PROF. DR. MUSTAFA KAFALI İLE MÜLAKAT
DOÇ. DR. MUSTAFA KAFALI İLE
MÜLAKAT / 1980
SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN AFGANİSTAN’I İŞGALİ KONUSUNDA
AYŞE OYTUN
TÖRE Dergisi, Mart 1980, Sayı:106, s.7-10
— Üç aya yakın bir süredir Türkiye ve dünya kamuoyunu, basını ve hatta milletlerarası teşkilatlan 1. planda meşgul eden bir olay var: Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali. Afganistan son aylara kadar kamuoyunda adı fazla geçmeyen bir ülke idi. Gelişen olaylar sonucu birinci plana çıkışı münasebetiyle, sizden, önce Afganistan’ı tarihi gelişimi içerisinde incelemenizi rica edeceğiz sayın hocam.
— Bu meselenin tarihi devresine inilecek olursa durum daha iyi anlaşılır zaten. Önce “Afganistan” adı ü-zerinde duralım. Afganistan bugünkü ülkenin tamamına verilen bir ad değildir. Bu isimlendirme ancak 100 yıl ötesine kadar gider. Daha eski eserlerde Afganistan adını bulmak mümkün değildir. Geçen asırda, bugünkü Afganistan bölgesindekiler Afgan’lı oldukları için hem devletin hem de bu bölgenin adı Afganistan olarak anılmaya başlamıştır. Zaten bugünkü Afganistan’ın coğrafi yapısı dolayısıyla da bir tek isim altında anılması mümkün değildir.
İngiliz İmparatorluğunun “güneş batmayan” devresinde, yani muktedir olduğu devrede Afganistan’a el attığını görüyoruz. Sebebi ise Ruslar’ın Türkistan istilâsını tamamlamak üzere olmalarıdır, dolayısıyla İngiltere büyüyen Rusya’nın önüne set çekebilmek için Hindistan ve Pakistan’ın kapısı durumunda olan Afganistan’ı tutması gerektiğine inanmıştır.
Neticede şu veya bu şekilde, İngiltere 100 sene Afganistan’da nüfuzunu yahut hâkimiyetini sürdürdü. Ancak 2. Dünya Harbinden, galip olmasına rağmen sarsılmış olarak çıkan İngiltere, eski sömürgelerindeki askerî güçlerini çekmeye başladı ve bunların yerine herhangi bir kuvvet koyamadı.
Rusya ise ikinci Dünya Harbi son-rası hem perişanlığı, hem nükleer gü-ce sahip olmaması hem de Amerika Birleşik Devletleri’nden çekinmesi sebebiyle böyle bir harekete gireşe- mezdi. Ancak Vietnam, Kamboçya, Kore gibi bölgelerde çıkan iç harplerle ABD prestijini ağır ağır kaybederken, SSCB nükleer güce sahip oldu. Böyiece zahiri de olsa bir denge mey-dana geldi. Kıta Çin’de de komünist rejim hâkim olunca Amerika ve Batı’nın zaafı ortaya çıktı.
— Afganistan’ın; zengin yeraltı kaynaklarının bulunmaması özellikle bir petrol ülkesi olmamasına rağmen, süper devletlerin mücadele sahası ol-masının sebebi nedir? Stratejik duru-mu bir sebep olabilir mi?
— Stratejik bakımdan, Türkiye kadar, Afganistan’da önemli bir ül-kedir. Asya’nın merkezinde hâkim kuvvet olan Sovyetler Birliği emellerine erişebilmek için, yolların birleştiği, dağların düğümlendiği ve mahdut geçitlerin bulunduğu bu ülkeyi ele geçirmek zorundadır. Nasıl ki Edirne İstanbul’un kapısıdır, Edirne’yi ele geçiren İstanbul’u da rahatlıkla alır, Afganistan da Hint denizlerinin kapısıdır. Bu yüzden, sadece Afganistan değil Pakistan, Iran ve Hindistan da her zaman için zarar görebilirler.
Esasen, sadece stratejik durum değil, coğrafî ve etnik durumunu da gözönünde bulundurmak gerekir. Af-ganistan ne coğrafî bakımdan ne de etnik bakımdan birlik göstermez. Fizikî şartlar itibariyle çöl, ova, sulak ve dağlık bölgeler olmak üzere farklı karakterlere sahip olduğu gibi etnik bakımdan da çeşitli guruplara sahiptir. Türkistan’ın tabii devamı durumunda olan kuzey bölgesinde Türkmen’ler ve Özbekler, dağlık bölge olan güneyde Afganlı’lar, Peştu, Patan ve Tacik’ler yaşar. Bu unsurlar âri gurubu teşkil ederler ve dilleri birbirine yakındır. Batı bölgesindeki düzlüklerde Hazari adı verilen bir grup daha yaşar ki bunlar aslında âri olmadıkları halde dillerini kaybederek Fars’laşmış topluluklardır. Hazarilerin simasına bakılacak olursa Türkler’den farklı bir durum görmek mümkün değildir. Asıllan hakkında muhtelif rivayetler vardır. Akhun’lar devresinden İtibaren bölgeye gelen Türk ve Moğol unsurların bu bölgedeki Fars’laşmış bakiyeleridir.
Hazerilerin güneyinde ve doğusunda Bûlüçler adı verilen diğer bir ari unsur vardır. Ancak Bülüçlerin diğerlerinden farklı olan tarafı, Bülücistan adıyla bilinen bölgenin ve dolayısıyla Bülüç kabilelerinin İran, Pakistan ve Afganistan arasında bölünmüş olmasıdır.
Bülücistan’ın güneyi Hint Denizi’ne açılır. Şimdi, Sovyetler Birliği herşeyi yerli yerinde değerlendirirken son oynayacağı oyun bu Bülücistan üzerinde olacaktır. Her üç ülkedeki Bülüç’leri tahrik ederek, kendi kont-rolü altında kurduracağı bir Bülücistan Devleti ile asırlardır hayâllediği Hint Denizi’ne inecektir.
— Bütün bunların, ülkenin bu duruma gelmesinde yüzyıllardan beri rol oynayan unsurlar olduğu muhak-kak. Ancak memleketin içinde bulun-duğu İktisadî ve İçtimaî şartlara da temas etmemek herhalde mümkün değil, değil mi efendim?
— Muhakkak ki, öyle. Siz sormasaydınız ben bu konuya girecektim.
Memleket; hayvancılık, ziraat ve el sanatları (halıcılık v.s.) ile gelir temin eder. Sanayi yok denecek durumdadır. Halk umumiyetle fakir, fert başına düşen millî gelir oldukça düşüktür.
İçtimai duruma gelince; kaynaşmış bir Afgan cemiyeti bulmak pek mümkün değildir. Yukarıda söylediğim gibi çeşitli etnik guruplardan meydana gelen Afganistan’daki, bu guruplar sadece kader ve din birliği içindedirler. Bir de, siyasî kuvvet, birleşmelerine sebeptir.
Ülkede yaşayanların hepsi Müslüman ve Sünni’dirler. Çok cüzi bir miktarda mezhep farkı gösterenler vardır.
Dinden sonra, diğer birleştirici unsur olan siyasî hâkimiyet, eğer kudretli olmak istiyorsa bu durumu değerlendirmekle mükelleftir, bunu değerlendiremez ise farklı unsurlar arasında çatışma kaçınılmaz olur. 100 yıldan beri, güneyden İngilizler’in, kuzeyden Ruslar’ın tehditlerine karşı konması, din ve mezhep birliği sayesinde olmuştur. Çünkü düşman hristiyandır.
— Bilindiği gibi, ülkede 1973’e kadar şahlık rejimi hâkimdi. 1973 tarihinde, Davut Han bir darbe ile Cumhuriyet adı altındaki diktatörlüğünü ilan etti. İşte o günden beridir ki Afganistan’da siyasi hava bir türlü düzelmedi ve re|im yerine oturmadı. Davut Han’la birlikte iyice açığa çıkan ve günümüze uzanan bu siyasi kargaşalık hakkında bizi aydınlatır mısınız?
— Son Afgan Şahı Zahir Şah ve akrabası olan Davut Han, Afganistan’a Sovyet politikasının girmesini hazırlayan şahıslardır.
- Kara ve hava subaylarının ö-nemli bir kısmı tahsil için Rusya’ya gönderilmişlerdir.
- Silahlar Rusya’dan alınmıştır.
- Askerî tesisler Ruslar’a yaptırılmıştır.
- Siyasî kadrolar itibariyle Rus-ya ile oldukça içli dışlı olunmuştur. Rus mütehassıslar ve onların tavsi-yeleri neticesi işte Afganistan bugün-kü durumuna gelmiştir. Tabii Batı’nın da gafletini unutmamak lâzım gelir.
Bu arada şunu da belirtmek isterim ki, 1960 lara kadar subaylarını ve münevverlerini «numune ülke» diye kabul ettikleri Türkiye’de eğitirlerdi. Afganistan’daki çoğu maarif müesseseleri de Türkler’in öncülüğünde kurulmuştur. Fakat, Rus siyaseti ülkeye girdikçe, Türkiye ehemmiyetini kaybetmiştir.
Davut Han’ın komünizmin süratle gelişmesini sağlayan iktidarı, Hafızullah Emin, Nur Muhammed Teraki, Babrak Karmal ve Albay Abdülkadir tarafından yapılan bir darbeyle son buldu. Hepsi de lider olma hayâlinde-ki bu şahıslar, Davut Han’ı devirmek-ten başka hiç bir noktada birleşeme- diler. Davut Han ise kanlı bir darbe sonucu ailesiyle birlikte yok edildi. Önce Nur Muhammed Teraki iktidar oldu gibi göründüyse de, ihtilâllerin kendi evlâtlarını yemesi kuralı bir kere daha uygulandı ve Hafızullah Emin bir darbeyle Teraki’yi katlettirdi. Bu arada hırslı askerî lider, albay Abdülkadir ordunun tek hâkimi olmasına rağmen o da bertaraf edildi. Nihayet, Marksist ihtilâlcilerin sonuncusu Babrak Karmal iktidara geldi. Böyle- ce Davut Han’dan beri basamak basamak ilerleyen Marksist hareket, Sovyet Ordusunun ülkeyi fiilen işgaliyle neticelendi. Afganistan’da demir perde ülkelerine katılma yoluna iyice girmiş oldu. Bugün, Babrak Karmal’- da kukla bir yöneticidir En ufak bir lüzum hissedildiği takdirde O’nun da değiştirilmesi işten değildir. Çünki ipler tamamiyle Sovyetler Birliği’nin elindedir.
— Sizce, Afganistan’ın komşuları ve özellikle Türkiye bu durumdan zarar görürler mi?
— Pakistan, Iran ve tabii Türkiye de, Rusya’nın güneye inişi şartları düşünülecek olursa, ateş hattı ü- zerindeler demektir. Bu bakımdan ka-derleri birbirine benzer. Bu devletler şu anda bile kendi saflarında hasara uğramış durumdadırlar. Ayrıca Türkiye’nin zararı daha çoktur çünki, Afganistan nüfusunun % 25 i Türk’tür. (Özbek ve Türkmenler) Bu da önemli bir noktadır.
— Afganistan’ı içinde bulunduğu durumdan kurtarmak mümkün olacak mı acaba? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
— Pakistan’ın eski Cumhurbaşkanlarından Eyüp Han’ın “Efendi Değil Dost” adlı bir eseri vardır. Onu hatırladım şimdi, çünkü Afganistan, tarih boyu kendisine yanaşanların, dostluk değil efendilik yapmasından bıkmıştır. Eğer Batı ülkeleri mukabil şartlar hazırlayabilirlerse ve bu, Rusya Afganistan’ı sindirmeden olursa kurtuluş mümkün olabilir. En iyi yol ise, ülkedeki çeşitli gurupları birleşti-rici unsur olan din üzerinde durmaktır. Ancak Batı, eski sömürgeci karakteriyle yanaşmaya kalkarsa bu hareket de zaafa uğrar. Afganistan’ın “Efendi Değil Dost” beklediği hiç bir zaman unutulmamalıdır.
===================================
MUSTAFA KAFALI KİMDİR?
(1934 – 28 Ağustos 2019)
1934 yılında Konya’da doğdu.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi.
1960 Aralık ayında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Umumî Türk Tarihi Kürsüsü’ne asistan olarak girdi. “Ötemiş Hacı’ya Göre Cuci Ulusu’nun Tarihi” adlı tezi ile Aralık 1965 yılında doktor ünvanını aldı. 1971-1972 yıllarında bir yıl, üniversite kontenjanıyla Londra’ya giderek ilmi incelemelerde bulundu. Yurda dönüşünde tamamladığı “Altın-Orda Hanlığı’nda Sayın Han Sülâlesi Devri (1227-1360)” adlı tezi ile 1973 Kasımı’nda doçentlik ünvanını aldı. 1974 Kasımı’ndan itibâren, mebsûb olduğu Türk Tarihi Kürsüsünün 3-6. sömestr öğrencilerine, sırasıyla: Altın-Orda ve Çağatay Hanlıklarıyla, İlhanlı Devleti; 7-8. sömestr talebelerine ise, Timur ve Timurlular tarihi; ayrıca Tarih Metodu derslerini verdi; “Kaynaklar” ve “Osmanlıca Metinler” üzerine seminer çalışmaları yaptı. 1975-1977 ders yıllarında Bağdat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, davetli öğretim üyesi olarak tedrisatta bulundu. Profesörlük takdim tezi olarak sunduğu “Çağatay Hanlığı (1227-1345)” adlı eseriyle 24 Mayıs 1982’de bu ünvanı aldı. Türk Tarih Kurumu üyesi. İngilizce ve Rusça biliyordu.