Yeni Yılla Adım Adım Gelen Mankurtluk / Ahmet ZAİMOĞLU
Yeni Yılla Adım Adım Gelen Mankurtluk
Ahmet ZAİMOĞLU
Dün, öteden beri mukaddeslerimizin sömürüsünü yaptığını bildiğim bir meslektaşım yanımdan geçerken, her zamanki gibi görmezden gelemediği için, bir şeyler söylemek istedi, bana “iyi yıllar” dileğinde bulundu ve yanımdan geçip gitti. Şaşırdım. Ne diyeceğimi bilemedim. “İyi yıllar” demişim farkında olmadan. Herhalde artık iyice diline alıştırdığı, garipsemediği ve şimdi oturtulduğu katta da yaygın olan bir dileği bana tekrarlamış oldu. Sahi neydi bizim için yeni yıl? Bundan otuz kırk yıl öncesini hatırlıyorum:
Her yeni yıl yeni bir umuttu çocukluğumuzda. Tebrik kartları atardık büyüklerimize. “Yeni yılın başarı, huzur ve mutluluk getirmesini” dilerdik. Sanki gelen yeni yıl, beraberinde bir şeyler alıp gelecekmiş gibi! Getirmezdi tabii. Hiçbir şey getiremezdi, üstelik çok şeyimizi ardına takıp götürdüğünü, uzun zaman sonra fark edebildik. Aga marka radyoların devrinden bahsediyorum. Tek kanallı televizyonumuz daha ortalıkta yoktu. Ama her ne hikmetse ve nereden zuhur etmişse Yeni Yıl bekleniyordu.
O yıllarda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının Yeni Yıl Konserleri var mıydı bilmiyorum. Bankalar, kumbara ve küçük cep takvimlerinden oluşan hediyelerini yılbaşında verirlerdi. Biz Noel Babaları, Kırıstmısları, çam ağaçlarını filan bilmezdik.. Ama yine de yeni yıl akşamı hindili yemeğimizi yer, çaylar, meyveler, kuruyemişler eşliğinde radyolarımızın başına geçer, müzik ve eğlence programını dinler, Orhan Boran’ın bayat esprilerine güler, yeni yılın ilk dakikalarında açıklanan piyango sonuçlarına -sanki büyük ikramiyenin bize çıkması kesinmiş gibi- kulak kesilirdik, çünkü babamız nedense, mutlaka bir bilet almış olurdu. Genellikle biletimize bir şey çıkmaz, hayal kırıklığı yaşardık. Dedemin, köyde, yılbaşında satılmak üzere yetiştirdiği hindileri satmaya çalıştığımız o kâbus gibi dondurucu kış günleri, yılbaşı arifeleri hâlâ hatırımdan çıkmaz: Soğuk, çamur, durmadan türlü sesler çıkaran, sağa sola kaçan hindiler… Bizim evimizde de yılbaşında yine nedense hindi pişirilirdi. Biraz çağdaş ailelerde birkaç ailenin bir araya gelip hindi yiyerek rakı içtiklerini de duyardık. Bize her şeyiyle ters olan bu adetlerin evimize kadar nasıl girdiğini o zamanlar pek anlamazdık. Bazen bir köyün bazen konu komşunun, en azından büyük ailenin katıldığı bu yılbaşı akşamlarının hangi gelenekle bağdaşarak evimize girdiğini çözebilmiş değildim. Bugün adım adım mankurtlaştırılmış olduğumuzu görüyorum. Başımı nereye çevirsem Hıristiyan kültürünün derimiz-kemiğimiz haline geldiğini hissediyorum. Oluk oluk pislik içindeyiz. Mankurtluk üzerine kitap yazan Nurullah Çetin Hocamın kulakları çınlasın.[1]
Televizyon evlerimize girdikten sonra çoluk çocuk mebzul miktarda çok iyi hazırlanmış, bol süslü, Noel Baba’lı, kiliseli, ayinli çizgi, dizi ve uzun metrajlı filmler seyretmeye başladık. Tabii gazetelerin, “Bu yılbaşında dansöz çıkacak mı?” teraneleri eşliğinde –onca denetim kademesine, Türk örf ve adetlerine uygunluk esasına rağmen dansözlü yılbaşı programları yayınlanmaya başladı. Bu yetmedi; dini bütün Hıristiyanlar olmamız, gerekli bilgilerle donatılmamız için “Küçük Ev” gibi dizileri seyrettirdiler. (Sonradan bu diziyi Kanal 7 de yayınladı. Hangi eksikliklere binaen tekrarına lüzum duyuldu bilmem!) Bu da yetmedi, toptan Hıristiyanlaşmamız mümkün görülmemiş olsa gerek, hiç olmazsa ahlâken iflas etmiş bir sürü haline getirilmemiz için Dallas, Şahin Tepesi gibi kimin eli kimin cebinde belli olmayan diziler seyrettirdiler. TRT, kandillere, bayramlara göstermediği dikkati yılbaşı ve Örövizyon programlarına gösterdi, bunlar için özel stüdyolar, kameralar tahsis edildi. Ama hep dikkat ettim, bugüne kadar hiçbir kıristmıs gününü ihmal etmeden (31 Aralık yılbaşı günü değil!) o güne özel misyonerlik sırıtan filmler yayınladı. Özel televizyonlar kurulduktan sonra bu misyonu onlar üstlendiler, tepe üstü gidesice Yahudi Soros Efendi de hepimizin büyük bir keyifle seyrettiği (?), ya da yine Soros kontrollü AGB şirketince seyrediyor gözüktürüldüğü gelin- kaynana-damat, star, dans, zayıflama, yemek, giyim vb. programları yaptırdı, yapanları destekledi.
Bizim milletimizin yılbaşı 21 Mart idi, Nevruz günü idi. Bu milli günümüzü, bize hiç fark ettirmeden unutturduklarını ve yerine önce ufaktan kuruyemiş, eğlence, rakı, hindi, dansöz, ağaç, hediye verme kuluçkalarını, sonra büyük şehirlerin ana meydanlarında düzenlenen anlamsız yılbaşı kutlamalarına uzanan bir dizi yanlış, bizim hiçbir şeyimize uymayan yabancı âdet ve hurafeleri, gözümüzün içine baka baka milletimizin evine, barkına, şehrine soktular. 1980’li yıllarda Noel Ağacı evlerde gizli gizli dikiliyordu. O da Gayrımüslimlerin evlerinde! Şimdi neredeyse her sokak ve dükkânda Noel Ağacı, Noel Baba kıyafeti var. Bunları giyip utanmadan dolaşanlar var. Niye biliyor musunuz? Bizim üç kuruş daha fazla kazanalım diye düşünen, arkasından gelecek olanı merak etmeyen ve bu kıyafetleri, mumları, süsleri vb. satan cahil insanımız yüzünden! Neşelenelim diye yılbaşı çekilişleri yaptıran, Noel Baba kıyafetli partiler düzenleyen “cahil” öğretmenlerimiz yüzünden! Hıristiyanlara şirin gözükelim diye susan ve yeni yılın bir şeyler getirmesini Cuma hutbelerinde vazeden ve haksızlık karşısında susan Diyanet yüzünden! Kültürüne sahip çıkması gereken Bakanların, tam tersine para gelecek diye Noel Baba’ya sahip çıkma cahilliği yüzünden! Kırk yıl önce Noel Baba kıyafeti giydi diye bir piyangocuyu dövmeye kalkışanların çocukları, bu gün eş değiştirilen özel yılbaşı partilerine katılamıyorlarsa eğer, sular seller gibi içki tüketilen meydanlarda (herhalde halkımızın bu mühim günün faziletlerinden istifade edebilmesi için büyüklerimizce icat edilen) tuhaf kutlamalara katılır oldular. Bundan yirmi beş, otuz sene önce hayretle seyrettiğimiz Dallas dizisindeki pislikleri, bugün, televizyonlarımızın da büyük teşvikleriyle aynen yaşıyor hale geldik. Gazetelerin üçüncü sayfaları bunlarla dolu. Hürriyet Gazetesi “Her derde deva kiliseler” diye başlıklar atıp halkımızın arasında henüz Hıristiyanlaşmamış olanlara mesaj verebilmişse merak etmeyin yirmi beş otuz sene sonra bu memlekette istenilen değişim gerçekleşemese bile bir sığır sürüsünden farksız, her türlü sömürüye açık bir toplum oluşturulmuş olacaktır.
Baksanıza; müşterisi olmayan Ermeni kiliselerinin açılışını yapar, Keşan Müftüsü gibi “Noel geleneği bizim değildir” diyen âlimlere, bu konuda en son söz söylemesi gereken Diyanet, soruşturma açıyor, bizzat Kültür ve Turizm Bakanının ağzından onu ve onlar gibi davrananları aşağılıyor. [2] Mankurtluğunu, utanmadan sıkılmadan haykırıyor ve diyor ki: “Talihsiz bir açıklama. Turizm büyük ölçüde efsaneler üzerinde kendisini geliştirir. Mitoloji üzerine geliştirir. Ve o mitolojiyi, bütün ülkelerdeki mitolojiyi o bölge halkı destekler. Çünkü onun dünyaya tanıtımda katkısı vardır. Noel Baba dünyada birçok ülkenin sahip çıkmaya çalıştığı önemli bir aziz, isim. Ve bu Patara’da doğmuş diye bir bilgi var. Dünyanın Noel Baba olarak bildiği kişi Patara’da doğmuş ve Demre’de yaşamış olan Aziz Nikolas ve Noel Baba olarak bir bilgi var. Biz bu bilgiyi destekliyoruz. Bu bilgiyi çürütmeye çalışmıyoruz. Bunu ülkemizin tanıtımına dünyadaki başka insanların ülkemize ilgi göstermesine çok büyük bir katkısı oluyor. Ama arkadaşımızın birisi galiba üstüne vazife olmayan bir konuda konuşmuş. Anadolu’da bir söz vardır, ‘Cahille bal yenmez, âlimle taş taşı’ diye. Kendine göre bir iş yapmış. Diyanet İşleri Başkanlığı hakkında soruşturma başlattı. Diyanet İşleri Başkanlığına teşekkür ediyorum.” Günay, özetle, para için ben her şeyimi satarım, diyor. Sayın Bakan, sen kişisel olarak satabilirsin ama milletinin kültürel değerlerini yozlaştıracak konularda tedbir almak makamındaki kişisin, satamazsın. Bir din görevlisine de cahil diyemezsin. Bu olsa olsa senin cehaletini gösterir efendi! Keşan Müftümüz Süleyman Yeniçeri Bakan’a dava açsa yeridir. Süleyman Hoca hiçbir zaman mahzun olmayacaklardandır inşallah. Ben Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a yaptığı bu aşağılama ve mankurtluk için şahsen davacıyım. Diyanetten ve onun 39.999 imamından da bu mankurtluğa karşı çıkmadıkları, üstelik soruşturma açtıkları, açılmasına seyirci kaldıkları, cübbelerini bırakıp gitmedikleri için davacıyım. Hem bu dünyada, hem ahirette iki elim yakalarında olacaktır. Eli kalem tutan, dili dönen herkesi de bu mankurtluğa karşı çıkmaya davet ediyorum.
“Kula bela gelmez hak yazmayınca, Hak bela yazmaz kul azmayınca” derler. Biz okumadıkça, düşünmedikçe, aydınlanmadıkça, yazmadıkça kurtuluşumuzun, kalkınmamızın, huzurun ve refahın yalnız kendi çalışmamız ve Allah’ın rızası ile olacağına inanmadıkça bu sefaletimiz sürecektir. Ayrıca cep telefonlarıyla binlerce mesajın resmi, dini, milli bayramlarda manasızca gidip gelmesi tuhaflığına dikkatinizi çekmek istiyorum. Biz bu milli ve dini günlerin kıymetini bilip, hayatımızın her anını değerlendirmedikçe, çalışmadıkça, inanıp ibadetimizi yapmadıkça yapılan iyi dileklerin yerine ulaşacağını mı düşünüyoruz?
Türk Dünyası kendini toplamalı. Çeki düzen vermeli. Kendisinin adetlerini, geleneklerini, kendisine yayan, anlatan televizyonları, gazeteleri, radyoları, sinemaları, çizgi filmleri, oyuncakları, müzik evleri, yayınevleri vb. kurulmadıkça, yayınlanmadıkça biz çok yara almaya devam edeceğiz demektir.
Haberiniz.org’un kıymetli yazarı Sayın Hayati Bice’nin bugünkü yazısında önemle işaret ettiği çizgi filmler konusunu[3] inşallah bir başka yazımda inceleyeceğim.
Bu gidişle yeni yılın bize mutluluk getirmesini daha çok bekleriz!
Allah bu millete akıl fikir versin.
Sözüm size, bize, hepimize.
[1]http://www.nurullahcetin.com/index.php?option=com_content&view=article&id=152:mankurtluk-kulahi&catid=36:kitaplarim&Itemid=65
[2]http://www.haberturk.com/gundem/haber/701096-bakan-gunaydan-muftuye-noel-baba-yaniti
[3]http://www.haberiniz.org/yazilar/koseyazisi46049-Noel_Baba_Bizim_Neyimiz_Olur.html