Viyana Önünden Çekildiğimize Kızıyordu / Ayhan TUĞCUGİL
Viyana Önünden Çekildiğimize Kızıyordu
Ayhan TUĞCUGİL
“Biri vardır: Yaşamış fırtınalı;
Kalacaktır tükenip yollarda..”
1940’larda Gazi Antep’de iki genç liseli baş başa vermiş, bugün yüzbinlerce liselinin hayatlarını adadıkları ülkünün hayalini kuruyordu. Türkiye yine eski gücüne kavuşacak, büyük Türkiye olacak, büyüyüp Turan olacaktı… Hakanların Altay’a dikilen tuğlarının parıltısında gülümsüyor, Viyana önünden çekildiğimiz için kızıyorlardı. Sonunda kızmaya, sevinmeye vakitleri olmadığına karar verip kalktılar. Vey kıyısında Kür-Şad’la buluşmaya geç bile kalmışlardı, ve Vey’e, Ötüken’e giden en kısa yolun Kuleli Askeri Lisesi’nden geçtiğini hesaplayıp ailelerinden gizli yola çıktılar. İstanbul’a imtihandan bir gün önce vardılar ve yorgun yattılar. Fakat uyumak mümkün mü? Ya geç kalırlarsa? Saatleri de yoktu. Evet, muhakkak geç kalmışlardı… Karaköy’e geldiklerinde hem üzüldüler, hem sevindiler: Daha köprü kapanmamıştı! Asker olmaları biraz gecikecekti ama geç kalmadıkları da muhakkaktı. Karaköy Hanı’nın altında saatlerce köprüyü, sonra eski iskelede vapuru ve Kuleli’de imtihanı beklediler. Sonuç birisini üzdü, diğerini sevindirdi. Mehmet Menetli’ntn boyu biraz kısa geldiğinden liseye kabul edilmemişti. Diğeri sınavı kazanmıştı. Artık, Aitay’a hakanların tuğları dikilirken orada hazır bulunacağından emin gülümseyen genç askerî liselinin adı Dündar Taşer’di.
1960 yılında İslahiye’de 5. Zırhlı Tugay’da görevli bir tankçı yüzbaşı yine bir yolculuğa çıkıyordu. Bu defa da ülküsüne giden yolun Ankara’dan geçtiğini hesaplamıştı. Bir tatil günü İskenderun’a, oradan Adana’ya geçti. Karnının ağrıdığından şikâyet ediyordu. Doktorlar hastalığa boşuna teşhis koymaya çalıştılar ve sonunda işin içinden çıkamayıp yüzbaşıyı Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne yolladılar. Orada da teşhis konamadı. Fakat O, büyük bir inatla ağrıdan şikâyet ediyordu. Nihayet çaresizlik içinde hastanın (!) kendi kendisine koyduğu teşhise boyun eğdiler. Yatırıp ameliyat ettiler ve sapsağlam bir apandisiti aldılar. Yüzbaşı taburcu edildikten kısa bir süre sonra, resmen hiçbir ilgisinin bulunmadığı Ankara’daki zırhlı birliğe gidecek, O’nu kumandasına alacak ve tanklar 27 Mayıs 1960 gecesi şehre yürüyecekti. Zoraki hastanın adı Dündar Taşer’di.
Taşer’in fırtınalı hayatı daima iki çemberin içinde geçti: O’nun azmine, büyük yüreğine, derin bilgisine, kültürüne hayran dostlarının, ülküdaşlarının sevgi, hürmet çemberi ve onun büyüklüğünü çekemeyen, yaptıklarını hayal etmekten korkan küçük insanların haset çemberi. Yukarıda anlattığım iki olay bile bu çemberlerin teşekkülü için kâfidir. Sevgi, hürmet… ve haset. Evet, “olanaksız”lar, “Adım kötüye çıkmasın, aşırı demesinler…” endişesiyle sağa da sola da, aşağıya da yukarıya da karşı olanlar, yerleri ve yenleri dar olanlar, ya O’nun önünde yerlere kapanmaya ya da arkasından konuşmaya mecburdurlar.
O, kendisini sevenlere, aynen iadesi herkesin harcı olmayan büyüklükte bir sevgi ve şefkatle karşılık verirdi.
Bu samimî insanların işidir.
Düşmanlarına?… Dünya yüzünde belki bir-iki kişinin gösterebileceği bir acıma, şefkat ve sevgisi vardı.
Bu ise büyük insanların işidir.
O çağımızın son büyük insanlarındandı. Son şövalyelerindendi. Son Türkmen Ağası’ydı.
O büyüktü… ve küçük şeylerle uğraşmazdı. “Türk subayı Balkan mağlûbiyetine, 93 mağlûbiyetine üzülmez. O hâlâ Viyana önünden çekilişimize kızar.” derdi. Büyük düşünür, büyük duyar, büyük icra ederdi ve… yorulmazdı. 13 Haziran günü de aynı büyük kızgınlıkla yürüyordu. -Dokuz kapının ipini- çekecekti. O gün, ülküsüne giden yolun o kapılardan geçtiğini hesaplamıştı…
Hayatın terkettiği yüzünü gördüm. “Kamyon, boyun kırılması… Bunlar küçük şeyler. İşimiz var, haydi gel, geç kalıyoruz.” der gibiydi. Ölüme aldırmamıştı. Viyana önünden çekilişimize kızıyordu…
KAYNAK: Devlet Dergisi Sayı:148, 26 Haziran 1972, s.5.
***
İnternetten Devlet Dergisi’nin 148. Sayısını Okumak İçin: http://ulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_148_yeni_3651.pdf