Türk Milliyetçiliğinin Tanzimatla Beliren Hastalığı / Remzi Oğuz ARIK
Türk Milliyetçiliğinin Tanzimatla Beliren Hastalığı
Remzi Oğuz ARIK
… Tanzimatta beliren Türk milliyetçiliğinin bu merhalesindeki Milliyetçilik şuuru, bizim azınlıkları da ayağa kaldıran batı romantizminden ilham almaktadır. Hürriyet, terakki hatta Cumhuriyet gibi kelimelerin cazibesi aydınlarımızı sarmıştır. Ama onlar, -bütün terakkiyi, bütün refahı, saadeti getirdiğine inandıkları-bu mefhumların münakaşası veya savunması dışında, batı anlamında milliyetçiliğe henüz yanaşmamışlardır, batının -hemen tamamiyle yekpare milletler halindeki devletleri içinde yerleşmeye başlayan- demokrasi prensibini, bizim birçok azınlıklarla kaplı imparatorluğumuzda aynen benimsemiş, savunmuş görünüyorlar; halbuki, batıda bu prensibin ilkin milliyetler meselesini çözmekle işe başladığından habersiz kalmışlardır.
Bu itibarladır ki, milliyetçilik tam bir siyasi hareket değil, hatta Türk adına dayanan bir şuur bile değildir. Bu devrenin bütün aydınları, henüz istedikleri şeyi tam bilmezler. Bir Abdülhak Hamit, Tarık’ı, Nesteren’i, Liberte’yi vesaireyi yazar, ama ancak “Tayflar Geçidi”ndedir ki, şöyle haykırabilir:
Sen Türk adını anıyorken biraz eğil,
Türk’ün sebeb sükutuna Türk olması değil!..
Yani, henüz bir uyanış olan bu milliyetçilik merhalesinde bu davayı güden insanlarımız, bütün Avrupa’da son meydan muharebesini veren demokrasisinin aşıkıdır1ar.
Bundan başka; bu insanlar ileri tekniğin, ileri ilmin propagandacısı ve dostu olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Belki Fatih’ten beri zaman zaman beliren bu noktaya ayrıca döneceğiz.
Hülasa, bu devirde milliyetçilik henüz adını alamayan bir his halindedir. Bu yüzden de, Türklük realitesi bir yana bırakılmış; “unsurların birliği”, “azınlıkların birliği” vahimesine ömür verilmiştir. Bu yüzden de, bütün imparatorluğu ayakta tutan, ona adını, hakikatini veren bir ana-vatan, halkiyle birlikte “sömürge”kertesine düşürülmüştür.
Bu bakımdan Tanzimat, Türklerden başka herkesin işine yaramıştır, diyebiliriz. Türkler bu fermanla resmen inkar edilmiş; varlıklarını varlığımızdan koparmaya koşan kitleler için asil unsur, kendini unutmaya mahkum edilmiştir.
İmparatorluğun ayakta durması için katlandığımız bu inkardan, elimize ne geçmiştir? Gelişen ve kendilerini idare eder durumda gördükleri Türkleri düşman bilen azlıklar!
İmparatorluğun düşmanları ile işbirliği yapan bu azlıkların asıl tehlikesi; soylarının, soy tarihlerinin şuuruna varmaları; Türkler için ise bu şuurun bir vatan hâinliği sayılmasıydı. Bütün insanlığın, âdeta elele vererek, azlıklar için tanıdığı bu haktan Türkler menedilmişlerdir. Türklerin kendi soyları, adları, tarihleri üstüne eğilmesi bir dağıtıcı, günah ve tefrikacılık sayılıyordu. Bu hususta Rus Sefiri İğnatiyef ile Sadrazam Mahmut Nedim, Şeyhülİslâm’la Fener ve Ermeni Patriği, Sarayın Hadımağası ile Hassa Alayı kumandanı aynı düşünmekte idi! Türk soyunun realitesi ecnebi bilginlerin inceleme hattâ derinleşme konusu olurken, bizim kendi kendimizi tanımaktan adeta men edilmemiz, tarihin yaman bir cilvesidir! ..