün göklerde bulunanların yaptığı ibadetler ve yalvarmalar; toplanıp iki rekat namaza yerleştirdi.”Bu namazı kimse kim kıldı tamam / Ol namazun müzdini buldu tamam” (GN C.2/2 S.523) Kim namazı kıldı ise; onların (meleklerin) bütün ibadetlerini yaptı ve karşılığında verilen sevapları da almış oldu.“Hazrete layık ‘ibadetdür namaz / Zinhar olman bi-namaz u bi-niyaz” Namaz Allah’a layık ibadetlerin başında gelir; sakın namazsız ve niyazsız olmayınız. (GN C.2/2 S.523)” Hem Şehiddür bu iş içinde ölen / Belki bunlardur ebed zinde kalan” (GN C.2/2 S.525) Namaz içinde iken ölen şehittir; belki ebedi olarak diri kalanlar da bunlardır.
Âşık Paşa; bu kitabında isim olarak Allah’ı zikretmek istediğinde doğrudan Allah lafzı celilini kullandığı gibi Tanrı, Hazret, Hak, Ahad, Huda Çalap, Hayy, Beka, Padişah, Habir, Basir, Şekur, Rahim, Kerim, Gafur, Kadim, Mukim, Sabur vb. beyit’in manasına uygun isimler ile Allah’ı ifade etmiştir.
”Tanrı ‘ilmin şerh u takrir eyleyen” (GN C.2/2 S.527),
“Var-ıdı ol Padişah-ı bi mekan”(GN C.2/2 S.627),
“Gitdi benlik kaldı ol Hayy u Beka” ”(GN C.2/2 S.735),
“Hem Habir u hem Basir u hem Şekur / Hem Rahim u hem Kerim ü hem Gafur”(GN C.1/1 S.29),
” Kanı ta’at Hazret’e ‘arz itmege” ”(GN C.1/1 S.31),
“Çün Çalap ol toprağı kıldı Güher” ”(GN C.1/1 S.41),
“Hem Kadim’sin hem Mukim’sinhem Sabur” ”(GN C.1/1 S.197)…
***
“Alp eren oldur kim anun yüregi /
Ola cümle leşkerün ol diregi” (GN C.2/2 S.551)
Alperen yürekli cesur olan ve ordunun askerlerinin ona bel bağladığı kişidir. Ve Âşık Paşa bundan sonra Alperenin vasıflarını sayar. Bu vasıflar cesaret, yiğitlik, kuvvet, gayret, fedakârlık, at, zırh, yay, kılıç, süngü ve arkadaştır.”Yar-ıladur yol erinün revnak / Yar-ıla buldı bulanlar ol Hak’ı” (GN C.2/2 S.575). Yola girenin yol alması ancak arkadaş iledir; zaten Hakk’a ulaşanlar da, onu arkadaşla buldular.”İmdi bir görlüm bu alp sermayesini / Ne’ymiş anun nakd u genc ü mayesi” (GN C.2/2 S.563) Şimdi bu alpın bağlandığı temelleri görelim de; onun aslının, hazinesinin ve geçer akçasının ne olduğunu bilelim, diyerek Alp’ın anlatımını manevi yönden sürdürür ve nefsle mücadeleyi anlatır.
Verdikleri sözde durmayanları, zengin ve fakir boş şeylerle uğraşanları, söz söylerken dost gibi işleri düşma gibi, huyları şeytan gibi, birbirlerini parçalamak için diş bileyenler, gözlerinden hırs ve şehvet akanlar, utanmazlar, yüzleri kızarmaz kimseden çekinmezler, dünya lezzetlerinden boğulmuş, çirkin huylar yaşayışları olmuşlar, fitne çıkaranlariki yüzlüler, hilekarlar ölümden de korkmazlar bunların nefisleri nefs-i emmaredir, der ve bunları şöyle anlatır. “Kamusı Hak emrinün ‘aksin dutar / Adı mü’min likin ayruk din dutar” (GN C.2/2 S.591) Hepsi, Allah’ın emirlerine karşıdır; bunların adları mümin, fakat dinleri başkadur.
“Bir Ebubekir ü ‘Ömer ‘Osman ‘Ali / Bir ‘Abdurrhman-ı Avf ol veli”, “Biri Zübeyr binü’l-Avam idid adı / Biri Sa’dübnü Ebi Vakkas idi”, “Biri Talha birisi Sa’dübnü Zeyd / Birine ebu ‘Ubeydübnü Cerrah eyd” (GN C.2/2 S.631) Allahın bu sahabileri cennetle müjdelediğini ve dördünün halife altısının da sahabi olduğunu ve Resule biat yeminlerini Allah’ın kabul ettiğini söyler.
“Hazerete mürşid-durur ileten bizi” (GN C.2/2 S.641) Allaha uşamak için bir mürşite ihtiyaç olduğunu, mürşitsiz Allah’a ulaşamayacağımızı vurgular ve bir mürşit bulmamızı salık verir.
Peygamber yolundan gidenlerden memnun olur.“Hoşnud andan Tanrı’nun peygamberi / Ta varınça anda cümle yol” (GN C.2/2 S.643) Bütün o yolda gidenler hedefe ulaşınca; Tanrının peygamberi ondan memnun ve razı olur.
“Ol fazilet bu ‘ilmsüz kadri yok / Canı açdur ne var olsa cismi tok” (GN C.2/2 S.651) İlim olmayınca yalnız başına fazilet bir işe yaramaz; işte, bedeni tok ruhu aç insan böyledir.İlimsiz fazilet sahibine büyükler değer vermezler. İlimden nasibi olmayan faziletli kiş; meyvesiz ağaca benzer.
“Cehd-ile irdi erenler menzile / Cehd-ile girdi girenler mahfile” (GN C.2/2 S.671) Amaçlarına ulaşanlar; mecliste yer tutanlar hep çalışmakla başarıya ulaştılar. İnsanlar günümüzde zeki insanların mı başarılı olduğu yoksa çalışanların mı başarılı olduğu hususunda Prof. Dr. Aziz Sancar’ın Nobel ödülü alması ve kendisinin buna çalışarak ulaştığını söylemesiyle daha gerçek bir boyuta ulaşmıştır.
Cömert insanda bulunması gereken faziletler, çalışmak, kuvvet, gayret, tevazu, alçak gönüllülük olduğunu anlatırken bulunmaması gerekenleri riya, kibir, cimri zenginlik,boşboğaz fakirlik, aç gözlülük, kadının hayasızlığı, askerin korkak olmasını eleştirir.
“İy Hudaya doğru yodan ırmagıl / Haslarundan sen bizi ayırmagıl” (GN C.2/2 S.707) Ey Allah’ım! Bizi doğruyoldan ayırma ve her zaman gerçek seçkin kullarınla birlikte eyle.
“Dünya malından ‘ilm yigdür bilün / İy yaranlar ‘ilme key ragbet kılun” (GN C.2/2 S.741) Ey dostlar! İlim dünya malından üstündür; ona çok değer veriniz.
“’Âlimin çün halk katında sadrı var / Hem dahı Hak hazretinde kadrı var” (GN C.2/2 S.741) Alimin halk arasındaki yeri başköşedir; ayrıca Allah’u teala yanındaki değeri de büyüktür. İlim insanı korur, malı ise insan koruru. Mal harcanınca eksilir ilim harcanınca çoğalır ve gelişip serpilir. Kişi ölünce malını mülkünü mirasçıları almakta, halbuki hayatta birlikte olduğu ilmini yanında götürmektedir; bu üstünlüktür. İlim öğrenen kişiye mal kendiliğinden gelir. İlim ile hem dünya hem ahiret kazanılır, böylece hem izzet hem mutluluk bulunmuş olur. İlmi çok olanlar tanrılık davası gütmemişler, malı çok olanlar tanrılık davası gütmüşlerdir.
“Tevbe edenler hiç günah işlememiş gibi olurlar” diye biliriz ya işte Âşık Paşa’nın tövbe anlayışı da şudur.”Tevbe kılmak kullara ya’ni nedür / Tevbe kılmakdan kula ma’ni nedür” ve “Ma’ni şoldur kim kılan oldu temiz / Halk içinde her işi kıldı temiz” (GN C.2/2 S.825) Tövbe kılmak kullar için çok kolaydır; pişman olup günah işlememekten maksatda; onun her türlü günahtan arınıp temizlenmesi ve insanlar arasında iyi ve doğru işleri ayırmasıdır.
“Dünya bir evdür karanu tünd ü teng / İçi tolu mekr ü hile harb u ceng” ve “Ol karanu ‘ilm-ile aydın olur / Sulha döne ceng u tarı gin olur” (GN C.2/2 S.857) Dünya karanlık, sıkıntılı, dar; içi hile ve tuzak dolu, savaşılıp mücadele edilen bir evdir. O karanlık, ilim ile aydınlar; yine ilim sayesinde savaş barışa, sıkıntı ve darlık da neşe ve bolluğa döner.
“İlk gerek kim Tanrı ‘ilmin bileler / Andan anunla ‘ibadet kılalar” (GN C.2/2 S.859) Ancak en önce İslam’i ilimleri bilip onunla Allah’a ibadet kılmak gerekir. “Gerçi kim ‘ilmün ‘ameldür mivesi / İlla şahs ilkin bu ‘ilme ivesi” (GN C.2/2 S.859) Gerçi ilimin meyvesi ameldir; fakat insanın ilk önce bu ilmi öğrenmede acele etmesi gerekir.”’İlm-ile İslam dini dutdı kıyam / Ademi bu ‘ilm-ile buldı nizam” (GN C.2/2 S.859) İslam dini ilim ile ayaktadır; insan da ilim sayesinde düzene girmiştir.”Kime kim ‘ilm ü ‘amel yoldaş ola / Ol gerek kim cümle halka baş ola” (GN C.2/2 S.859) İlim ve iyi amel kime yoldaş ise; o bütün insanlara baş olmuştur.
“Kişi oldur kim anun ihsanı var / Ol kıla ihsan kim anun canı var” (GN C.2/2 S.909) İşte insan diye cömert olup bol bol ihsan edene derler; onlar, her zaman anıldıkları için, ölseler bile diridirler
“Çün cahilsüz dünyada yir yok-durur / Bil ki ‘alimden bu cahil çok-durur” Dünyada bilgisiz cahillerin bulunmadığı yer yoktur; sen cahillerin alimlerden çok olduğunu iyi bil. “Cahile hamuş u üskütdür cevab / Halka ol hem yüz suyıdur hem sevap”(GN C.2/2 S.913) Cahile cevap verme, ona verilecek cevap susmaktır, insan ların cahile böyle davranması hem edep, hem de en doğru iştir.
2-FAKRNAME
Âşık Paşa’ya ait olduğu sn zamanlara tesbit edilen tasavvufi mutevalı 161 beyitten oluşan bir mesnevidir.(18) İki nüshası vardır, biri Roma Biblioteca Casanatense’de 6 varaktan meydana gelen bu nüsha 861/1456 istinsah edilmiştir.Diğeri ise Manisa Muradiye Kütüphanesindeki yedi varak ve 201 beyittir.(19)
3-VASF-I HAL
Âşık Paşa’nın 39 beyitlik küçük bir mesnevisidir.Eserde Âşık Paşa zaman fikrini ele almaktadır.(20)
4-HİKAYE
Agah Sırrı Levend tarafından neşredilen manzum eser 59 beyittir. Agah Sırrı Levend XVII. yüzyılda istinsah edildiğini tahmin etmektedir.(21)
5- KİMYA RİSALESİ
Çorum İl Halk Kütüphanesinde bulunan mecmua içindeki üç risaleden biridir.(22)
6-ŞİİRLER
Âşık Paşa gazellerde yazmıştır.Bunlar çeşitli şiir mecmualarındave bazı Garipname nüshalarının arkaında yer almaktadır.Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki bir mecmuada Aşık Paşa’ya ait başka şiirler de bulunmaktadır. (23)
7-RİSALE Fİ BEYANİ’S-SEMA
Eserin adna Osmanlı Müellifleri dışında başka kaynaklarda rastlanmamaktadır. Eserin Süleymaniye Kütüphanesinde bulunan nüshasında varak 107a’da “Âşık” mahlası geçmektedir.(24) Eseri Bursalı Mehmet Tahir de haber vermiş ancak ele geçirelemediğini (25) Günay Kut’a göre Manisada gördüğünü söylemiştir (26)
8-RİSALE-İ Âşık PAŞA
Süleymaniye kütüphanesinde ki bir mecmuanın 103b-107b varakları arasında yer almaktadır.Bu risale şairimizin şimdiye kadar bilinen eserleri gibi manzum değil mensurdur.(27)
__________________________________
KAYNAKLAR:
1-AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipnâme Prof.Dr.Kemal Yavuz s.XXVIII
2-TDV İslâm Ansiklopedisi 4.cilt s.1Âşık Paşa- Günay Kut.
3- AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipnâme Prof.Dr.Kemal Yavuz s.XXVIII
4-TDV İslâm Ansiklopedisi 4.cilt s.1Âşık Paşa- Günay Kut.
5- AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipnâme Prof.Dr.Kemal Yavuz s.XXVIII
6-TDV İslâm Ansiklopedisi 4.cilt s.2Âşık Paşa- Günay Kut.
7- AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipnâme Prof.Dr.Kemal Yavuz s.XXVIII
8- TDV İslâm Ansiklopedisi 4.cilt s.3 Tasavvufî Şahsiyeti -Ahmet Yaşar Ocak
9- AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipnâme Prof.Dr.Kemal Yavuz s.XXX
10- AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipnâme Prof.Dr.Kemal Yavuz s.XXXII
11- AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipnâme Prof.Dr.Kemal Yavuz s.XXXIV
12-AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipnâme Prof.Dr.Kemal Yavuz s.XXXIII
13- TDV İslâm Ansiklopedisi 4.cilt s.2 Âşık Paşa- Günay Kut
14- TDV İslâm Ansiklopedisi 4.cilt s.3 Tasavvufî Şahsiyeti -Ahmet Yaşar Ocak
15- TDV İslâm Ansiklopedisi 4.cilt s.2 Âşık Paşa- Günay Kut
16-TDV İslam Ansiklopedisi 4.cilt s.2 Âşık Paşa- Günay Kut
17-AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Sunuş, A.Bican ErcilasunÂşık Paşa Garipnâme Prof.Dr.Kemal Yavuz s.IX
18-TDV İslam Ansiklopedisi 4.cilt s.2 Âşık Paşa- Günay Kut
19-AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipnâme Prof.Dr.Kemal Yavuz s.LIX
20 -AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 ÂşıkPaşa Garipname Prof.Dr.Kemal Yavuz s.LIX
21- AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipname Prof.Dr.Kemal Yavuz s.LIX
22- AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipname Prof.Dr.Kemal Yavuz s.LX
23- AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipname Prof.Dr.Kemal Yavuz s.LX
24- TDV İslam Ansiklopedis 4.cilt s.2 Âşık Paşa- Günay Kut
25- AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipname Prof.Dr.Kemal Yavuz s.LX
26- TDV İslam Ansiklopedis 4.cilt s.2 ÂşıkPaşa- Günay Kut
27- AKDTYK-Türk Dil Kurumu Yayınları 764/1 Âşık Paşa Garipname Prof.Dr.Kemal Yavuz s.LX