# Etiket
#Kültür/Sanat

Biz Sevdaların Tufan Olduğu Yıllarda Yaşadık / İhsan KURT

Biz Sevdaların Tufan Olduğu Yıllarda Yaşadık

İhsan KURT

-Mukaddes sevdanın atsız erenlerine…

Yaşamayanların yazdığı sevdalarımızın doğru anlaşılmasını beklemek kadar saflık olamaz herhalde? Sevda ne sihirli kelimedir ki, henüz sihri çözülememiş belki..

 Sizler bilebilir misiniz?

Biz de sevdalar yaşadık. Hem de ne sevdalar… Yaşayan biz değildik aslında sevdalarda, sevdalardı bizde yaşayan. Bizde büyüyen, bizde yürüyen…

Sevdalar ki sütbeyaz, sevdalar ki ayaz mı ayaz. Sevdalar allı, alımlı, aylı yıldızlı…

Biz sevdaların fırtına olduğu yıllarda sevdalandık. Fırtınaların sevdaları savurduğu, sevdalıları unutulmuşluklara attığı yıllar. Fırtınaların sevdalılarla körebe oynadığı yıllar. Ama hep sevdalıların sobelendiği yıllar…

O yıllar ki yerin göğün birbirine katıldığı, sevdaların fırtınalarla tartıldığı yıllar. Aklın, duygunun şehirlerin bulvarlarında uyuştuğu, parkların hep hazan yaşadığı yıllar. Güllerin koparıldığı, ezildiği, güllere kinin beslendiği yıllar… Ezilen güllerden dolayı gül kokan kaldırımların sökülüp parçalandığı yıllar… Sevdalılara tahammül edilemeyen zamanlar. Fidanların ışkın veremeden boylu boyunca devrildiği yıllar. Ve körpe dalların tomurcuk vermeye durduğunda kurutulduğu, kurutulup atıldığı yıllar…

Öyle sevdalılardık ki bizler, sevdamızda kavak yelleri, ılık meltemler, o ağacın altları yoktu. Yar yoluna düşmek dururken yar yolunu beklemek yoktu… Yoktu hülyalara dalmak, yoktu hayaller kurmak. Bir hülyamız, bir hayalimiz vardı sadece. Yıl kasavetli, günler buruktu. Hep hüzzam, hep hazandı çalan plaklarda.

Sütbeyaz, apak sevdalarımız umutlara vurulan keserle, burukluğun yoğunlaşan belirsizliği ile kararıyor, kararıyordu. Kara sevdalar hep bizden doğuyordu. Tökezleyen sevdaları kaldırdıkça sevdamıza kurşunlar yağıyordu. Kin patentli kurşunlar, kir patentli kurşunlar… Biz kurşun yağmurlarının yağdığı, yağdırıldığı yıllarda yaşadık.

Oysa sevdamız doğruldukça kurşunlar yıkılıyordu. Sevdamız vuruldukça sevdalılar doğuyordu. Aslında kurşunlarla birlikte yıkılan sevdasızlıklardı. Çünkü ölüm sevdasızlar için vardı.

Biz sevdanın savrulduğu, on sekizinde tam kalbinden vurulduğu, zaman ve mekânsızlıkta yoğrulduğu yıllarda sevdalandık.

Savuranlar ve savrulanlar o kadar netleşmesine rağmen biz sevdamıza yapıştık. Öyle bir yapışıştı ki bu, biz sevdamız, sevda biz olduk. Hep bülbül gül misalini umuyorduk. Bizi vuranlar sevdaları vuruyordu, bunu cümle âleme duyurduk.

O yıllar ki, bir kıtlık hüküm sürüyordu –hala devam ediyor ya- Biz sevdada kıtlık olduğu yıllarda sevdalandık. Şekilden şekle, renkten renge girmeden peşi sıra düştük sevdalarımızın. Ayan beyan, apaçık… Düştük ama hep kalkıp yürüdük. Kimimiz bataklık çöllerde boğulurken, kimimiz sürünerek yol aldık buzullarda. Zindanları aydınlatan biz olduk çilelerimizle. Biz çilelerin boy saldığı yıllara direndik. Zemheride kora düşerken Eylüllerde ayazı yaşadık. Biz sevdalara sürünülerek gidilen yıllarda sevdalandık.

Hep hasreti yaşadık vuslata koşarken. Damarlarımızda çağladı, coştu kan. Biz sevdamıza koşarken, sevdamız bize oldu volkan. Biz sevdaların volkan olup kaynadığı, buzulların lav olup yandığı yıllarda yaşadık.

Hep acıları tattık sevdamıza özlem duyarken. Katlanmak ne kelime sırdaş olduk onlarla. Çünkü biz hep özlemleri, hasretleri dolu dolu yaşamak için sevda mahkûmiyetine çarptırılmıştık. Bu mahkûmiyette aşk belasıyla karşılaşmış, onunla tanıştırılmıştık. Daha da önemlisi biz çarpmıştık bu belaya. Biz sevdanın mahkûm olduğu, sevdamızın tutuklandığı sevdaları yaşadık.

Biz ki sevdaların bora olduğu yıllarda sevdalandık. Fırtınalara, yıldırımlara aldırmayıp sevdalarımızı yaşayanlardandık. Mecnun da, Leyla da, Ferhat da, Şirin de zamanının ötelerini gördüklerinden dolayı bizden almışlardı sevdalanma örneklerini. Oysaki bizim sevdalarımız “ben”de olanı çoktan aşmış, kâinatta yeni kurulacak olan Sevdaistana ulaşmıştı. Çünkü: “Sevda ateş değildir, kordan öte/ Sevda Leyla değildir, yardan öte,” duygularına inanmıştık.

Bizim sevdalarımız büyüktü, büyük ne kelime? Bizim sevdalarımız köye de sığmadı, şehirlere de… Yere de sığmadı, göğe de… Ferman padişahın olsa da dağlarca yürekler bizdeydi. Sevdalarca yürekler… Dağlardan dağlara seslendik biz, dağlardan sevdalara. Bu sese ne sarıçiğdem, ne mor menekşe, ne lale sümbül, ne de gül dayanabildi. Bütün karşı dağlar yaşın yaşın ağlarken, tabiat uçtan uca yasa büründü.

Biz ki bütün tabiatın yasa büründüğü sevdaları yaşadık. Gördük ki;

“Sevda yaklaşıldıkça uzaktadır/ Sevda boranda, kışta, tuzaktadır.”

(İ.Kurt. Huzurun Renkleri. Ankara-2008, s.73)

Leave a comment