H. Nihal ATSIZ: “3 Mayıs Türkçülük tarihinde bir dönüm noktası…”
3 MAYIS 1944 (1)
3 Mayıs Türkçülüğün tarihinde bir dönüm noktası oldu. O zamana kadar yalnız duygu ve düşünce olan, edebî ve ilmî sınırları pek de aşmayan Türkçülük, 1944 yılının 3 Mayıs’ında birdenbire hareket oluverdi. Ali Suaviler, Süleyman Paşalar, Mehmet Eminler, Ziya Gökalpler, Rıza Nurlar yalnız duygu, düşünce, iş Türkçüsü idiler. Hareket Türkçüsü olmamışlardı. Çırağan baskını Türkçü Ali Süavi’nin siyasî bir hareketiydi. Bunun Türkçülükle ilgisi yoktu. Sıhhiye Vekili olduğu zaman gayrî Türkleri atarak yerine Türkleri yerleştiren Rıza Nur fiilî Türkçülük yapıyordu. Fakat bu da hareket değildi.
Türkçülükte ilk hareketi, 3 Mayıs 1944 Çarşamba günü, Ankara’daki birkaç bin meçhul Türk genci yaptı. Bu bakımdan Türkçülük tarihinde onların hususî bir şerefi vardır.
***
Bundan sonra 3 Mayıs Türkçülerin günüdür. Ona bir bayram diyemeyeceğiz. Çünkü yıllarca süren büyük ıstırabımız o gün başlamıştır. Ona bir matem demek de kabil değildir. Çünkü bunca sıkıntıların arasında bize büyük bir imtihan vermek, yürekliyle yüreksizi er meydanında denemek, yahşi ile yamanı ayırmak fırsatını vermiştir. O güne kadar tehlikelerden gafil bir çocuk toyluğu ile yürüyen Türkçülük 3 Mayısta gafletten ayılmış, maskelerin arkasındaki iğrenç yüzleri görmüş, can düşmanlarını tanımış, dost sandığı hainleri ayırt etmiş, hayalin yumuşak bulutlarından gerçeğin sert topraklarına düşmüştür. Böyle sağlam bir sonuca varmak için çekilen bunca sıkıntılar boşa gitmiş sayılamaz. Bundan dolayı biz 3 Mayıs’a Türkçülerin günü deyip çıkıyoruz.
Hoşlanmayanlar onu benimsemesin. Yalnız kendilerine benzeyenler, yani Türk’e benzemeyenler onu yadırgasın. Biz 3 Mayıs’ı sevmekte devam edeceğiz Türkçülük, tek sandığı düşmanına karşı 3 Mayıs hareketini yaparken onun çift olduğunu acı bir deneme ile öğrendi. Bu millî hareketin zaferinden korkan Türkçülük düşmanları, Türkçüler ortaçağı andıran vahşetlerle hapse atılır ve aleyhlerinde türlü yayınlar yapılırken, onları tartışmaya çağırmak garabetini de gösterdiler. Tarih bunu bağışlamayacak ve Türkçülerdin günü olan 3 Mayıs, bir gün Türkler’in günü olunca onlar tarihin büyük mahkemesinde lâyık oldukları akıbete uğrayacaklardır.
Türkçüler! Toplu veya yalnız, her yerde 3 Mayıs’ı analım. Analım ve Kür Şad’ın hâtırasını yüceltelim…
Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imha-ı hürriyet,
Çalış, idrâki kaldır muktedirse ademiyetten !
KÜR ŞAD. 1946, Sayı: 2 ORKUN, 1962, Sayı: 3‐4
***
3 MAYIS 1944 (2)
Bundan 29 yıl önce Ankara’da yapılan bir yürüyüş, bugün farkına varılmamış olmakla beraber, Türk tarihinin gidişi üzerinde son derece tesirli olmuştur. Havadaki zehirli gazla boğulacak hale gelmiş bir insana oksijen verilmesi, aşırı humma içinde kıvranan hastaya bir antibiyotik şırıngası yapılmasının yaratacağı şifa gibi, dikta idaresi altında yaşayarak o diktanın hiç umursamadığı komünizm propagandasının çökertmeye çalıştığı bir toplumu 3 Mayıs 1944′te Ankara’da yapılan bir gençlik yürüyüşü uyarmış, tehlikeyi gördükleri halde ses çıkaramayanlara cesaret ve ümit vermiş, tek partili idare olduğu halde Millet Meclisi’nde de görülen heyecanla Türkiye’yi bir “içten vurulma” tehlikesinden kurtarmıştır.
Bu kurtarışın kahramanları, büyük çoğunluğu yüksek okul ve üniversite öğrencisi olan birkaç bin gençtir. 3 Mayıs’ın gerçek değerinin kavranmamış olması o zamanki idarenin, hepsi kendi elinde bulunan basın ve radyo ile yaptığı aralıksız propaganda yüzündendir. Sosyalist maskesi altındaki komünizmin Türkiye’yi Rusya’ya katmak konusundaki niyetini memleket mukadderatına hâkim olanlar anlayamamışlardı. Yirminci yüzyılda, idare başında bulunanların mutlaka herkesten iyi ve doğru düşüneceğini kabul etmeye imkân yoktur. Türkiye’de de ehemmiyetsiz görevlerde bulunan veya henüz okuma çağında olan bir takım gençlerin tehlikeyi baştakilerden daha çok isabetli görmüş olmasında hiçbir fevkalâdelik aramamalıdır. Bu, bir dereceye kadar mizaç ve yaratılış meselesidir.
Uzun süre devleti idare etmiş olan Halk Partisi’nde 1938′den sonra bir İnönü’yü yüceltme çağı başlamış, evvelce Atatürk için kullanılan “Millî Şef” deyimi ona mal edilmiş, pullardan ve paralardan Atatürk’ten üstün olduğu havası yaratılmak istenmiştir. Halbuki bu çok yanlış bir davranıştı. Çünkü Atatürk, Rusya’da ortaya çıktığı zaman, hakkında kimsenin ve tabiî kendisinin de bir şey bilmediği komünizmi ve onun Türkiye için tehlikesini anlamış, tedbirlerini almış olduğu halde İnönü komünizmin nasıl bir belâ olduğunu bir türlü idrak edememiş, “Sağcılar” dediği Nurcu vesaire makulesini gözünde büyüttüğü halde bugün toplu olarak anarşist adı altında anılanların gayesini bir türlü kavrayamamıştır. Anarşistler üniversiteyi işgal ettiği zaman boykotla işgalin aynı şey olduğunu söyleyecek kadar vahim bir hatâ yapmış, bu da yetmiyormuş gibi Türkiye’yi mahvetmek istedikleri için idama mahkûm edilen üç komünistin idamını durdurmak teşebbüsü ile, ilerde tarihin çok olumsuz hüküm vereceği bir harekette bulunmuştur. Kafa ve gönül yapısı bu olan İnönü’nün 3 Mayıs 1944 yürüyüşüne iyi gözle bakmasına şüphesiz imkân yoktur. Bu sebepledir ki “Türkçü” kelimesinden ömrü boyunca ürkmüş, bu ürkmede çevresinin de büyük ölçüde tesirinde kalmıştır. Onda Batı’ya karşı garip bir kompleks vardır. Türkiye’nin manevi kalkınmasını klâsiklerin Türkçe’ye çevrilmesinde görmesi bunun delilidir. Halbuki artık roman ve piyeslerle yahut eski Yunan felsefesiyle milletlerin kalkınma imkânının olduğu çağda değiliz. Bugün her zamankinden çok milletçilik çağıdır. Beynelmilelci olduklarını iddia eden komünist devletler bile aşırı bir milliyetçiliğin içindedir. Bu, sosyal bir kanundur: Toplumlar yayılmak ve büyümek için çatışır, çarpışır; bunun için her vasıtadan faydalanır. Böyle bir sosyal kanun olmasaydı barışçı İsa’nın dinindeki milletler asırlarca savaşmaz, Budist Japonlar savaşın sözünü dahi etmez, kardeş Müslümanlar birbirinin canına kastetmezdi.
Bu sebeple yabancı klâsiklerin tercüme edilerek Türk gençliğine okutulması onlarda bir aşağılık duygusu yaratmaktan başka sonuç vermemiştir. 20‐25 yaşındaki gençlerin şaheser diye hep Yunan, Lâtin , Batı, Acem, Arap, Rus eserlerini okursa “demek benim milletimin şaheseri yokmuş‐ düşüncesine kapılmasından tabiî ne olabilir? İşte Türkçüler, Türk milletin manevî kalkınmasını önce komünizmin yok edilmesinde, sonra millî kültürün diriltilmesinde anladıkları için İnönü ile bağdaşamamışlar, onun tarafından, Türkiye’yi bütün dünya ile düşman etmek için uğraşan kişiler diye ilan edilmişlerdir. Türkçüler şu memlekette hiçbir zaman iktidara geçmedi. İnönü ve partisi uzun yıllar iktidarda kaldı ve istediği icraatı, propagandayı yaptı. Acaba zaman kime hak verdi? Tecrübesiz, çoluk çocuk sayılan 1944′ün gençlerine mi, yoksa tecrübeli kaptan olduğu ilân edilen İnönü’ye mi? Onun tecrübeli kaptan olduğu hakkındaki sözü, İkinci Cihan Savaşı’nda Türkiye’nin harbe girmemesi ve bunun İnönü’ye mal edilen bir başarı olarak kabul edilmesinden doğmuştur. Acaba gerçek böyle midir? Türkiye, bilfarz Yugoslavya’nın topraklarında kurulmuş bir devlet olsaydı veya İngilizler vaat ettikleri savaş malzemesini bize verebilselerdi tecrübeli kaptan onu yine savaşın dışında tutabilir miydi. Bunlardan başka Türkiye’nin savaşa girmeyişinde Von Papen’in büyük rolünü asla unutmamak lâzımdır.
3 Mayıs yürüyüşü milletin gözünü komünizme karşı açan bir millî harekettir. O tarihten başlayarak okullarda hakikî milli tarih okutulsaydı, mîllî eğitimin bazı kilit noktalarına komünistlerin sızmasına meydan verilmeseydi 12 Mart muhtırasına sebep olan anarşi doğmayacak, bir takım gençler Türk milletinden zorla koparılmayacak, ahlâk değerleri çökmeyecekti. Anarşi hareketleri dediğimiz kargaşalıklar, dikkatle mütalâa olunursa gayet korkunç bir ruh halinden doğmakta, âdeta bir milletin intihar etmek istemesi gibi bir manzara göstermektedir.
Komünizm, sosyal bir isteriden başka bir şey değildir. Onun hâkim olduğu hiçbir ülkede sosyal adalet ve iktisadî refah sağlanamadığı halde faşist veya kapitalist denilen demokrat ülkelerin pek çoğunda bu iş başarılmıştır.
Komünizmin iktidara geçtiği günden beri Rusya’nın Türkiye hakkındaki kötü niyetleri Çarlık Rusya’sının kötü niyetlerinden bir parça bile sapmamıştır. Boğazlarda üs istemenin başka mânâsı var mıydı?
3 Mayıs’ı yapan Türkçülerin şuurla ve inançla bildikleri gerçek: Komünizmin Türklüğe kasteden bir tehlike olduğu idi. Son iki yılın olayları, sürüp giden Sıkıyönetim mahkemeleri, bu mahkemelerde ortaya dökülen hakikatler Türkçülere hak vermiştir.
3 Mayıs bir çok Türkçünün büyük sıkıntı ve ıstırabı ile kapanmıştır. Fakat 3 Mayıs devam etmektedir: Ötüken’in Yazı İşleri Müdürü Kayabek, aşağı yukarı 6 yıl önce başlayan bir davanın sonucu olarak mahkûm edildiği 15 aylık hapis etmek üzere, eşini ve birisi bebek olan dört çocuğunu İstanbul’da bırakarak, doğum yeri olan Eğin’e hareket etmiştir.
Önümüzdeki yüzyılın tarafsız tarihçileri 3 Mayıs’ın bir dönüm noktası olduğunu elbette tespit edeceklerdir.
3 Mayısa selâm olsun!.. 3 Mayıs ruhu ebediyen yaşasın!..
(11 Nisan 1973), ÖTÜKEN, 1973, Sayı: 5
***
3 MAYIS
Her millette olduğu gibi bizde de birçok günler kutlanır, bayram yapılır. Bunlar arasında 30 Ağustos gibi tarihin akışını değiştiren ve milletin bütün fertlerince kutlu sayılan büyük günler olduğu gibi, 27 Mayıs gibi aslî hedefini kaybeden ve milletin bir bölümü tarafından öteki bölümüne karşı yapılmış olanlar da vardır. Türkçüler günü olan 3 Mayıs (1944) büsbütün ayrı bir düşüncenin sonucudur. İç düşman olan, kılık değiştirerek milletin içine kadar girmiş bulunan ve o zamanki hükümetin gafletinden faydalanarak gelişen komünizme karşı Türkçü gençlerin bir uyarma yürüyüşüdür. 3 Mayıs bir bayram değildir. Milli şuurun ayaklanmasıdır. Başarıyla bitmemiş, fakat milletin gözünü açarak o zamanki hükümetin içine sızan ihanet unsurlarını sindirmiştir. Paşaların 12 Mart ihtarnamesi nasıl, uçurumun kıyısına kadar getirilmiş bulunan devleti düşmekten kurtarmışsa, meçhul gençlerin 3 Mayıs yürüyüşü de, Amerika ve İngiltere’nin hamakatlarını istismar eden Moskofların Almanya’ya karşı savaşı kazanmak üzere oldukları sırada Türkiye’yi bir oldu bitti ile Sovyetleştirmeye hazırlanan karanlık komünistleri gün ışığına çıkarmak suretiyle Türkiye’yi komünizm batağına düşmekten kurtarmıştır. 3 Mayıs 1944 bir dönüm günüdür. Türkçülerin ıstırabı ile yoğrulmuş ve tehlikeyi geriye atmış bir dönüm günü…
3 Mayıs’ta yürüyenlere selâm… Türk devleti ebedidir…
ÖTÜKEN, l974, Sayı: 5
***
3 Mayıs artık Türkçüler’in günüdür.Üzerinde henüz son söz söylenmemiş olan Mayıs günü ise 3 Mayıs 1944′tür. Bilindiği gibi o zamanki tek parti idaresinin komünistleri koruyan milli eğitim bakanına ve onun şımarttığı komünistlere karşı yapılan bir yürüyüş sansürle sessizliğe boğulmuş memleketle bomba gibi patlamış, o zamanki devlet başkanıyla çevresindeki devşirmelerin ödünü patlatarak büyük tutuklamalara, hapislere; işkencelere yol açmış; satılık ve köle basın da tek ağızla bu gardist hareketin (o zaman Almanya ayakta olduğu için faşist diyemiyorlardı) aleyhine açtıkları haysiyetsiz iftira kampanyasını aylarca sürdürmüştü.3 Mayıs artık Türkçüler’in günüdür. İlkönce 3 Mayıs 1945′te Tophane’deki Askerî Cezaevi’nde, bir masa başında cay içerek kutlanmış, ondan sonra kırlarda ve salonlarda yapılan törenler halini almıştır.Bu yılın 3 Mayısı, bu tören gününün 31. yıl dönümüdür. Demek ki henüz tarihe mal olmamıştır. Bir olayın tarihe mal olması için üzerinden en az 50 yıl geçmesi gerektiğine göre 3 Mayıs, Yirmi Birinci Yüzyıl başlarında tarih olacaktır. Fakat 3 Mayıs için bugün de söylenecek bazı sözler vardır: 3 Mayıs bir uyarmadır. Yürüyüşü yapan birkaç bin Türkçü gencin uyarması… 3 Mayıs aynı zamanda bir uyanıştır. O gençlerin haykırışıyla milletin uyanması… 3 Mayıs, solun sempatizanı bir devlet başkanıyla çevresindeki solcudan, komünistten, gafilden, çıkarcıya ve dalkavuğa kadar varan devşirmeler güruhunca afyonlanmış milletin gerçekleri görerek uyanması ve öfkelenmesidir. Memleketin sinsice hazırlanmış planlarla, sosyal adalet ve kurtuluş adı altında komünist yapılmak istenmesi bu yürüyüşle önlenmiş, ödlekler bozguncu plânlarından ister istemez vazgeçmeye mecbur kalmışlardır. Yoksa Türkiye’nin de Romanya, Çekoslovakya, Macaristan gibi bir oldu bitti ile komünist olması kısa bir zaman meselesiydi.Yurdun nasıl hain bir şebeke ile sarılmış olduğu bugün, kısmen de yapılmış yayınlarla açığa vurulmuştur. Bu sebeple, 3 Mayıs mühim bir dava günüdür ve yıllar geçtikçe ehemmiyeti daha iyi anlaşılmaktadır. 3 Mayısı yapan o günkü gençler bugün artık yaşlı birer insandır. Çoluk çocuğa karışmış, bahtiyar veya bedbaht olmuş, bütün yurda dağılmış yurttaşlardır. Onlardan şimdiye kadar hiçbir övünme sesinin çıkmayışı da hareketin ne kadar yüksek ve samimî olduğunu göstermektedir.
Boş kaplar çok öter. 3 Mayısçılar boş değil, yurt ve ırk sevgisiyle dolu idiler. Onun için susmaktadırlar. Fakat susmak, Abdülhak Hâmit’in dediği gibi, bazen en güzel şiirden daha manâlıdır.
22/23 Nisan 1975
ÖTÜKEN, 1975, Sayı: 5
***
23 MAYIS 1040: Dandânakan Savaşı ve 3 MAYIS 1944
H. Nihal ATSIZ
Türk tarihinde şanlı, elemli, uğursuz birçok mayıs günleri vardır. Bu yazıda artık kesin olarak hükme bağlanmış bir Mayıs’la (23 Mayıs 1040), üzerinde henüz son söz söylenmemiş başka bir Mayıs’tan (3 Mayıs 1944) bahsedeceğim.
23 Mayıs 1040 Cuma günü, Mayıs’ların en mühimi ve en şanslısıdır. Çünkü o gün Selçuklu ve Gazneli orduları arasında yapılan ünlü Dandânakan Savaşı’ndan sonra devletimiz, yani Türkiye (ve daha doğru adı ile Batı Türkeli) kurulmuş, dokuz yüzyılı aşan hayatında bu devlet bazen parçalanıp bölünerek iç savaşlarla uğraşmış, bir iki defa tarih sahnesinden silinecek diye bakılırken ırkının ve geçmişinin büyük gücü ile yine toparlanıp yaşamayı başarmıştır.
Devletimizi kuran Türkler büyük çoğunluğu ile Oğuzlardır. O zamanki asıl Türk Devleti olan Karahanlılar’dan bir prens de, hanedanı ile arası açık olduğu için kendi buyruğundaki Türklerle Oğuzlara katılıp bütün savaşlara girmiş, Türkiye’nin kuruluşunda rol oynamıştır. Bir süre Karahanlılar’ın ve Karahanlılar’a bağlı olmayarak yaşayan batıdaki Hazar Kağanlığı’nın arasında bocalayan Oğuzlar, anayurt dışındaki Türk Devleti’nin, yani Gazneliler’in elindeki Horasan’da çok sıkıntılı ve tehlikeli yıllar geçirdikten sonra nihayet 23 Mayıs I040′ta Gazneliler’in Türk, Hintli, Afganlı, Acem, Arap ve kürtlerden kurulu 100.000 kişilik ordusunu 16.000 kişiyle bozup dağıtarak aynı günde devletlerini kurdular. Dikkate değer ki bu savaşta Gazneliler ordusunun Türkler’den bîr bölümü Oğuzlara katılmış, öncü kuvveti olan Arap ve kürtler ilk hamlede; Hintli, Afganlı ve Acemler daha sonra kaçmış. Gazneli Sultan Mesut’la birlikte sonuna kadar dayananlar yine Türkler olmuştur. Bu savaşın başkomutanı ve en büyük kahramanı, Türk tarihinin Deli Dumrulları’ndan biri olan “Çağrı Bey”, Gazneliler ordusunun en büyük kahramanı da sarhoşluğuna ve tedbirsizliğine rağmen Gazneli Sultan Mesut’tur. Devletimizin temeline en büyük harcı atan Çağrı Bey’i unutursak bu, bizim için ayıptan da büyük bir zillet olur. Çağrı Bey’in unutulmadığına en büyük delil bugün birçok aydınların oğullarına “Çağrı” adını vermesidir. Fakat hu kahramanın yalnız aydınların gönlünde yaşaması yetmez. Tarih kitaplarında gerekli yer verilmedikçe, ulu ve gösterişli bir Çağrı Bey anıtı dikilmedikçe görevimizi yapmış sayılamayız. Bu yıl yine cumaya rastlayan 23 Mayıs 1975, devletimizin kuruluşunun 935. yılıdır. Müttefik sandıklarımız tarafından terk edildiğimiz, içteki bozgun unsurlarının ihanetine uğradığımız şu günlerde 935. yılı anmak manevî güç kaynaklarımızdan biridir.
Tanrı’nın esirgenliği, başta Çağrı Bey olmak üzere Dandânakan Savaşı’nın Selçuklu ve Gazneli bütün Türkleri’nin üzerine olsun!..