Hasan ÇELİK: ORHAN PAMUK VE TAKINTILARI
ORHAN PAMUK
VE TAKINTILARI
Hasan ÇELİK
“Türk Edebiyatı’nın 21.yy’daki en önemli ismi kimdir?” diye sorulduğunda büyük bir çoğunluk Orhan Pamuk’un ismini verebilir. Kitaplarının bir çok dile çevrilmesi ve 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış olması popülerliğini arttıran nedenlerin başında gelir. “Kitapları neden bir çok dile çevrildi?”, “O’nu değerli kılan nedir?” gibi sorulara verilecek cevaplar meseleyi daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.
Orhan Pamuk’un Türkiye’den daha çok Avrupa’da okunduğu biliyoruz. Kendisi de katıldığı programların birinde bu olguya işaret etmiştir. En son yazdığı ‘’Veba Geceleri’’ isimli kitabının Avrupa satışlarının daha fazla olduğunu okuduk medyada.
O zaman soralım: Orhan Pamuk’u Avrupalıların gözünde değerli kılan şey nedir? Kitaplarının konusu mu? Kitaplarındaki karakterler mi? Yazdıklarında olay örgüsünün muhteşem olması mı? Üslubu mu? Diline hakim olması mı? Mensup olduğu milletin kültürüne bağlılığı mı? Yoksa bütün bunların dışında daha başka bir şey mi ?
Ünlü tarihçimiz Prof. Dr. İlber Ortaylı, Orhan Pamuk’un Türkçe’yi bilmediğini ve içinden çıktığı toplumun kültürünü tanımadığını söylüyor. İlber Ortaylı katıldığı bir konferansta Orhan Pamuk için şunları söylüyor :
“Söz konusu kişinin kaleme aldığı bir eserde şu ifade geçiyor: “İmam ikindi namazı saatinde caminin balkonuna çıkarak ikindi ezanını okudu.” Şimdi bu toplumda yaşayan her insan bilir ki, namazın saati olmaz, vakti olur. Camilerde balkon diye bir yer yoktur, minarenin şerefesi vardır. Ezanı da imam değil müezzin okur. Bu örnekle de sabittir ki kişiler, içinden çıktıkları toplumu bilmeden bir şeyler yapmaya çalıştıklarında doğru şeyler yapmazlar. Bana göre, Pamuk, Türkçe’yi de İngilizce’yi de bilmiyor.”(1)
Ünlü tiyatrocu ve sinemacı Metin Akpınar, 2012 yılında katıldığı Enver Aysever’in programında kendisine Orhan Pamuk hakkında sorulan soruya şöyle cevap vermişti :
‘’Okuyamıyorum… Okunmuyor bence. Bir kaç tanesini okumaya çalıştım ama istismar seziyorum: ’Atatürk şunları yapmış, Atatürkçüler şudur, Atatürkçüler budur… Ben artık Atatürkçülerden bıktım.’ Daha sen yeni geldin, ama ben de Orhan Pamuk’tan bıktım.”(2)
Türkiye’nin çok iyi tanıdığı ve Türk Milleti’nin sevdiği iki değerli ismin açıklamalarını konunun daha iyi anlaşılması için paylaştım. Bu isimlerin dışında bir çok edebiyatçı ve yazar da benzer eleştirileri getiriyor Orhan Pamuk’a…
Benim Nazarımda Orhan Pamuk
Orhan Pamuk’un Türkiye aleyhtarı propagandalara alet edildiğini düşündüğüm için kitaplarını takip etmeye çalıştım. Orhan Pamuk’un son yazdığı ‘’Veba Geceleri’’ isimli kitabı ile birlikte yedi kitabını okudum. Son kitabında yazdıklarına ayrıca değineceğim.
Orhan Pamuk’un anlatımlarında mutlaka kötü insanlar olur. Kimi zaman bir katil, kimi zaman bir hırsız, kimi zaman bir mafya elemanı, kimi zaman bir tecavüzcü… Mutlaka bir kötü vardır. Ne hikmetse, hemen her zaman tarif ettiği bu kötü karakterler, Türk Milliyetçileri ve daha özel bir tanımlamayla Ülkücülerdir. Orhan Pamuk’un anlatımlarında dikkatimi çeken hususların başında gelir bu tercihi, vurgulamaları. Anlatımlarında Türklük, milliyetçilik ve Atatürk eleştirilerini de görürüz sıklıkla. Kitaplarından bölümler paylaşarak yazının çerçevesini büyütmek istemiyorum. Orhan Pamuk’u okuyanlar yukarıda anlattıklarıma hak verecektir.
Yazımın başında “Orhan Pamuk’u Avrupalıların gözünde değerli kılan nedir?” diye sormuştum. Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı zamanı iyi hatırlayalım. Orhan Pamuk, ödül töreninden hemen önce “Artık kabul edelim. Bir milyon Ermeni’yi ve otuz bin Kürt’ü kestik.” diye üzücü bir açıklama yapmıştı. Türkler için ne kadar çarpıcı ve ne kadar haksız bir suçlama!.. Kanaatime göre, Türkiye’de metinleri zorla okunan bir yazarın “dünyanın en büyük edebiyat ödülü”nü, Nobel’i almasının altında yatan faktör, yazdıklarının eşsiz olması değil; işte bu Türk tarihi, Türk karşıtlığıdır.
Avrupalılar Türklerin kaşına ve gözüne meftun olup ödül vermezler. Ödül verdikleri isimlerden mutlaka bir beklentileri vardır. Beklentilerine cevap aldıklarında o kişileri dünyanın en ünlü isimleri arasına sokabilirler. Nitekim Orhan Pamuk’un ve Elif Şafak’ın ödüllendirilmeleri tam da böyle olmuştur.
Bu noktada aynı yolun yolcusu olan Elif Şafak’ın da aynı zaman diliminde ‘’Baba ve Piç’’ romanıyla Avrupalılardan ödül aldığını hatırlayalım. Bu romanda anlattığı “baba”nın ve “piç”in kim olduğunu Türkiye kamuoyu anlamamış olsa da, Avrupa kamuoyu çok iyi biliyor olmalı!.. Sözün kısası Avrupa için önemli olan Türk’ü Türkiye’den birilerine kötületmektir.
“Veba Geceleri’’
Orhan Pamuk’un üç ay önce basılan son kitabı “Veba Geceleri’’ hakkında da yayınından bu yana geçen kısa sürede bir çok yorum yapıldı. Bu yorumların çoğu kitabın zor okunabilir olduğu noktasında birleşiyordu. Benzeri bir yorum yapmak istemiyorum; kitaba daha önemli ancak farklı bir açıdan yaklaşmak istiyorum. Orhan Pamuk’un romanda ele aldığı dönem ve anlattığı hikâye ile kitabın son bölümü arasında mantıklı bir ilişki kurmakta zorlandım. Kitabın “Yıllar Sonra” isimli son bölümü yukarıda da anlattığım gibi Türk’e, Türk Devleti’ne, Türkiye’ye, millî şahsiyetlerimize ve topyekûn millî mukaddesatımıza yöneltilen ağır ve haksız eleştirilerle dolu. Kitapla ilgili tanıtım ve hatta eleştiri yazılarından ısrarla gözden kaçırılan adeta görmezden gelinen birkaç örneği vurgulamak gerekiyor:
Orhan Pamuk, kitabında , “Osmanlı arşivlerinde yıllarca sabırla çalışıp Ermeni, Rum, Kürt katliamları gibi nahoş konuları araştıran ya da bir dönemin milli çatışmalarının aslında sanıldığı gibi olmadığını kanıtlayan yabancı uyruklu Osmanlı tarihçilerinin İstanbul’daki arşivlerde çalışma izni birden esrarengiz bir şekilde iptal edilince ne kadar üzüldüklerini yıllarca görmüştüm. Cesur ve namuslu arkadaşlarımın dürüstlüklerinden dolayı Türk Devleti tarafından acımasızca cezalandırılmalarına tanık olmama rağmen, aynı ceza yirmi bir yıl Minger Devleti tarafından bana verilince yalnızlık ve suçluluk duygularına da kapıldım” (s.524) şeklindeki ifadeleriyle, Orhan Pamuk açıkça Osmanlı’yı “Ermeni, Rum, Kürt katliamları” yapmakla suçluyor.
Kitabının 518. Sayfasında ise “Ressam kahramanımız,1915 Nisanı’nda savaş gerekçesiyle Hürriyet Kahramanı Başnazır Talat Paşa’nın emriyle İstanbul’daki iki bin küsür Ermeni aydını gibi bir gece evinden alınmış, bir daha ondan haber işitilmemiştir.”’ diyerek Ermeni Tehciri üzerinden Talat Paşa’ya ve İttihatçı kadrolara saldırıyor.
Bunlarla yetinmiyor bir de günümüze kadar uzanarak güya bir ‘Milliyetçilik eleştirisi’ yapıyor. Bu eleştiride Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in hedef alındığı gün gibi ortada: “2000’li yıllarda, artık eski tarz imparatorluklar ve sömürgeler çok gerilerde kalmışken, ‘milliyetçi’ yalnızca devletin her dediğini onaylayan, iktidardakilere dalkavukluk etmekten başka bir niyet beslemeyen ve hükümeti eleştirecek cesareti olmayanlara itibar kazandırmak için kullanılan bir sıfata dönüşmüştür…” (s.525) ifadeleri ile yazar, bir yerlere mesaj vermeyi seçiyor.
SONUÇ
Orhan Pamuk kendisine verilen görevi bir misyoner edasıyla yerine getiriyor. Seçtiği yöntemde de başarılı olduğunu ayrıca söylemeliyiz. İşte bu şekilde Orhan Pamuk, daha gençlik yıllarından bugüne ısrarla gündeme getirilip, parlatılarak Türkiye’de millî kimlik karşıtlarının, kozmopolitlerin ve ‘etnikçi’lerin baş tacı ettiği bir isim olabildi. Buna başarı demek mümkünse, evet, bir başarıdır.
Orhan Pamuk, Türk Milleti’nin değerleriyle barışık bir yazar olsaydı bugün ulaştığı şöhreti yakalaması asla mümkün olamazdı. İçerisinden çıktığı toplumu tanımayan Türk’e ve Türkiye’ye yabancı bir yazarın, bu düşünceleriyle Türkiye’nin yarınlarında ismi bilinse dahi hayırla anılması mümkün değildir.
DİPNOTLAR:
_________________________________________________
https://odatv4.com/toplumun-kulturunden-haberi-yok–3008121200.html
https://tele1.com.tr/metin-akpinarin-yillar-once-orhan-pamuk-icin-soyledikleri-yeniden-gundem-oldu-316890/