Ziya GÖKALP: İslâm Terbiyesinin Mahiyeti
İslâm Terbiyesinin
Mahiyeti
Ziya Gökalp
İslâm terbiyesi denilince iki fikir hatıra gelir: Birincisi İslâmiyet’in terbiyede tatbik ettiği usûller, ikincisi yetiştirilecek çocukların İslâm akâidine göre terbiye edilmesi.
İslâmiyet’in terbiye usûllerini tetkik etmek terbiye tarihine aittir. Biz bu makalede tarihten değil, bugünkü hayattan bahsedeceğiz, İslâmiyet’in, terbiye mefkûrelerinden birisi olduğunu göstereceğiz.
Bir mektep programına göz gezdirdiğimiz zaman çocuklarımıza üç türlü bilgi öğrettiğimizi görürüz. Evvelâ milli lisan ve edebiyatımızı, milli tarihimizi öğretiyoruz ki Türk dilinden ve edebiyatından, Türk tarihinden başka bir şey değillerdir. Sâniyen Kur’ân-ı Kerîm, tecvid, ilmihal gibi dinî dersler İslâm tarihi ile İslâm lisanları okutuyoruz. Sâlisen riyâziyat, tabiiyyat gibi ilimleri ve bu ilimleri öğretmeye yarayan ecnebi lisanlar ile el işleri, idman gibi hünerler öğretiyoruz. Bu kısa göz gezdirmeden anlaşılıyor ki terbiyede takip ettiğimiz gayeler üçtür: Türklük, İslâmlık, Muâsırlık.
Bir Türk babası, çocuğunun Türkçe konuşmamasına, Türkçe okuyup yazmamasına, Türk tarihini bilmemesine rıza gösteremez, aynı zamanda İslâm îtikad ve ibadetlerini bilmemesini, İslâm tarihinden bîhaber kalmasını da tasvip edemez. Bu baba çocuğunun Türk ve İslâm olarak büyümesini istediği gibi muâsır bir insan olarak yetişmesini de arzu eder. O halde bizim için tam bir terbiye üç kısımdan mürekkeptir: Türk terbiyesi, İslâm terbiyesi, asır terbiyesi. [15]
Tanzimat’tan evvel çocuklarımıza yalnız İslâm terbiyesi veriliyordu. Tanzimatçılar memleketimize asır terbiyesini sokmaya çalıştılar. Bidâyette bu iki terbiye arasında büyük çarpışmalar oldu. Yeniçerinin yerine Nizâm-ı Cedit’i ikâme etmek küfür sayıldı. Avrupa kisvesini taklit etmek dinsizlik sûretinde görüldü. Mekteplere resim, Fransızca gibi derslerin idhâline itirazlar edildi.
Arzın küreviyeti, güneşin istikrarı gibi hükümler nakle mugâyirdir denildi. Tecrübeten ve aklen sabit olan bu hakikatleri teyit için naklî deliller aramaya ihtiyaç hissetti. Maamâfih yavaş yavaş asır terbiyesi yerleşmeye, yer tutmaya başladı. Fakat maatteessüf, o kıymet buldukça İslâm terbiyesi ehemmiyetini kaybetmeye yüz tuttu. Vâkıâ mektep programlarında dinî dersler yine mühim bir kemmiyet teşkil ediyordu. Fakat İslâm terbiyesinin inhitatı kemmiyet itibariyle değil, keyfiyet cihetiyle idi. Dinî dersler canlı bir sûrette okutulmuyordu. Din muallimleri ilmî hakikatlere hâlâ bidat nazarıyla bakıyor, bu sûretle talebenin itimadını kaybediyordu. Bundan başka dinî terbiyede ilmî usûller tatbikine de henüz başlanmamıştı.
İşte böyle bir zamanda idi ki Türk-İslâm âleminin dûçar olduğu karışıklıklar ve bunları takip eden felaketler (Türk milliyeti) ve (İslâm beyne’l-mileliyeti) namlarıyla iki canlı mefkûrenin tecellisine sebep oldu. Bugün musibetlerin darbesiyle uyuyan genç zekâlar hezimetimizin mesuliyetini terbiyedeki mefkûresizliğimize atfediyorlar. Diyorlar ki: “Biz gençlerimize ne milli terbiye, ne de dinî terbiye vermek istemedik. Hâlbuki fertleri mukaddes gayeler için ölmeye sevk eden duygular din ve milliyet hislerinden ibarettir. Biz çocuklarımıza Türk ve İslâm terbiyeleri vermediğimiz gibi asır terbiyesi de veremedik.
Çünkü asır terbiyesinin gayesi en müterakki milletlerin a‘mâl ve istîmâl ettikleri aletleri bizim de yapabilmemiz ve kullanabilmemizdir. Hâlbuki biz iktisat âleminde olduğu gibi askerlik dünyasında da asrımızın [16] aletlerini kullanmaktan âciz olduğumuzu gösterdik. İlmin mîyârı ameldir. Ameldeki muvaffakiyetsizliğimizle ilimdeki behresizliğimizi ispat ettik. O halde ne mütehassıs mütefenninler yetiştiren âlî mekteplerimiz, ne de vatanadaşlar yetiştirmeye çalışan Rüşdî ve İdâdîlerimiz hiçbir fayda temin edememişlerdir.”
(Tasvir-i Efkâr) gazetesi bu gibi esaslara istinad ederek Tanzimat terbiyesinin iflasını ilan etti. Şimdi. Üç mütefekkir zümre yeni terbiyemizin temellerini kurmaya çalışıyor. Türk terbiyecileri yeni hayatta milli ananelerin nasıl bir vazife îfâ edeceğini gösterirken asır terbiyecileri de ilimlerden amelî ve iktisadi faydalar temini için tedriste hangi usûllerin tatbik edilmesi lazım geldiğini irâeye gayret ediyor. Bu mücâhede devrinde İslâm terbiyesinin istinad ettiği esasları da aramak iktizâ eder.
Bu üç terbiye birbirinin muâvin ve mükemmili olmakla mükelleftirler. Hâlbuki salâhiyetlerinin daireleri ve bu dairelerin hudutları makul ve muhik bir sûrette tayin ve tecdid edilmezse yekdiğerine muarız ve muhâsım da olabilirler.
Asır terbiyesi maddiyat sahasında kalmayarak maneviyat âlemine tecavüz ettiği dakikada İslâm ve Türk terbiyelerinin hukukuna taarruz etmiş olur. Milli ve dinî terbiyelerin hudutlarını tayin etmek ise daha güçtür. İslâm ananelerinden hangilerinin doğrudan doğruya İslâmiyet’e hangilerinin Arap, Fars yahut Türk’e ait olduğunu göstermek amîk tetkiklere muhtaçtır.
Binâenaleyh (İslâm Terbiyesi) esas itibariyle Türk ve asır terbiyelerini kabul etmekle beraber bunlar tarafından kendi sahasına vukû bulacak tecavüzlere meydan vermemeye çalışacak ve aynı zamanda hakiki İslâm akide ve ananelerini hem bidâyette Arap kavminden
intikal eden, hem de bilâhare sair kavimlerden istiâre olunan âdet ve bidatlardan tefrîka ikdâm edecektir.
KAYNAK: İslam Mecmuası, Sayı:1, 1914.