Ülkücülüğün Güçlükleri / Galip ERDEM
Genç Bir Ülkücü İle Sohbetler-3-
ÜLKÜCÜLÜĞÜN GÜÇLÜKLERİ ….
Önceki sohbetlerimizde, tam bir ülkücü olabilmeğe çalışmanın güçlüklerini anlatmak istemiştim. İnsanoğlu, zaman içinde gelişen eğitim imkânlarına rağmen, temel yapısı bakımından çok zayıf bir varlıktır. Hayatın vazgeçilemez sandığı hazlarına; diğer bir söyleyişle, “Dünya nimetleri”nin çekiciliğine öylesine kapılmıştır ki;
Büyük hedeflere yönelmiş bir yolculuğu göze alamaz; yüce bir ülküye bağlanmaktan duyacağı heyecanı yeryüzündeki zevk kaynaklarından alamayacağını bilemez; yüreğinin nasıl temizleneceğinden, ölüm korkusunu nasıl bir kolaylıkla yeneceğinden haberi yoktur.
Ülkücülüğe varmanın yalnız bir irade konusu değil, aynı zamanda bir nasip işi sayılması gerektiğini hiç unutmamalısın ama, son nefesini verinceye kadar da , seçkinlerden biri olduğun düşüncesinden hiç ayrılmamalısın…
Bütün insanlar gibi senin hayatında da yıldızının parladığı saat çalacaktır. Ömrün boyunca uyanık kalmalı, fırsatı kaçırmamağa bakmalısın.
Ulaşacağımız beden hazlarından her birinin tarifsiz bir yorgunlukla sona ereceğini, en uzun süren ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünenlerin bile, ölümlü dünyadaki misafirliğinle birlikte biteceğini öğrenecek, öz varlığını aşan üstün bir gaye için mücadele edeceksin.
Belki yanlış anlaşılacak, belki de budala yerine konacaksın. Yine de , kalabalığın hükümlerine aldırmayacak, ruhunun zenginliğinden fakirlerin payını ayıracak, yiğitliğine yaraşır bir cömertlikle nasiplere acıyacaksın. . Kısa bir deyişle, sevgili dostum, katlandığın fedakârlıkların bedelini hiç kimseye ödetmeyeceksin. Verenlerden kaçacak, almağa muhtaç düşenleri arayacaksın.
Dünya nimetlerinin sunacağı biri diğerinden değişik ve sarhoş edici hazlardan uzaklaşmanın geçici acılarını elbette inkâr edemem. Ama sen de, eğer nasibinde varsa ve geçireceğin çetin denemeyi başarı ile sonuçlandırırsan, “ayrılık derdine doyamamanın” mânâsını anlayacak, bir başka âlemin sırlarına açılan kapıdan girmene izin verilince sahici mutluluğa ereceksin.
İşte o vakit, sokakları temizleyen bir çöpçü bile olsan, ülküsüz kalabalıklardan ayrı ve daha üstün olduğunu görecek, alçak gönüllü davranmağa alıştığından, hiç şüphesiz gururlanmayacaksın. İnsan yapısındaki bütün kusurlardan arınmanın imkânsızlığını, hiç hatâ yapmamanın yalnız meleklere tanınmış bir imtiyaz olduğunu aklından çıkarmayacaksın.
Ülkü yolunda harcadığın emeklerin, yüksünmeden çekeceğin zahmetlerin yanlışlarının azalmasına yaradığını görecek, dünyaya gelişinin asıl mânasını kesinlikle anlayamasan bile, mutlaka sezeceksin.
Bana göre, yeryüzünün tanıdığı en büyük şâirlerden biri olduğuna hiç şüphe etmediğim Karacaoğlan’ımız; hani nerede ve ne zaman doğduğu bilinmeyen, hayatını hâlâ öğrenemediğimiz, “okuyup yazması yoktu !” denerek küçümsenmek istenen, Âşık Ömer gibilerinin hor baktığı emsalsiz usta var ya, işte O, bir şiirinin ilk dörtlüğünde şöyle diyor: “Nedendir de kömür gözlüm nedendir,/ Şu benim geceler uyumadığım,/ Çetin derler ayrılığın derdini,/ Ayrılık derdine doyamadığım!”
Ayrılık derdine doyamamanın zevkine varamıyorsan, sakın gücenme, ülkücülük merdiveninin daha ilk basamağındasın. Okuduğunu bir söz oyunundan ibaret sanıyorsan, senin adına çok üzüleceğim. Karacaoğlan’ın şiiri belki yaşayan bir “Kömür gözlü” için yazılmıştır; belki de herkesin açıklayamayacağı bir sırrın anahtarıdır, yüce bir varlığa sesleniştir. Öyle veya böyle, sonuç değişmez. Ayrılık derdinin doyulmaz tadını yüreğinde taşıyacak, yaşadığın müddetçe, hiç ara vermeden, peşinde koşacaksın.
Ülkü adını verdiğimiz sevgili, dünya güzellerinin hiçbirine benzemez. Kavuşmayı hep özleyeceksin. Sen yaklaştıkça o uzaklaşacaktır. Yine de , yalnız O’na doğru yürüyeceksin. Belki hiç varamayacaksın ama, kavuşmak için çalışacaksın, yorulacaksın, dövüşeceksin, hattâ öleceksin.
Karıncanın hikâyesini dinledin mi, okudun mu? Kocaman bir dağı, minicik toprak kırıntılarını taşıyarak, ortadan kaldırmağa çalışırmış! Yolcunun biri, şaşkınlıkla sormuş: “Karınca kardeş, ne yapıyorsun?” öteki işini bırakmadan cevap vermiş: “Şu dağın ardında bir sevgilim var.
Kavuşmamız için aramızdaki engeli yıkmamız gerekiyor da!” yolcu: “Sen aklını mı kaçırdın?” demiş. “Yüce bir dağı nasıl kaldırırsın, gücün ne, ömrün ne? Vazgeç bu işten!” karıncanın cevabını hiç unutma, duymamış ülkücü arkadaşların varsa, anlat: “Ey insanoğlu, belki de haklısın. Dağı ovaya indiremem, sevgilimi göremem belki, ama yolunda ölmesini bilirim ya , sen ona bak!..”
BOZKURT Dergisi 1974/ Nisan/ sayı 19