Dr. Hayati BİCE: TÜDEV İstişare Toplantısı
“İlk Hedef: Türk-Oğuz Birliği” Yolunda…
-TÜDEV İstişare Toplantısı-
Dr. Hayati BİCE
Bu hafta sonu Ankara’da düzenlenen Türk Devlet Ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik Ve İşbirliği Vakfı –kısa adıyla TÜDEV- İstişare Toplantısı’na katıldım. Toplantıda yeni bir yönetimin iş başına geldiği TÜDEV’in önümüzdeki süreçte yapması gerekenler ve bu gerekleri yapmak üzere yapılması gerekenler istişare edildi. Toplantının ev sahibi olan yeni dönemin TÜDEV Başkanı Y. Tuğrul Türkeş, vakfın 20 yıllık mazide yaptıklarını özetlemesinden sonra hemen hepsi TÜDEV ile özdeşlemişmiş ‘Türk Kurultayları’ndan birbirini tanıyan katılımcılar, kendilerine verilen kısıtlı sürelerde önerilerini dile getirme fırsat bulabildiler. Sabah oturumunda söz verilemeyen katılımcılardan Prof. Dr. Mehmet Şahingöz, Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran gibi bazı değerli isimlerin öğle sonrası oturuma katılmadan ayrılmaları, görüş ve önerilerinin alınamaması gibi sonuca yol açtı. Toplantıda dağıtılan anket formunda, “TÜDEV yönetimi için önerilen isimler” diye bir başlık açılmasını isabetli bulduğumu da kaydetmeliyim. Umarım, TÜDEV’in yeni yönetimi bu öneriler doğrultusunda belirlenerek Türklük adına katılımcı ve kaliteli bir istişare ortamı niteliği kazanır.
Divan Başkanı Doç. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ’ın daveti üzerine çıktığım kürsüde, ÜLKÜ-YAZ Genel Başkanı olarak yapabileceğim önerileri, kısmen dile getirmiş olsam bile, toplantının zamanlamasının gerektirdiği, zorunlu olarak uyulması gereken süre kısıtlılığı tüm görüşlerimi seslendirmeme izin vermedi. Bu eksikliği bu satırlardan gidermek ve toplantıya katılmayan okurlar ile toplantıda dillendirdiğim fikirleri paylaşmak üzere bu yazıyı kaleme alıyorum.
TÜDEV ile Özdeşleşen Türk Kurultayları
1992 yılı Cumhuriyet Bayramı’nda ülkemize gelen çiçeği burnunda Türkistan Cumhuriyetleri ve Azerbaycan Cumhurbaşkanlarının katılımı ile gerçekleştirilen Türk Dünyası Liderler Zirvesi’nin verdiği heyecan ile kurulan TÜDEV’in kuruluşu; Başbuğ Alparslan Türkeş’in talimatı ile hayata geçirilmişti. 1993 yılında 21-23 Mart günlerinde düzenlenen ilk “Türk Dünyası Kurultayı” bu heyecanın, hayat geçirilen ilk somut örneği oldu. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş yanında Cumhurbaşkanı Turgut Özal, KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Başbakan Süleyman Demirel ile Başbakan yardımcısı Erdal İnönü’nün örs üzerinde demir dövdükleri sahne televizyonlarda ilk haber olarak uzun uzun verildi. 1944 yılında “Turancılık Davası” olarak bilinen dava ile Türkiye dışındaki Türklerden bahsetmeyi suç sayan İsmet İnönü’nün oğlunun, henüz genç bir üsteğmen iken sözkonusu davada yargılananlardan birisi olan Başbuğ Türkeş’in önünde, örsteki demiri döverken verdiği görüntü, konuyu bilenler için ibretli bir sahne idi.
İlk kurultaydaki katılım düzeyine daha sonraki hiçbir kurultayda ulaşılamaması, “Türk Dünyasının Birliği” hayâli etrafında oluşan heyecanın kısa sürede tüketilmesinin göstergesi olarak kabul edilebilir. Ancak bu noktada, Türk dünyasının bir parçası olarak kabul ettiğimiz Türkistan Cumhuriyetleri’nden bazılarının ve özellikle Özbekistan yönetiminin kurultaylara soğuk tavrının da günahını vurgulamak zorundayım. 1993 Kurultayı’nın katılımcılarından birisi olarak, o gün sergilenen ve hemen tüm delegelerin gözlerini sevinçten yaşartan, yüreklerini kabartan birlik tablosunun, yakın gelecekte bir daha sergilenemeyeceğini bilmek insanı üzüyor.
Uzunca bir aradan sonra 2006 yılında günün başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın himayesinde düzenlediği 10. Kurultay nedeni ile milliyetçi/ülkücü çevrenin ağır eleştirilerine uğrayan vakıf yönetimin aradan geçen uzunca bir süreye rağmen, o eleştirilerin ağrılığından hâlâ kurtulamadıklarını hissettim. 2007 yılında 11. Kurultay olarak Azerbaycan’ın başkenti Bakû’de son kez toplandıktan sonra, aradan geçen 6 yılda bir daha gerçekleştirilemeyen Türk Kurultayı’nın en kısa sürede mutlaka toplanması ve bundan sonra da periyodları 2-3 yıl olsa bile düzenli olarak gerçekleştirilmesi, ortak bir dilek ve özlemdi.
Kurultayların bir gösteriden öteye gidemediğini, somut bir sonuç üretmediğini dile getirenlerin fikirlerini paylaşmıyorum. Bu kurultaylar hiçbir işe yaramamış olsa bile Türk yurtlarının değişik köşelerindeki bilgin, siyaset adamı, aydın ve sanatçıların tanışmaları, irtibata geçmeleri, kalıcı dostluklar kurmalarına zemin oluşturması ile tarihî bir görevi ifa etmiştir.
İstişare Toplantısından Notlar
Toplantıyı yöneten Divanı oluşturan isimlerden Doç Dr. Ruhi Ersoy’un postmodernizm dönemine -modernizmi kâmil anlamda gerçekleştiremeden- atlayan Türkiye’nin ne yapacağını bilememesi, bunun Türk milliyetçileri için de geçerli olduğu tesbiti, sürecin anlamlandırılması noktasında değerli bir analizdi.
Toplantıda görüş bildiren akademisyenlerin önerilerinden not aldığım pek çok ayrıntı var ama, hepsinden birer cümle ile bile bahsetmek bu yazının sınırlarını aşacaktır. Sadece Azerbaycan Türklerinden Prof. Dr. Kamil Veliyev’in “İran’da Tebriz’in çayhanelerinde, Bakü’nün küçelerinde Türkiye’nin hali tartışılıyor.” konusundaki göz tanıklığını mutlaka kayda geçirmeliyim.
Toplantı katılımcılarından Prof. Dr. Hülya Argunşah’ın son gelişmelerden hareketle, “Türklük kaygısının Türk kadınlarına da mal edilmesi” gereğine ve Türk milliyetçiliği hareketinin kadın paydasının zayıflığına, bu zaafiyetin -mutlaka ve mutlaka- giderilmesinin önemine işaret eden konuşması çok önemli idi.[1]
Derin bilgisi ve Azerbaycan Din Ataşeliğinde biriktirdiği gözlemleri ile Türk Dünyasının dinî birliği konusunda rakibi olmayan bir deneyimin sahibi olan Dr. Abdulkadir Sezgin’in esprilerle süslediği tesbitleri de dikkat çekti. Türk Dünyasının dinî birliği konusunda gerek anayasal bazda mezheb esasında örgütlenmiş olan bir komşumuzun, gerekse bütün Türk yurtlarını faaliyet alanı olarak seçen Hristiyan misyonerliğinin faaliyetlerine karşı yapılması gerekenler konusunda, TÜDEV’in Sezgin’den yararlanması gereğine işaret ederek geçiyorum.
“İç Türkler İçin Turancılık” Yapmak
Okurlar için toplantıda yaptığım konuşmadan da kısaca bahsetmek isterim. Toplantıya egemen olan son Taksim Gezi Parkı Direnişi ile ilgili psikoloji beni daha önceden hiç planlamadığım bir şekilde, Dünya Türklüğü ile ilgilenmenin, Türk Yurtlarının Birliği’ni hayâl etmenin Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan Türkler -ve özellikle de bu postmodern devrin millî kimlikleri aşındıran, kimliksiz/kişiliksiz birer birey olmayı adeta kutsayan etkisini iliklerine kadar hisseden Türk gençleri için önemine işaret ettim.
Türkiye’de Türk dünyası ile ilgili olarak sergilenen çabaların hedefinin Türkiye dışında yaşamak zorunda kalan Türkler’in hayat şartlarının daha iyi hale getirilmesi için sergilendiği genel bir kabuldür. Oysa bugünün dünyasında, Türk Birliği Ülküsü’nün hayâlini kurmanın Türkiye içerisinde de fonksiyonel bir faydası olacağına inanıyorum.
Sovyet sisteminin dışarıdan bakıldığında taş gibi sağlam göründüğü 70’li yıllarda her Temmuz ayının ikinci haftasında kutlanan “Esir Türkler Haftası”nın bendeki bir anısını paylaşırsam bugünkü durumun önemini ve değerini daha iyi anlayabiliriz. O yıllarda henüz bir üniversite öğrencisi ve büyük dedeleri Kafkasya’dan Anadolu’ya göç etmiş Karaçay Türkleri’nden birisi olarak, “Dış Türkler”, “Esir Türkler” adı ile oluşturulmağa çalışılan literatürünün kısıtlı kaynaklarını izlemeğe çalışıyordum. O sıralarda ABD’ye göç etmiş Kırım Türk-Tatarları’nın çıkarttığı Kırım dergisinde okuduğum bir yazı beni çok etkilemişti. Yazının başlığı “İç Esir Türkler” idi ve Türkiye’de yaşayan, ancak Türklük bilincinden çok uzak düşmüş/düşürülmüş büyük kitleyi tarif ediyordu. Bu “İç Esaret” konusunu daha sonra Yeni Düşünce’de yayınlanan iki makalemde işlemiştim.[2]
Bugün, bir Kırım Türk’ünün isyanına yol açan “iç esaret”in, işin başındaki kültürel kirlenme unsurları üzerine, çeşitli ambalajlarda paketlenerek satılan Türk-Telekom[3] gibi millî varlıklarımız, Yunan Ortodoks Kilisesi’ne önemli kısmı satılan[4] bankayı, Yunanistan ekonomisinin çöktüğü 2012 yılında kâr rekortmeni yapan ‘yurdum insanı’nın hali, ülkemizin basın/yayın/medya dünyasına nüfuz eden, görsel hafızamıza boca edilen parazitlerin ithalatçısı çokuluslu sermaye gibi sosyoekonomik boyutlarının da işlenerek, ne kadar derinleştiğini kamuoyuna mal etmek gerekiyor.
İşte, TÜDEV’in bütün bu konularda yeni bir vizyon geliştirmesi, Türklük için bir misyonu üstlenmesi zorunludur. Sadece 2-3 yılda bir düzenlenen protokoler kurultayların günümüz dünyasındaki etkinliği, artık yok sayılabilecek kadar önemsizleşmiş, zirvelerde verilen “aile fotoğrafı” pozlarının haber değeri bile kalmamıştır.
TÜDEV’in yeni döneminde yapacağı çalışmalarla Türklük bilincinin ülkemizde güçlendirilmesine katkıda bulunma hedefini de göz ardı etmemesi gerekir. Türklük dünyasının entelektüel birikimine katkıda bulunacak her çalışma, nesillerimizin bilinç dünyasını zenginleştirerek geliştireceği kesindir.
Öncelikle TÜDEV’in organizasyonu ile bir internet kütüphanesi, turkpedia gibi bir portal oluşturulmalı, e-dergi, e-kitap yayınları gerçekleştirilmelidir. Uzun ve kanlı tarihî süreçler ile Türkler olarak aramıza giren -ve yakın vadede aşılması zor görünen- sınırların internet üzerinden aşındırılması ve aşılması böylece mümkün olacaktır.[5]
Türk Gençliğine Yakın-Orta-Uzak Vadeli Hedefler Göstermek
İşte bu düşüncelerle, TÜDEV istişare toplantısında, ülkemizde son yıllarda sürekli saldırıya uğrayan ve oldukça yıpratılan Türk kimliğinin tahkim edilmesi, Türklük aleyhdarı akımların yıkıcı tesirinin etkisizleştirilmesi için, Turancılık bayrağının yeniden yükseltilmesi gereğini vurgulayan bir konuşma yapma gereğini duydum. Bunun için Türk gençliğinin önüne Milliyetçi kadroların yönettiği bir Türkiye’nin önderlik edeceği bir “yakın hedef” konulmalıdır. Bu yakın hedef, Ziya Gökalp’in de önerdiği gibi, “Türk-Oğuz Birliği” olabilir. [6] Bugünkü hali ile Türk-Oğuz Birliği, günün siyasi haritasında Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, İran, Irak ve Suriye kapsamında ele alınması gereken bir hedeftir.
Bu konuyu bir yazısında dile getiren, hatta rüyalarda bile, bu konuya kafa yorduğumuz değerli dostum Lütfi Şahsuvaroğlu’nun da işaret ettiği üzere “Türk-Oğuz Birliği”nin siyaset planında, siyaset aktörleri tarafından dillendirilmesi, bölgedeki komşularımızın uykularını kaçıracağı için imkansız denebilecek kadar zordur. Ancak yazar, aydın ve gençlerimizin Oğuz yurtlarında dolu-dizgin at koşturacağı bir hayâl tasarımına kim sınır çizebilir ki?..
“Orta vadeli hedef” olarak Türk-Oğuz Birliği’nin Türkistan coğrafyasına açılması ve nihayet “uzak hedef” için de Kamçatka yarımadasına kadar tüm Sibirya’dan Adriyatik’e kadar Türk kökenli veya Türk kökenli olmasa bile Türk kültürü ile derdi olmayan halkların tamamını kucaklayan bir birlik hedefi, nesilleri kucaklayan bir ütopya olarak Türk kamuoyuna ve özellikle Türk gençlerine, her türden sanat eserlerinde işlenerek bir tasarım olarak sunulmalıdır.
Bugünün gelecekten umutsuz, kişisel olarak kendilerini bekleyen hayattan beklentilerini “öğrenilmiş bir çaresizlik”le kısıtlamış, 18-28 yaş grubundaki gençlere, böyle bir ütopya sunmanın reel siyasette karşılığı olmasa bile, sanatçı ve yazarların zaten bir noktada hayâl ufuklarına at koşturan dünyasında nasıl bir sakıncası olabilir ki?…
1970’lerin dünyasında “Türk’ün şanlı bayrağını Moskova’ya asacağız” diye -bir şarkı/marş nakaratında olsa bile haykırmanın reel politiği mi zordu, bugünün dünyasında benim önerdiğim ütopyanın mı?..
Karar sizin…
_____________________________________
İletişim: http://www.hayatibice.net
[1] Türk kadının Türk tarihindeki yeri ve fonksiyonel yer alışı hakkındaki yazım için bkz.
Türkler’de Kadının Adı Var-dı- … http://hayatibice.net/?p=628
[2] Esaretin İki Boyutu: Dış Türkler / İç Türkler 1-2.
Bu yazılarım “Türk Yurtları Üzerine Notlar” kitabımda yer almaktadır.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=468414
[3] Toplantıya katılan isimlerden birisi olan ve 6 vakıf ile 16 derneğin kurucusu olarak STK organizasyonu ve yaşatılamaması konusundaki tecrübelerini aktaran Prof. Dr. Enis Öksüz ile yaptığımız çay sohbetinde, Telekom’un satış sürecinin gerçeklerini mutlaka yazması gereğini vurguladım. Türk-Telekom’un satış haberi konusundaki değerli bir özet için bkz.
http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/features/setimes/features/2005/07/19/feature-03
[4] Son süreçte hedefe alınan “faiz lobisi”nin Yunan Kilisesi ayağından habersiz bir çok kişiye yaptığım öneriyi okurlar için tekrarlıyorum: Google üzerinden Bank+Yunan+Kilise+Satıldı şeklinde bir arama ile ulaşacağınız sayfalar size çok şey anlatacak. Eğer bu arama sonucunda edineceğiniz bilgiler sizi etkileyecek olursa yapacağınız iş belli… Aynı aramayı etkileşimde bulunduğunuz “faiz lobisi”nden şikayetçi herkese önermenizi tavsiye ederim.
[5] Bu alanda Özbekistan’dan dünyaya sunulan turklib.com örneğine bir bakılmalı… Aynı şekilde birçok Türkçe kitabın kullanıma sunulduğu libgen.org sitesini de okurlarımın dikkatine sunarım. Bkz. http://www.turklib.com
[6] Bu yakın hedefin tarihî zemini, Gökalp’in “Türkçülüğün Esasları” kitabında yer almaktadır.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=111706&sa=142276834