Ülkücünün Ahlâkı / S. Ahmed ARVASİ
Ülkücünün Ahlâkı
Seyyid Ahmed Arvasi
Türk-İslâm Ülkücüsü, İslâm’ın ahlâk ve faziletine göre yaşamak azim ve kararındadır. Bu Allah ve Resulünün sevdiği ve övdüğü ahlâka sahip olmak iradesini ifade eder.
Allah, Kur’an-ı Kerim’de sevdiği ve beğendiği bir kavmi şu şekilde tasvir eder: “Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, Allah-müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği, onların da O’nu seveceği-bir kavim getirir ki, onlar Allah yolunda savaşırlar ve hiç bir kınayanın kınanmasından (dedikodusundan) çekinmezler. Bu, Allah’ın bir lutf-u inayetidir ki, onu kime dilerse ona verir. Allah, ihsanı bol olan, en çok bilendir.” (Kur’an-ı Kerîm, Mâide Suresi – Ayet 54.)
Yukarıda mealini verdiğimiz bu «inzar» (tehdit) âyetini Vâni Mehmed Efendi, yalnız Arap kavmini tehdit etmekle kalmayıp onlardan sonra İslam’a büyük hizmetler edecek Türk kavminin hususiyetlerini açıklayan bir emir olarak yorumlar. Gerçekten de, «Ashab-i Kiram»dan sonra, İslâmiyet’e hizmette kim Türk kavmi ile boy ölçüşebilir? Müslüman Türk’ün tarihini incelediğimizde bu hakikat bütün çıplaklığı ile ortaya çıkar. Kâinatın Efendisine tam dört yüz yıl «vekalet» eden Türk milletinin şan ve şerefi gerçekten büyüktür. Şanlı ecdadımızın ahlâkını inceleyenler, onları «müminlere karşı alçak gönüllü», «kâfirlere karşı onurlu ve zorlu», «Allah’ı seven ve Allah’ın sevdiği işleri yapan», «Allah yolunda savaşan» ve «kınayanların kınamasına aldırmayan», hak bildikleri yolda yiğitçe ve ölesiye yürüyen kimseler olarak tanırlar. Bütün bu hususiyetler, «Kur’an-ı Kerim’in» övdüğü faziletlerdir.
Müslüman-Türk milleti, bu yüce vasıflara sahiptir ve «Bu âyet-i kerime-Allah doğrusunu bilir-Türk milletini haber vermektedir. 17. asırda yaşayan Vanî Mehmed Efendi’nin bu konuda tereddüdü yoktur. O şöyle yazar: «Türk kavmidir, zira biz, uzun zamanlardan beri karada, denizde, Şark’ta ve Garp’ta Rumlar ve Frenklerle mücadelede bulunan gazilerin, bütün Bizans ülkelerini zapt edip oralarda tavattun etmiş olan Türkler olduğunu görüyoruz. Türkler tarafından bu memleketlerde İslâm ahkâmı tatbik ve icra edilmiş»tir.
Bugün, kapitalizmin, komünizmin ve siyonizmin pençesi altında inleyen, çeşitli tertiplerle vatanlarında esir düşen, zenginlikleri yağmalanan, insanları sömürülen, kanları akıtılan, hor ve hakir görülen ve nüfusu bir milyara yaklaşan İslâm dünyasının acıklı durumu karşısında ıstırap duymamaya imkân var mıdır? Türk dünyasının üçte ikisi esir ve mahkûm, Arap dünyası beylik beylik bölünmüş, hırslı liderler elinde birbiriyle boğuşmakta Afrika’da Müslümanlar, kapitalist ve komünist tertiplerle kan ağlamakta, Filipin’den Eritre’ye kadar ezilen ve kahredilen milyonlarca Müslüman kurtuluş ümidi aramaktadır. Bağımsız bilinen İslâm ülkeleri ise bin bir türlü sosyal, kültürel, ekonomik ve politik problem içinde bunalmış, iç ve dış düşmanların taarruzları karşısında ayakta durmaya çalışmaktadır. Yeni sömürgecilik, Müslüman ülkelerin çocuklarını dinlerinden ve milliyetlerinden koparmış, kendi emellerine hizmet edecek «eylemlere» sürüklemekte ve kendi sloganlarını bağırttırmaktadır.
İşte, bu karanlık tablo içinde, yalnız Türkiye’de bir ümit ve iman ışığı belirmiş bulunmaktadır; İslâm iman ve ahlâkından güç alan yeni bir ülkücü nesil, tarihimizin bağrından fışkırmış ve her gün biraz daha güçlenerek gelmektedir. Bunlar,«Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, Allah yolunda savaşan ve kınayanların kınanmasına aldırmayan» yiğitlerdir. Bu nesil, Allah’ın Türk milletine ve İslâm dünyasına ihsandır.