Arif Nihat Asya: Dualar ve Âminler
Dualar ve Âminler
Arif Nihat Asya
TERCÜME-İ HALİM
25 kânunusani 1319 da Çatalca’nın İnceğiz köyünde doğmuşum.
Bu tarih, bugünden düne doğru gidilince 7 Şubat 1904 olur.
İstanbul’da Yüksek Muallim Mektebi’nden öğretmen çıktım.
Adana. Malatya, Edirne, Eskişehir, Ankara ve Kıbrıs’ta edebiyat öğretmenlikleri; arada idarecilikler yaptım.
1950-54 döneminde Seyhan milletvekilliğim vardır.
İlk yazım, Millî Mücadele sıralarında Kastamonu’da çıkmıştır.
Adana, İstanbul, Ankara ve başka yerlerde, türlü gazetelerle dergilere yazılar yazdım.
Şimdi de dergilere yazmakta; fakat, daha ziyade köşemde kitaplarımla meşgul olmaktayım.
İdeolojime uygun bütün teşekküllerle işbirliği halindeyim.
Dört çocuğum, dört torunum vardır.
*
ŞADIRVAN
Bir şadırvan, ki ses verir, ses alır
Ve suyundan melekler, aptes alır.
LÂRÎ CÂMİSİ (*)
Delik deşik bir hâtıra
Eski güzel yapıdan;
Ayıramaz gelip geçenler,
Pencereyi kapıdan!
Merâk edip sorarsanız,
Adı, «Lârî Câmisi»..
Görünür kubbesinin aralıklarından Gökyüzünün mâvisi.
Belli: ağlamış yazılar,
Sağnakta..
Ki çoğu, hâlâ,
Ağlamakta!
Şu sütun, vaktiyle,
Mermer gövdesi, tunç kispetiyle Çıkarken «Kırkpınar»a,
Şimdi devrilmiş kenara!
Dolu vurmuş kubbe,
Çiçekbozuğu duvar..
Yıkılan taşlar,
Dizini ovar!
Fırtına, alemden yakalamış,
Zelzele temelden,
Yetişin dostlar: gidiyor
Lârî Camisi elden !
Selimiye’nin Muradiye’nin Kitapta yeri var…
Onu kirn arar,
Kim sorar!
Kalk, Lâri Çelebi, mezardan;
Çıkagel «Merhabâ!» diye Ve sor: «Benim bir câmim vardı..
Nerde acaba?» diye !
Dönüşte mihrabını Sırtına çek abâ diye !
Umudu kesmiş, yazık,
Hayâtından hekimler..
Değişmez cemâati, artık,
Yoksullar, yetimler !
Burdan çeşmesi dinlesin;
Ordan ırmağı, deresi:
Elini kulağına koymuş Kırık şerefesi,
Kendi salâsını kendi verir Lârî minâresi!
1949
(*) Edirne’dedir.
MURADİYE (*)
Kurumuş ağaçlarına Leylekler, gelip akşamlar..
Dünkü şakrak şadırvanı, Şimdi, ağlar gibi damlar !
Alemsiz kubbelerini Ufukta aylar, tamamlar.
Cemâatidir yamâçta Secdeye kapanan damlar
Ve mübarek toprağında Yatar mübarek adamlar
Nerdedir şamdanlarını
Eliyle yakan akşamlar ?
Dün, şerbet çeşmelerinde
Şırıl-şırıldı ilhamlar..
Neyler dinledi bu avlu :
Ne tavırlar, ne makamlar!..
Rüzgarlara kaldı, artık,
Hüseynîlerle hüzzamlar !
Ağlama, ey Muradiye :
Geliyor çifte bayramlar !
İşte, Selimiye, karşı
Tepeden seni selâmlar.
i.
Mihrabından taze değil
Yanıbaşındaki çamlar !
Mihrabın, kubben, mimberin
—Hâlâ— İlâhî makamlar
Ve hâlâ, renk üstüne renk
Döker halılara camlar !
Murâdiye, Murâdiye;
Revâ değil sana gamlar…
Fânî baharlarımızdan
Çinilerine selâmlar!
EDİRNE’NİN CÂMİLERİ <*)
«Selimiye» derler, «Edirne» derler;
Tatlı bir gariplik duygusu gelir.
Kemerler, çeşmeler, minarelerle
Bir eski eserler kamusu gelir.
Minarelerden en tatlı ezanlar,
Dallardan güvercin huhusu gelir.
«Ayşekadın»a gül ve «Yıldırım»a
Üçşerefeli’nin kumrusu gelir.
Şu Selimiye’dir, şu Murâdiye..
Çinilerden sümbül kokusu gelir.
Karşına ya iki sedef çekmece,
Ya iki mücevher kutusu gelir.
Vezirlerin iki tuğlusu gider,
Arkasından yedi tuğlusu gelir.
Şurda aptes alır Hüdavendigâr;
Yerden suyu, gökten havlusu gelir.
Taşları kararmış bir yol ucunda
Üçşerefeli’nin kapusu gelir.
Şu yana dönersen «Eskicami»nin
Kesilmiş, biçilmiş avlusu gelir.
Atınca üç adım daha ileri
Bir serin kubbenin kuytusu gelir..
Dünyanın en güzel minareleri
Ve kubbelerin en ulusu gelir.
Türk’ün Trakya’da tapusu gelir..
Mihrabında bir
Teravi kılmaya
Denizler ardından yolcusu gelir.
Bilsen, ki bağrında kanar bir yara
Yarasını sarmak arzusu gelir.
Mahya olmak için «Sultanselim*e
Göklerden yıldızlar ordusu gelir.
Kubbeler menekşe, şerefeler gül…
Mermerinden çiğdem kokusu gelir.
SELİMİYE
Selim’lerden kalma muhteşem mlrâs,
Sinan’lardan kalma şanlı hediye ;
Kuvvetin turası, sanatın mührü,
Kubbeler kubbesi bir Selimiye.
İşte târih, işte batıyla doğu…
Görenler, göstersin böyle bir kuğu !
Onu günler tanır, geceler tanır
Dal gibi ince dört minâresinden..
Sanırlar, ki toprak ananın sütü,
Fışkırır toprağın fıskiyesinden.
İlhâmm, emeğin piri, ne yaman
Bilmeceler koydu taşlar altına :
Nesiller hayrân, asırlar hayrân
Bu kurşun, bu mermer saltanatına!
Dikmişler vererek, sanki, el ele
Selim’le Sinan,
Şu dalga dalga
Dağların önüne bir dalgakıran !
Ben böyle gördüm,
Torunum da seni böyle görecek :
Dışarda kurşunun kovan, içerde
»Mermerin petek.
Söyleyin zemâne yolcularına ;
Ey Çiftekumrular, ey güvercinler :
Şu tepeye konmuş nazlı kuğuyu
Ürkütmesinler !
Oynamasın Altmtop’un, yerinden..
Kaldı Edirne’nin altın devrinden!
Duvarlar, sütunlar ve minâreler,
Başlıbaşına bir eser, herbiri.,
Duvarlar, sütunlar ve minâreler,
Duruyor taptaze, dimdik, dipdiri !
Ne bir el sürçmesi, ne de bir yanlış..
Ki en ufak zerre, kımıldamamış.
Kıl kadar ileri, kıl kadar geri..
Her parça beğenmiş konduğu yeri.
Uzaklara bakan şu tepe bile
Sinan’ın eliyle çatılmış gibi.
Ve üzerindeki âbidenin her
Taşı, teraziyle tartılmış gibi.
Çağlayan gibisin ey Selimiye :
Mermerler, ışıklar köpüklerindir..
Çağıran bir elsin, ki şerefeler
Yüzüklerindir.
Yandı kandillerin, yazıldı mahyan..
Yine pırılpırıl kuruldu sofran ;
Yüreklerimizi yıkadı billûr
Avizelerinden içtiğimiz nûr.
Köyümün kızları, buhurdanına
Yürekler koymaya geldi uzaktan
Ve çiçek açtı
Mermerde, mermeri öpen dudaktan.
Bildik çinilerin körpeliğinde
Konuşan dili:
Mavi, Akdeniz
Mâvisiydi; yeşil, Kıbrıs yeşili.
Eski Edirne’yi ben, adım adım,
Ararken Edirne sokaklarında
Anladım, bildim ki şahdamarlarım,
Vurur senin mermer şakaklarında.
Seller, zelzeleler ne derse desin ;
Sen, yine, o eski Selimiye’sin…
Fakat —tarihime, adıma yazık ! —
Ben ne Selim, ne de Sinan’ım artık !
Kükreyen, şahlanan, koşan, atılan
O mutlu yiğitler, o mutlu iman,
Sınırlar aşmayı kuşlardan değil,
Öğrenirdi senin ezanlarından.
Ne bilsin Selim’ler, ne bilsin Sinan,
Ki avlun bu kadar küçülecekti..
Ey İlâhî kubbe; sana avlu, bir
Kıta gerekti!
KUBBELER
GÜLLER (t)
Çiçek çiçek serili
Halılar, bir ılık sahanlıkta..
Halılardan açan ikiz güller,
Büyümüşlerdi bir fidanlıkta…
Biri İsparta kızlarında duvak.
Biri târihtir Kızanlık’ta..
Alev alev iki gül,
Ki ışık neşreder karanlıkta.
KUBBELER (*)
Dün başlar seferber, eller seferber;
Kurşun eritildi, mermer çekildi..
Bunlar: bu kubbeler, bu minareler
Akçayla olacak şeyler değildi.
Böyle bir gemide yendi suyu Nûh
Ve bu yelkenlerle kanadlandı rûh.
Taşıtıp kalyonla pırlanta, inci,
Abide hâline koydu sevinci
Gergefte işleyip, bir inci sultan,
Ki çiçek verirdi saksıya koysan.
Bulabildinse, ey yolcu, yerini,
Hepsinin alnında altından bir ay,
Seyret İstanbul’un camilerini..
Minare minare, kubbe kubbe say !
Açılır masmavi burda gökyüzü ;
Gümüşten sütunlar üstünde durur..
Kiminin gölgesi, dinlenir yerde;
Kiminin beyazı, sulara vurur.
Allah’a giden yol, buralardadır :
Kapılar açılır şerefelerden…
Burdan uğurlanır mübarek aylar ;
Bayram, burda başlar arifelerden.
Mihraplar, kemerler, kubbeler yapmış
Sultanı, çerisi, piri, veziri
Nesilden nesile götürsün diye
Kanadlar üstünde şanlı Tekbîr’i.
Nice başbuğların açtığı yolda
—biri yârdan geçmiş, öteki serden—
Yolcular gidiyor yarma doğru,
Kafile kafile, bu köprülerden.
Kuşun uçuş, gülün açış saati,
Tanrı’nın fermanı, yüce kubbede…
Duyu ur uyanık «Fâtih»in «Uyan!»
Dediği, uzaktan «Sultanahmed»e.
Diken dikmiş, yakan yakmış mumunu…
Şamdanlar, şamdanlar., ulu şamdanlar;
Ki aydınlığıyla, asırlar boyu,
Yolunu bulurdu yolda kalanlar.
Burda kubbe kemer ve mihrab olmuş
O kıvrak şekil, ki serhatte yaydı ;
Atlas bayrakların dalgalarında
Rüzgârla öpüşen, ince bir aydı.
Kimi yıkanırken şadırvanlarda,
Tekbir’e«hu hu»lar katıyor kimi:
«Beyazıt» önünde güvercinlerin
İncidir yemi…
Söyleyin ey nazlı haber kuşları :
Tuna boylarından müjde geldi mi?
Uzaklarda kırık minarelerden
Gökte bir kapıyı vurur leylekler :
Birgün açılacak o büyük kapı
Ve kanadlar, yere inmeyecekler
—Taraf taraf, kol kol— şu yamaçlardan
Aktıkça fetihler tarihi Türk’ün
Kubbeler erecek birgün murada
Ve minareler, dal verecek birgün.
Geçersen altından bu loş kemerin
Menekşe menekşe, gül güldür içi…
Kapanmaz kapısı Allah evinin ;
Ki beş vakit gürülgürüldür içi.
Çiniler çiniler, taze çiniler :
Boyası göznuru, fırçası kirpik…
Ey sanat, «Kuruyan dallarımıza
Bir yeşil yaprak ver!» demeye geldik.
Biri hattın; biri mermerin, tuncun,
Kurşunun sırrını aramış, bulmuş :
Yesârî elinde «Lafza-i Celâl»,
Sinan’da kubbeyle minare olmuş.
İşte bir kubbe’ki söyler saati..
Yolcu ilk, dalgalar son cemaati…
Mavidir çinisi, «Yeni»dir adı;
Mermerini sisler, karartamadı.
«Şehzade», «Lâleli», «Hasekisultan»..
Hepsinin üstünde Süleymaniye…
Süleymaniye’den, Ayasofya’dan
Yollar iner, dal dal, Yenicami’ye.
Yelken yelken, seren seren gemiler :
Yamaçta, kıyıda, yolda camiler.
Bu horasan, mermer, kurşun dağları;
Omuzunda taşıdığı çağları,
Taşıyacak daha çağlar boyunca
Ve yer çekmeyecek, yere koyunca.
Yolları arkada bırakan hızla;
Kanadlarımızla, atlarımızla
Aşarken toprağı, taşı, denizi
Bu kurşun memeler emzirdi bizi.
(*) Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, S. 71
Ve bu yelkenlerle kanadlandı rûh.
Böyle bir gemide yendi suyu Nûh..
SÜLEYMANİYE
Bir ihtişam olup açılan kubben,
Durur asırların omuzlarında :
Kaçıncı nesildir aptes alanlar,
Şadırvanlarında, havuzlarında?
Fetih beldesinin hür çocukları,
Büyür beslenerek ezanlarınla..
Beraber yaşarlar iki dünyada
Süleyman’larınla, Sinan’larınla
Ve derler: «Gözümüz, sende açıldı:
Kundağımız sensin, beşiğimiz sen…
Küçükken önünde oynadığımız,
Büyüyünce gönül verdiğimiz sen!»
Küme küme, tüy tüy ve kanad kanad
Güvercinlerinde ruhlardır uçan;
Yine cemaatin arasındadır
Temelini atan, kapını açan.
Havamız, her yandan —geceleyin de— ya yeşillerindir, ya mavilerin..
Bilmeyiz, ey mabet, yerde mi, yoksa
Gökte mi kılınır teravilerin?
Eli boş dönmedik eşiklerinden:
Kaç kere gördün, iç ışığımızı
—Rüzgârdan, yağmurdan söndüğü zaman—
Avizelerinden yaktığımızı!
Tatsın yarınlar da çiçeklerini:
Yazıların, çinilerin solmasın!
Ey Süleymaniye, Süleymaniye,
»
Başımızdan kubben eksik olmasın !
Varlıksın geceler, günler dışında:
Kendinden sıcağın, rengin, ışığın..
Taşların canlıdır, kurşunun canlı:
Dinlesek duyulur nefes aldığın !
Doğrulup, «Allahü Ekber» diyerek
Mihrabın önünde elpençe duran,
Bilir ki göğsünün derinlerinde
Süleymaniye’nin kalbidir vuran.
Dünya güzeline yakışan nazla
Yüzüne duvaklar, tüller örttüğün
Güz sabahlarında —ancak— yürekler,
Olabilir senin yüzgörümlüğün!
Çıkabildiğim gün, içten, kubbene,
Başıma taç olmuş kurşunlarının
Altında derine bakıp, gördüm bir
Kökten geldiğini sütunlarının.
«Bu ne hikmet !» derken kendi kendime
«Bu ne hikmet!» dedi ses oyunları…
Ululuk, incelik, mâna, renk, oyun………………………………….
Nasıl birleştirmiş Sinan, bunları?
Bir büyük düğün var., söyle: şevval mi
Girdi, zilhiccenin onunda mıyız?
Öz çocukların, öz torunların biz,
Kucağında mıyız, koynunda mıyız?
Menekşeler açar kurşunlarında
Ve mermerlerinde kar çiçekleri…
Çinilerin orda lâle-sümbüldür,
Halıların burda nar çiçekleri.
Seni oya oya işlemek için
—Çizgileri, noktalan tartarak—
Yıllarca çalışmış yüzlerce kişi,
Göz nuruna iman gücü katarak.
Gövde kıvrımları, saç örgüleri
Yaşatmış duvarda Karahisârî
Ve burda kavuşmuş aradığına,
İlhamını burdan almış Yesârî.
Gün batıp doğdukça, dünya durdukça,
Üzerinde kalacaktır başların,
Öpülüp alnından Besmelelerle,
Yerlerine konmuş kilittaşlann.
Şerefelerine çıkan mutlular,
Avuçlarlar göğün mavilerini
Ve ilk kaynağından alırcasına
Aktarırlar bize Tanrı emrini.
Doğduğunu söylüyorlar dehadan:
Böyle bir esere dehâ da yetmez !
Görmeyenin onu düşünmesine
Havai de az gelir, rüya da yetmez [
Sütunu kıyamdır, kemeri rükû’ ;
Minareleri, her hâliyle dua…
Biz açarken iki avucumuzu
O, bizim için dört eliyle dua !
Bir aile gibi, çepçevre, küçük
Kubbeler büyüğün yavruları mı?
Yahut onlar da bu lütûflu yuvanın
Güvercinleri mi, kumruları mı?
Abidesi hesaplardan taşarken
Mimarı, kendini çekmiş ortadan..
Başarı burdadır, tevazu burda:
Eser ululuktan, imza noktadan !
Bakıp, bize örnek olsunlar diye
Yolladığı iki kahramanına
«Allah’ım, diyorum, lâyık adaşlar
Gönder Sinan’ına, Süleyman’ına î»
Doğuda, batıda sana döndükçe
Nasıl anlatayım gördüklerimi :
Sensin destanımın «Yelkeni atlas,
Direkleri gümüş.» dediği gemi !
Güneş güneş, ay ay üzerindeki
Altın alemler,
Zafer çağlarında aydan, güneşten
Elimizle kestiğimiz dilimler !
Sesin sesimizdir, ünün ünümüz;
Sende yarınımız, sende dünümüz..
Vedaı, selâmı sana, güneşin:
Sende biter, sende başlar günümüz !
Okşaya okşaya geçmiş —adeta—
Sıcaklarıyla yaz, karlarıyla kış…
Gitgide daha çok güzelleşmişsin:
Mevsimler yaramış, yıllar yaramış !
Elini tanıyan bunca gözdeden
Gidebilecekken murad almaya,
Helâllaşıp —birgün— onlarla Sinan,
Gelmiş —ilelebet— sende kalmaya.
Eline doğmuşsun: uzanıp, zaman
Zaman, her yerini yoklayabilir…
O ekmiş, o dikmiş: canı çektikçe
Lâleni, gülünü koklayabilir!
Biz de cemaatsek, birgün, hutbene,
Birgün, hatib olup mimberindeydik;
Şimdi, âyet âyet, mihrabındayız..
Demin, nidâ nidâ, göklerindeydik.
Hazırlıklarına yetişip ben de
Yoğurabilirdim horasanını ;
Bulunurdum dinleyenler safında
İlk selâlarınla ilk ezanını !
Sen en yakınısın., bilirsin elbet:
Kaç misli eseri vardır yaşının !
Fakat, söyle: nasıl sığmış yaptığı,
Bir insan ömrüne Mimar Başı’nın ?
Ey Süleymaniye, Süleymaniye,
Sabırlı kullardır Koca Sinan’ı
Gönül gönül, dil dil kutlamak için
Bekleyebilenler 9 nisanı.
Kıtadan kıtaya göçen bulutlar,
Minarelerini öper de geçer!
Mübarek geceler, yıldızlarını
Mübarek başına serper de geçer!
Yürekler doldurup taşırır sevgin..
Gelen, geçen hayran… yalnız biz değil.
Minarelerini seyre dalanlar,
Derler: «Gök kubbe de direksiz değil!
Ne mutlu çevrene, ne mutlu bize,
Ki seçmişsin ülken diye bu yurdu!
Ey sanat, gerçekten, Ulu Tanrı’nın
Bir evi olsaydı böyle olurdu !
IŞIKLAR
GÖRMEK ( •)
iki büyük manzara var :
Gözkapaklarımı açar ;
Rengi, biçimi görürüm…
Kapar, içimi görürüm.
AĞAÇ ([1])
Bir ağaç, ki eğile eğile
İbadet olmuş;
Bir ağaç, ki «Ağaç…» deyip geçmek
Âdet olmuş
Dallan, sallana sallana
Salıncak;
Budakları, inile çıkıla
Basamak;
Kendisi renkten, ışıktan, kokudan
Bir demet olmuş..
Cennet’i anlatan
Bir Âyet olmuş.
Karışmış dallar dallara..
Kuşlarını çağırır yollardan;
Uçurur kuşlarını yollara..
Rengiyle, kokusuyla, tadıyla
Ziyafet olmuş.
Su sesine, kuş sesine dalarak
Gölgesine uzanmak,
Saadet olmuş.
Bir ağaç ki, «Ağaç…» deyip geçmek
Âdet olmuş !
TESPİH ([2];
önümüzden geçer, gider..
Bir siyah tespih geceler
Bu tespihi bir çeken var.
Göğe açık yüzümüze,
Nur arayan gözümüze
—Testi testi, kadeh kadeh—
Işıkları bir döken var.
Nereye, nereye yolcu ?
Yine önünde bir doğu,
Yine ardında gölgen var.
Koncanı rüzgârlar aldı ;
Dalında bir sızı kaldı…
Söyle ey gül, söyle: nen var ?
Nedir, nedir bu çatırdı?
Yine birşeyler yıkıldı;
Yine devrilen, çöken var.
Önümüzden geçer, gider..
Bir siyah tespih geceler ;
Bu tespihi bir çeken var.
ZİYARET
Bir Cennet köşesi fışkırmış gibi
Bu mermer bu toprak yığınlarından
Çiçekler açılır —san, kırmızı—
Altın yüreklerin altınlarından.
Kırık taşlarında akisler kalır
Doğunun, batının yangınlarından.
Bir sofra kurulur burda renklerin
Ve kokuların en baygınlarından
İlâhî yemişler düşmüşçesine
Dişbudaklarından, kayınlarından.
Murâd alır, gece, ateşböceği
Ve gündüz, kelebek akınlarından.
Dallarına, bazan, kuşlar gelir en
Şakraklarından, en çapkınlarından.
Hayata ısınmış buldu kendini,
Kim geldiyse hayat kırgınlarından.
Bir akarsu, minimini, Fâtiha
Okuyarak geçer yakınlarından.
*
Üç kardeş, üçü de evvel zamanın
Eli öpülecek kadınlarından…
Ki şu yamaçlarda öper, beş vakit,
Yeşil seccâdeler, alınlarından.
YER ve GÖK
GÖKYÜZÜ
Yüz sen de mavisinde, karanlıklarında gez:
Bir yer ki mutlu kubbe, çıkan inmek istemez !
Mİ’RÂC
Ruhun kadar hafif yüreğin, kolların, başın..
Çıkmaktasın büyük yola… Cibril yoldaşın;
«Geldim, dedin, uğurlayanım Mescıd-i Haram…»
Bindin Burak’a, Mescid-i Aksâ binektaşm.
Görmek dilerseniz o ilâhı misafiri
Saygıyla, ey ezel vc ebed, siz de yaklaşın !
Bir böyle nûru görmese —ey can— zaman, mekân
Ma’nâsı neydi ölçü kabûl etmeyen yaşın?
Ey şarkı garbı yeryüzünün; ey şimal, cenûb..
Dağ taş, gönül gönül, en asıl aşkı paylaşın !
En kutlu elle gönderilip gökten, ey kemer ;
Şükran, senâ, duâ ile konsun kilittaşm !
Ey kubbeler ve ey yedi iklimi, âlemin ;
Rahmetle, mağfiretle —bu akşam— dolup taşın !
GECELER
([3])
Bu ne şâhâne şeb… ki bir billur
Lâle açmaktadır hilâlinden !
Bizi âzâdedin, güzel geceler,
Günün vebâlinden !
Ne tükenmez hazînedir mehtâb :
Doldu peymâneler, zülâlinden
Bir ipekten etek bilip öptüm
Seni, ey şeb, düşen zılâlinden !
Ayların vardır., ayna ayna doğar.
Ki taşar aynalar, cemalinden !
Bize sarmaşdolaşv koyun koyuna.
Tatlı bir uyku ver helâlinden
Ve giderken lâtîf ezanlarını
Dinlet, ey âşinâ, Bilâl’inden ! –
LÂLELER
Kokunuz nerde ve siz nerdesiniz
Ey hakikatli vatan lâleleri ;
Hani yer Cenneti Sa’dâbâd’ın
Ünü bir yurdu tutan lâleleri ?
Ben ararken sizi gurbet gurbet,
Açtı mermerde Sman lâleleri!
Şakı ey kuş, vatanındır dallar..
Andırır dalda yuvan, lâleleri…
Ki uyandırdı sesin, yıllardır
Uyuyan lâleleri :
Açtı billûrda Bakî ve Nedîm,
Açtı mermerde Sinan lâleleri î
Ebedi kubbede aylar, günler
Seyrederler oradan lâleleri.!’.
Siz de ey dal dal esen meltemler,
Geçmeyin okşamadan lâleleri :
Uğrayın bir de Süleymaniye’ye…
Ki açar orda Sinan lâleleri !
KUBBE
Bir kubbe, ki ses vermede çm çın
Altında vc üstünde ezanlar..
Koynunda vatan toprağı gül gül ve muhiti
Çepçevre vatanlar !
Etrâfı saran nazlı güvercinleri görsen :
Bir mahşer, uçanlarla konanlar )
Altın turalardır, ki silinmez
Hatlarda Yesârî eli, taşlarda Sinan’lar !
Bir sönmeyecek, solmayacak nûr,
Mü’minlerinin secdeden, alnında nişanlar…
Mü’minlere mev’ûd, Mihrâbının ardında cihanlar !
Kalmış gibi —yer yer— yarı metrûk,
Ey, artık, oğul vermeyecek yaslı kovanlar ;
Bilmem, yine altın mı buhurdan,
Üstünde muattar mı dumanlar ?
Tekbîr ile, Tehlîl ile bayram namazında
Neslimle helâllaşmaya gelsin ramazanlar !
GÖKLER
Bir kubbe, ki gökler Tâli’lerimiz, burçlarında.
Kânunları ondan bu yerin, nisanı ondan…
Ondan umuyor rahmeti annem, mezarında !
Ey kutlu define,
Kıymetçe, tek incin, nice dünyâ tutarında !
Bir kuştüyü yorgan
Yumşaklığı bulmaktayız, en sonra, karında.
Bîçâre susuzlar,
Mümkün, giderek, mâviyi içmek, pınarında
Ey kutlu define,
Kıymetçe, tek incin, nice dünyâ tutarında !
MÎRÂS
Faydasız, gayri, bu desteklerle
Bedenin tahkimi:
Geldi son yaprağına Bir ömür takvimi…
Ki, merasim olacak, şâhâne,
Göğe bir çift kanadın takdimi !
Rûh Hakk’ın ve beden arzındır :
Biri gökler, biri yer teslimi..
Bu küçük mirasın, Böyledir, böyle olur taksimi !
Sorma: ma’nâsı nedir çırpınışın ?
Başlıyor rûhun uçuş ta’lîmi ;
Tutabilsin diye, bir menzilde,
Ebedî iklîmi.
UÇMAK
Bir meleksen, görelim: Azrâîl,
Can alırken de nezâket göster !
Bu iş —ergeç— olacak, ey bedenim ;
Sen de bir parça metânet göster!
Ve sen, ey rûhum, uç —artık— yuvadan
Kanad açmakta mehâret göster….
Yüksek uçmakta cesâret göster !
DUALAR
TESPİH (*)
Küçülmüş, Yunus’un “dertli dolab”ı
“Çıtır pıtır” olmuş “yalab yalab”ı.
(*) Kanadlar ve Gagalar’dan.
D U Â
Biz, kısık sesleriz., minareleri,
Sen, ezansız bırakma, Allaah’ım !
Ya çağır şurda bal yapanlarını;
Ya kovansız bırakma, Allaah’ım !
Mahyasızdır minareler… göğü de
Kehkeşansız bırakma, Allaah’ım !
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma, Allaah’ım !
*
Bize güç ver… cihâd meydanını
Pehlivansız bırakma, Allaah’ım !
Kahraman bekleyen yığınlarını
Kahramansız bırakma, Allaah’ım !
Bilelim hasma, karşı koymasını:
Bizi cansız bırakma, Allaah’ım !
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma, Allaah’ım !
Yarının yollarında yıllan da
Ramazansız bırakma, Allaah’ım !
Ya dağıt kimsesiz-kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma, Allaah’ım !
Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma, Allaah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma, Allaah’ım !
***
MERSİYE
Hudâ; ki rûz-i ezelden asil kıldı bizi,
Resûl-i Ekrem’e birgün vekîl kıldı bizi ;
Taraf taraf, yedi iklimi Hak’ka da’vette
Delîl kıldı bizi ;
Sonra, bilmem ne oldu : baht-ı si-‘âh
Hacîl kıldı bizi..
O hacâletle büktü boynumuzu
Ve melûl ü melîl kıldı bizi..
Düştü, bir bir kopup, kanadlarımız…
(Aziz-i vakt idik… a’dâ, zelil kıldı bizi! )
Bize heybet veren, Celâl’inden,
Nice yıllar, çelil kıldı bizi.
Kâinâtmda Zât-ı Akdes’ine
Halil kıldı bizi.
Sormayın, sormayın fakat: şimdi,
Hangi eller, sefîl kıldı bizi ?
Cebinimizde tecellî edip Cemâlü’llaah,
Bir zamanlar, cemil kıldı bizi ;
Elimizden gül açtı bâdiyeler…
Kerem kerem Yed-i Takdir, Nil kıldı bizi
Ve zeminin bütün susuzlarına
Sebil kıldı bizi!
Yüzümüz yok «Neden, niçin?» demeye
(Aziz-i vakt idik… a’dâ, zelîl kıldı bizi! )
D U Â ([4])
Kulluğundan, rizândan hâriç
Ümûr verme bana !
‘ t’.ır değilse düşür sâfilîne kevkebimi
Ve nûr verme bana !
Yolunda haz duyacaksam elin bükâsından
Siirûr verme, İlâhî, sürür verme bana !
Ufuk ufuk açılan lâyezâl fecrini ver ,
Fücûr verme bana !
Sambam sen ve san’atım senden ;
Gurûr verme, İlâhî, gurûr verme bana
Posada kullanacaksam en ince zerresini
Şuûr verme bana !
Huzûru selbedeceksem cihanda bir lâhza
Huzûr verme, İlâhî, huzûr verme bana !
Halka, mahlûka sevgiden gayri
Kusûr verme bana !
Gerek değilse kudûmum bu hâkdâna eğer
Zuhûr verme, İlâhî, zuhûr verme bana !
YILLAR, AYLAR, GÜNLER
Burdan başlamak üzere beş bölüm;
Rübâiyyat-ı Arif, Kıbrıs Rübâîleri
Nisan, Kova Burcu kitaplarından seçilen rübâilerle meydana getirilmiştir.
A.N.A.
İFTAR
Ey karlı köyüm, beyaz köyüm, hür yayla ;
Birgün —ki oruçluydu yamaç, dam, tarla—
Yoldaydım uzaktan okunurken ezanın..
Bir dağ tepesinde iftar ettim karla.
İHTİYAR TOPLAR
Zekâi Konrapa’ya
Bir gümlemcden, yakın yürekler hoplar ;
Târihe gider —sorulsa— soylar soplar…
Döndükten sQnı*a, kaç seferden yorgun,
İftar topu olmuştur emektar toplar.
KIBRIS’TA CEMRELER
AUaah’a güvendik, bu dönek devre değil !
Bir kerre gelirmiş ecel, üç kerre değil!
«Kıştan» demesinler, öfkeden titriyoruz ;
Ey yıl, bize cephane gerek., cemre değil!
O K
Yollar geçerek kumbaradan, kurşundan
En sonra atom doğsa da şundan, bundan,
Ey mutsuz yolcu, her savaş dünyada
Başlar atılan bir okla yay burcundan !
HIRKA
Gördün: ne elimde tunçtan kalkan var,
Pîr’im, ne içimde fazladan bir can var ;
Ben, ortaya izninle çıkıp er diledim..
Kâfî bana, sırtımda senin hırkan var#!
MEVLİT
Zeyrek’lcn kalkıp, ey Hatim, her yana git !
Ey Fâtiha’m, Eyyup’ta yatan Sultan’a git !
Ey Mevlid, uğra—bir bir— ölmüşlerime ;
Ey Yâsin’im, uç., sen de Ziyâ İlhan’a git !
ASR-I SAADET
Biz tay-yi zamân etmede erbâb olduk:
Mazi ile, âti ile ahbâb olduk…
Kıldık, dolaşıp Asr-ı Saâdette karar..
Ey kutlu Muhammed, sana Ashâb olduk.
SEHİV SECDESİ
Bir gizli haber geldi, ki Hak müjdesi bu ;
Da’vetlerin en sessizi, en sâdesi bu..
Dostlar, bacılar, uzun sürer— beklemeyin:
Binlerce hatâya bir sehiv secdesi bu !
O GÜN
Birgün, ki ne eşbâh, ne nâsût kalır ;
Sözler de, teraneler de mebhût kalır…
Âlemde şekiller çözülür, kalkar renk..
Ta’rifsiz varlığıyla Lâahût kalır.
NUR
-Niyazi Akkan’a-
En kuşkucu, cn haddini bilmez kuldum..
Ey mu’cize, sâyende senin, kurtuldum :
Nûr indiği gün çevreme, rahmet rahmet,
Ben, bir su kabarcığında bir gök buldum.
ŞÜKRAN
-Cenap Muhittin Kozanoğlu’na-
Yok hüsne hudûd, aşka hudûd, Allaah’ım !
Yetmez seni takdise sücûd, Allaah’ım !
Ey gönlüne, ey zikrine âşıklarının,
En tatlj gelen ismi, «Vedûd», Allaah’ım!
ŞİKÂYETLER
İKİZ
Gelmiş gibi gayb’dan bu dünyaya ikiz
Bir çehrede, bir boyda ve bir endesiniz:
Ey kendini bedbaht bile talihli,
Ey kendini mes’ûd bilen talihsiz !
GELENEKLER
İnsan, yiyecek’tir, içecek’tir şimdi ;
(Ahlâk), bilinmez, ne demektir şimdi!
Destan masal, imanlı yobaz, aile lâf;
Altın gelenekler gidenektir şimdi.
NAFİLE
Dostum, bize benzemez o., başka bir âileden…
«Meşguulüm..» der, uzak durur kaafileden…
Hep nâfilelerle doldurur günlerini ;
Lâkin, bulamaz farza vakit, nâfileden.
ESKİ KİTAPLAR
Yıllarca ya rahleler, ya raflar yerimiz…
Derken, bakarız: kuytu taraflar yerimiz…
Birgün, yola çıkmış buluruz kendimizi :
Birgün, yeniden, olur Sahaflar, yerimiz !
YUSUF
Çöllerde umutsuzca düşüp kalkarsın ;
Derken, kuyu buldun., iğilip sarkarsın ;
Yûsuf çıkacak belki, uzatsan elini…
Lâkin, «Biri var orda!* deyip korkarsın..
BENLİK
Benlik —ki ya Fir’avun, ya Nemrûd olmuş—
Kendinden yüz bulunca ma’bûd olmuş…
Lâkin —şükür Allaah’a, ki— gerçek îman,
Câlût’un karşısında Dâvûd olmuş!
Dünyamızı sorma: hem yeter, hem yetmez ;
Alçakları var., tartmaya dirhem yetmez !
İnsanlık buysa çok gelir bir Cennet ;
Lakin. Yüce Tanrı’m, on Cehennem yetmez!
DERMAN
Rüzgârlara binsen de dolaşsan dehri,
Gezsen yedi iklimde bin bir şehri,
Derman bulamaz derdine, yolcum, kimse,
İçtinse eğer, «lâ» kadehinden zehri.
SANAT
San’atta, henüz, yok değişiklikten eser…
Ey yolcu, bu yol böyle gelir, böyle gider :
Yüz bin senedir Kaabil için destanlar
Yazmakta kalem, Hâbil için mersiyeler.
A F
Şefkat yolunun, ey arayanlar darını ;
Gelsin diye —artık— ıstırâbın yarını,
Af fikrine selviler, kavaklar., derken
Kaldırdı minâreler de parmaklarını.
KARALTI
Bir kapkara gölge.. Kıbrıs’ın damgası bu !
Birlikte, berâber yaşamak dalgası bu !
Zannetme, ki boşluktaki sesler boşuna :
Çanlarla ezanların ağız kavgası bu !
SAKAL
Hoşlanmıyor artık gerilikten, kabadan :
Aydın delikanlım dedelerden, babadan
Gördüğüne «yobazlık» diye fetva vererek
Siması için sakal getirtir Küba’dan.
B İ Z
Dünlerde büyük, günde küçük bir konuyuz ;
Geçmişte kalan destanın —artık— sonuyuz..
Gittikçe gelişmiş iki yandan iki dev…
Artık, ara yerde biz, «lenâ» nın «nun»uyuz.
TAŞ
Heyhât, onun ellerinde taşlar, şimdi;
Şerden korusun kendini başlar, şimdi!
Biz, Şeytan’ı taşlarken iş altüst oldu..
Ey gökyüzü, Şeytan, bizi taşlar, şimdi!
KÖK
Takdir, bırakmış gibi yersiz göksüz,
Bir gövdeyiz ortalarda dalsız, köksüz..
Sen söyle: nasıl, nasıl yaşarlar, Tanrı’m ,
Dünden de, yarından da kalanlar öksüz?
CİHÂD
Yetmez şakadan gözdağı., tenkil ister ;
Alçakları boğmaksa hedef, Nîl ister…
Kahretmek için Ebrehe’nin fillerini
Gökten —sürii halinde— Ebâbîl ister !
KORO
Ey hikmeti kimseden sorulmaz Ma’bûd ;
Elden ne gelir: böyle çizilmiş bu hudûd :
Onlar, koro hâlinde söz, alkış, na’ra;
Bizler, koro hâlinde sükût !
MERDİVEN
Bir merdiveniz yuvanda, mimber değiliz !
İnsanlarız, ey yâr, melekler değiliz !
Yastık veren el, kanad da vermiş., lâkin,
Uçmakta ve konmakta muhayyer değiliz
ÂMİNLER
Gördük safamızda kutlu Tâcüddîn’i ;
Gördük, tanıdık Ayaşlı Bünyâmîn’i..
Besbelli, bizimkiler kanadsız, Tanrı’m ;
Varsın sana —bâri— onların «âmin»!!
İKRAM
Yanmışlara, ey mâvilerin mâvisi gök,
Dök mavini, dök mavmı, dök mavim, dök !
Renginle yıkansın —yine— içler, dışlar ;
Kansın —yine— ikrâmma yaprak, dal, kök !
Gönlüm, dilim, «Artık, acılar dinsin!» der :
«Sönsün nefretler, sona ersin kin!» der…
Çıkmaz, lâkin, duâma «Âmin!» diyecek..
Ancak, mezarından ölüler, «Amin !» der !
YENİDEN
Elsizlere el, dilsize dil ver yeniden !
Lütfet, bize bir şanlı nesil ver yeniden !
Dünyayı alıp avcuna birgün. Tanrı’m,
Avcunda bu dünyaya şekil ver yeniden !
YURT
Dün, kutsal ellerle sürülmüş yurdum;
Onlardan sonra küstürülmüş yurdum…
Allah, sana lâyık etsin evlâtlarını,
Ey kubbesi «âmin»le örülmüş yurdum !
CAMİLER
KUBBELER VE GÜVERCİNLER
Son melce’ odur yeryüzü sakinlerine..
Takından icabet gelir «âmin!» lerine…
Seyreyleyin, ey yolcular: uymuş ne güzel,
Kurşunlarının rengi, güvercinlerine
FÂTİH CÂMİSİ
Üstünde alemlerin var: altın destan !
Altında sütunların, kurulmuş divan !
İman, ortanda muhteşem bir kubbe ;
Ey âbide, çevrende ilim (Sahn-ı Semân)
SİVAS
Görmem karışık, korkulu düş uykumda ;
Artık, dağılır —varsa biraz— kuşkum da…
Ey çifte minâreler, Sivas —şimdi— yuvam ;
Siz çifte nöbetçilersiniz ufkumda !
SÜLEYMANİYE
-II-
Dağ parçası kubbeler.. Ufaktan, iriden :
Gel, haşmeti gör yandan, ilerden, geriden;
Bir mu’cize devrinde Sinan, Erciyeş’i,
İstanbul’a dikmiş, getirip Kayseri’den !
SİSTE MİNARELER
Top toptu gelen ipekliler, Leylâ’ma :
Lâhûr’dan esti bir bulut, dünyâma ;
«Süslenmelidir, deyip, beden, bel, şerefe !»
Giydirdi gelinlik, en lâtif endârtıa !
— II —
Pirim, başımızda, sen ki mimarbaşısın ;
Dağlar, tepeler yapan gücün sırdaşısın !
İzninle, şu köprüden geçip târihe,
Ârif de Selîmiyye’n için taş taşısın !
MEHTERLER
Bir bir bırakıp göçtüğümüz yerlerden
Sesler geliyor, he,r gece, mehterlerden…
Kalbim, diyor: «Ey gökyüzü, inmiş olamaz
Haşmetli Fetih sûresi, mimberlerden !»
HATTAT MUSTAFA ABDULHALİM ÖZYAZICI
Hattında —hocam— herbiri, bir başka eser ;
Bir başka şefâatçi.. ki ardınca gider,
—Ta’lîk, celi, rik’a, sülüs, dîvânî—
Üslûb üslûb çektiğin Besmele’ler.
KANDİLLER ve BAYRAMLAR
Şîıhit buna avlular, sokak, bahçe, yazı ;
Şâhit nîsan yağmuru, kânûn ayazı :
Tanrı’m, nice yıl, Ankara, kar üstünde,
Yağmur altında kıldı bayram namazı.
SEKER BAYRAMI
m
Hâlâ, anasızlar, analar ağlar mı?
Kuşlar mı göğünde çırpınan, ruhlar mı ?
«Bayram* yazıyor takvimimiz., sen söyle:
Ey gökyüzü, Kıbrıs’ta da bayram var mı ?
SİSTE MİNARELER
- II —
Yoktur daha canlı bir misâl, iphâma..
Benzerler uzaklarda kalan rü’yâma…
Derler: «Zilka’de geçti., zilhiccedir ay…»
Hac mevsimi, onlar da girer ihrâma.
BAYRAMLAŞMAK
«Bayram», dediler., biz ağladık, ağlaştık…
Lâkin, tanıdıklar bularak, yaklaştık…
Öptük şu asırlık çınarın yaprağını…
Kuşlar, yuvalar, sularla bayramlaştık.
ŞERBET
Tatlıydı, muattardı şurup; buzluydu..
Kardan köpüğüyle dağ kokan bir suydu…
Göklerden inen hurilerin Âminc’ye
Gökten getirip sunduğu şerbet, buydu..
Rahmetle şefâat, iki yandan kanadın..
Artık, geleceklerce yüreklerde adın…
Zannetme, ki müjde bekleyen yalnız sen :
Yer, gök O’nu beklemekte, ey mutlu kadın !
KERVAN
Vâhaydı, onunçin, bu alev bâdiyesi..
—Ey yol— halisiydi kum… bulut, şemsiyesi!
Gelmiş, kanad olmuş gibi bir yanda «ebed»,
Bir yanda «Samed»ti isminin kaafiyesi !
REGAAİB GECESİ
Bir müjdeli akşam ki «Regaaib» derler
— Şükran kesilir Tanrı’ya gökler, yerler..
Baştan başa ma’betlerimiz incileşen
Kandillerdir, sedefleşen mermerler.
REFREF
—Kâmil ŞENEL’e
Yıldızlar ışık damlası, ay —sanki— sedef..
Ay’dan da, Zühal’den de uzaklarda hedef :
Bir yolcu götürmekte, bu akşam, adını
Rüzgârla kanad sesinden almış Refref.
Yıl çölse mübarek gecelerdir vâha :
Vicdanı, melekler gelecek, ıslaha…
Mi’râcta nurun inecektir kandil
Kandil (Hacı Bayram)la (îbâdullah)a
MİHRÂB
Mescitte —ki teşrifine Ashâb açılır—
Mihrâba yönelsen sana mihrâb, açılır..
Mimberde yüzün döndüğü gün ümmetine
İçlerde de, ey Resûl, mehtâb açılır.
Mİ’RÂC GECESİ
Yaklaştığı akşam kulunun Allah’a
Mevlid sunarız, kadeh, kadeh, ervâha..
Canlarca salâtız ve gönüllerce selâm,
Tanrı’m, o büyük, o muhteşem Seyyâh’a..
Mİ’RÂC KANDİLİ
Dünyâmıza, hergün, yeni bir müjde getir !
«Yâkuut» de, «elmas» de, «Zeberced» de, getir
Mes’ûd bir akşam, bize yıldızlardan,
Ey kutlu Muhammed, beşibiryerde getir !
BERAT GECESİ
Her mü’mine bir kutlu berattır verilen ;
Ni’metle huzûrdur, hayattır verilen…
Bilsen ne cömerd olur bu gökler pazarı :
Üç (Yâsin)e üç çift kanaddır verilen
KADİR GECESİ
Dışlar gibi, içler de ılık., cemre kadar…
Nûr içmede dağ taş., yuvadan kabre kadar…
Yüksekten açılmış yere rahmet kapısı..
Va’diyle göğün, açık kalır fecre kadar.
KİTAP
Öp, alnına değdir., ki bu, bir başka kitap…
Ancak, durulanmış, temiz eller ona kap…
Sık sık okuyorsun kapanıp., lâkin onu,
Ey Ârif, okutmak, okumaktan da sevap!
EL’ÂYÂT
—Kemal Edip Kürkçüoğlu’na –
El ceyşü, yekuulü min hünâ: «Râyâtî. *
Abdük Ârif, kaale: «Rubâiyyâtî……… *
Yâ Rabbü, terâ kilâhümâ sâcideke
Fi Kur’ânik hîne tekuul: «Âyâtî………………………………… »
A F
- II —
Ömrünce mi kaygu, ayrılık, gam görsün?
Bir tatlı sabah, ışıklı akşam görsün !
Gel açmaya —artık— bu açılmaz kapıyı •
Ey müjde, hapishâne de bayram görsün !
- 84 —
HACILAR BAYRAMI ([5])
Bayram, dedi: «Ben, mutluların bayramıyım !»
Toplum, dedi: «Mutsuz kişiler toplamıyım !*
Gün baltı ve dünyâya gariplik çöktü ;
Akşam, dedi: «Ben, gariplerin akşamıyım !*
İBRAHİM PEYGAMBER
Ufkun, bir dağ., yolunda yer, gök dilsiz…
Kumlar, iki yanda bir deniz., sâhilsiz…
Dalmış gidiyordun ufka, İsmâil’le ;
Ordan dönecektin —demek— İsmâil’siz !
KURBAN BAYRAMI
Hac mevsimi sonlarında, ey kutlu vatan,
Sen bayrama kurban düşünürken burdan,
Baş koymuş orda, öksüz öksüz, kapına,
Yavrun, uzatır boynunu kurban kurban î
YATIR
YATIR
Kimi, bulutlar gibi uzak;
Kimi, yapraklar gibi yakın..
Kuşlar, sürü sürü;
Kuşlar, akın akın Geçti üstümden…
Konmaya gittiler başka kıtaların,
Başka dünyaların çatısına…
Ölü ben, yatır ben, evliyâ ben,
Elimi sürdüm onların toprağıma düşen
Karaltısına.
Küme küme, yığın yığın
Arılar, hüsnüyusuflar, güvercinler, atlar;
Eller, ayaklar, etekler, kanadlar
Güzellikleriydi
Dünyânın
Ve şu dünyâda gönül verdikleriydi
Ölmüş bildiğiniz Evliyâ’nın !
Hepsini tanırım uzaktan, yakından..
Seslenip taşlar, topraklar altından
«Boş geçmeyin!» dedim ;
Güvercininden İlâhi istedim
Ve bal ısmarladım, arısına.
Nefesim, talihim, rüzgârım onlar..
Sizin kanadlarınız değil,
Benim kanadlarım onlar !
Geldi gelenler, gitti gidenler…
Bâri, hemşerilerim, siz Boş geçmeyiniz :
Selâm söyleyiniz benden
Bir gönül adaklısına,
Ki gönül vermişti erlerin
Tunç bileklisine, demir kuşaklısına…
Dinleseniz hikâyesini,
Ağlarsınız alınyazısına !
***
Ruhum var, kanadım, yüreğim var ;
Menim de isteğim, benim de dileğim var ?
Evvclcc kimlerdi hazırlıyan.
Şimdi kimdir hatırlıyan?
Nerde şâhâne tabaklarla
Şâhâne dilimler ?
Ki, İhlâs’larla Fâtiha’lar
Kahvaltıydı,
Yâsin’ler öğle yemeği
Ve ziyâfetti Hatim’ler…
Artık uğramaz oldular
Türbemin kapısına !
Hangi eller,
Yâsin gülü diker
Evliyâ’nın saksısına ?
Fakat istemem —artık— zahmetlerinizi ;
İstemem, istemem hiçbirinizi…
Yeter ki gölge etmeyin, dikilip
Taşımın karşısına !
***
Eskiler de böyleydi ;
Bir yandan beni düşünür, bir yandan
Kulak verirlerdi şöhret lâkırdısına..
Bırakıp koşarlardı onlar da —sizin gibi—
Ağız şapırtısına…
Ve yarın için yetmezdi onlara da
İki katlısı ;
Tâlib olurlardı Cennet’in
Yedi katlısına.
Bırakın, rahat bırakın Evliyâ’yı..
Doya doya seyretsin
Sonbaharında dünyâyı ;
Burda tamamlasın ,
Orda başladığı rü’yâyı !
Bâzan antika meraklıları, gelir ;
Ne «merhabâ!» der, ne selâm verir… Bir para gibi evirir çevirir ;
Bakarlar taşımın Turasına, yazısına.
Yoruldum., dinlenmek sırası benim ;
%
Burda dolaştıkça kuzular,
Burda oynadıkça yavrular Bahçem, yuvam, Cennet’im,
Gül dalım, menekşe demetim Burası, burası, burası benim !
Yine gün doğdu, toprak ısındı…
Siz ey küçük dâvetlilerim, uyanın ! Gelip şu kimsesiz, şu öksüz Evliyâ’nın Ya kırık dökük duvarlarına davanın
- •
Yâhut uzanın çevresinde Yeşil halısına !
Ne dilerlerse getiririm ;
Elimle toplar, elimle Uzatır, veririm :
Gelsin kuzularım Kahvaltısına!
Tünesin taşıma güvercinler,
Dalıma kumrular..
Onlar, artık, benim Kuşlarım oldular.
Kimi, güneşlenmeye otursun ;
Kimi ip atlasın, *
Uçurtma uçursun :
Oynaşsın çevremde yavrular !
Fâtiha’sız olurum :
Yâsin’siz olurum ;
Onlarsız olamam :
Alıştım ince seslerin şarkısına !
Benim do bir kalbim vardır, analar ; Uymuş yaramazların Aynk palırdısına!..
Mevsimim, sıcağım, bahârım onlar.. Sizin çocuklarınız değil,
Benim çocuklarım onlar !
Ve bir çocuk kavgasında Boşanınca gözyaşları ,
Benim incilerim ,
Boncuklarım onlar !
Ya siz ne istersiniz, ey Köyümün erkekleri, kadınları?
Ben neyleyim, kendi yaralarınıza Sarın bunları…
Bağladıklarınız benzer Yara sargısına.
Bir adım daha atın, Gelmişken büyük diyânn Kıyısına !
Gerdektir burda kıyılar.. Dalgalar, dalgalarla yarışır Ve rüzgâr uğultusu, karışır Dalga çağıltısına.
Ey yaralı yürekler,
Acılı bedenler ;
Ey kavuşturmak isteyenler Kovanına arısını,
Kovanını ansına
- Ve ey yaklaşmak isteyenler Tanrı’sına ;
Burda ümit, burda haber.. Burdan yol gider Dünyânın çatısına !
Doğurun ruhlarınızı —Kadın, erkek, kız—
Azâd olsun ruhlarınız ; Karışsın gözlerin feri, Yıldızların pırıltısına !
Bir sıkıştırır, bir çekilir ; Saat saat gelir,
Nöbet nöbet gelir:
Rûhu âzâdetmenin acısı, Benzer doğum sancısına.
Ey sıtmalılar, sevdâlılar ;
Ey bir vefâsız ardında vefalılar ; En güzel çâre mâvilerdir Sıtma sarısına !
Sancılılar, inanın ;
Kulunçlular, güvenin Toprağın kara yakısına !
Gerisi, boşuna uğraşmaktır…
En güzel ilâç da topraktır Baş ağrısına.
Uıtıiyorsunuz… selâm söyleyin dünyânın Kuğusuna, martısına !
Ey geçenler hayâtın yarısını,
Ey gelenler hayâtın yarısına,
Ey. hepsi, benim kadir bilir ziyaretçilerim Sizindir göğüm, yerim..
Yine buyrun Evliyâ’nın Kapısına…
Bir daha sefere, beklerim Gece yatısına !
***
NAAT
-Hakkı Mahmut Soykal’ın ruhuna ithaf olunur-
Seccaden kumlardı…
Devirlerden, diyarlardan Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı !
Mescit mü’min, mimber mü’min..
Taşardı kubbelerden Tekbîr,
Dolardı kubbelere «âmîn» !
Ve mübarek geceler, dualarımız , Geri gelmeyen dualardı..
Geceler, ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı !
Kapına gelenler, yâ Muhammed ,
—Uzaktan, yakından—
Mü’min döndüler kapından !
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi ;
İki dünyada aziz ümmet, Muhammed ümmetiydi.
Konsun —yine— pervazlara
Güvercinler ;
«Hû-Hû» lara karışsın
Âminler..
Mübarek akşamdır ;
Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsin’ler !
Şimdi seni ananlar ,
Anıyor ağlar gibi..
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi ;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi…
Nerde kaldın cy Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi ?
Günler, nc günlerdi, yâ Muhammed :
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı..
Ve birgün, ki gaflet Çöller kadardı,
Halime’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi,
Amine’nin emaneti ağlardı !
Hadîce’nin koncası,
Âişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği,
Göklerin resûlüydün..
Elçi geldin, elçiler gönderdin…
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed ?
Yeryüzünde riya, inkâr, hiyanet Altın devrini yaşıyor..
Diller, sayfalar, satırlar (Ebû Leheb öldü.) diyorlar:
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed ;
Ebû Cehil, kıtalar dolaşıyor !
Neier duydu şu dünyada
Mevlid’ine hayran kulaklarımız :
Ne adlar ezberledi, ey Nebi,
Adına alışkın dudaklarımız !
Artık, yolunu bilmiyor ;
Arlık, yolunu unuttu
Ayaklarımız !
Kâ’be’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed,
Bugünkü kadar î
Haset, gururla savaşta ;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi..
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği..
İyiliğin türbesine Tiirbedar oldu iyi !
Vicdanlar sakat Çıkmadan yarma.
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına !
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi, Tâif’tir, kimi Hayber’dir..
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir!
Ne doğruluk, ne doğru ;
Ne iyilik, ne* iyi..
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi…
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yabanlar :
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar..
Atını hendeklerden —bir atlayışta—
Aşırdı aşıranlar…
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar !
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı..
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı !
Konsun, yine, pervazlara
Güvercinler ;
(Hû-Hû) Iara kanşsın
Âminler..
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsin’Ier !
Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar ?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan Şimale giden yoldaşlar ?
Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.
Şu Tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir..
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi..
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi !
Şu kuytu, cinlerin mi ;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva —ki bilinmez,
Kuşları hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?
— Kuşlarını, bir sabah,
Medine’ye uçurdu mu ?
Ey Abva’da yatan ölü,
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü ;
Hatıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü !
Dinleyene, hâlâ,
Çöller ses verir :
«Yâleyl!» susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhüd.
Kaside söyler Bedir.
Sen de, bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebûbekir ;
Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir !
Ebûbekir’de nur, Osman’da nurlar..
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar ;
Alî’nin önünde kapılar açılır,
Ali’nin önünde eğilir surlar.
Bedir’de, Uhüd’de, Hayber’de
Hak’kın yiğitleri, şehid olurlar…
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı ;
Yerde kalmazdı ruh., kanadlıydı.
Konsun, yine, pervazlara
Güvercinler ;
(Hû hû) lara karışsın
Âminler..
Mübarek akşamdır :
Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsin’lcr !
Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Yâ Muhammed, yarına ;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Âdem oğullarına !
Yüreklerden taşsın Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini ;
Evliyâ, okusun Kur’an’lar !
Ve Kur’ânı göznûruyla çoğaltsın
Kayışzade Osman’lar !
Na’tini Gaalip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar !
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namaz] kıldıranlar !
Gel, ey Mulıammed bahardır..
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır !..
Hacdan döner gibi gel ;
Mi’rac’tan iner gibi gel ;
Bekliyoruz yıllardır !
Bulutlar kanad, rüzgâr kanad ;
Hızır kanad, Cibril kanad ;
Nisan kanad, bahar kanad ;
Ayetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad..
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat !
Çöllere dökülsün yıldızlar ;
Dizilsin yollarına Yetimler, günahsızlar !
Çöl gecelerinden, yanık Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun ;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezanlarını Dâvûd okusun !
Konsun, yine, pervazlara
Güvercinler;
(Hû hû) lara karışsın
Âminler..
Mübarek akşamdır ;
Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsin’ler !
========================================
İÇİNDEKİLER
MİHRAPLAR
Şadırvan …………………………………… ……………………………………………….. 9
Lûrî Câmisi 10
Murâdiye ………………………………….. ……………………………………………….. 12
Edirne’nin Camileri 14
Selirpiyc …………………………………… ……………………………………………….. 16
KUBBELER
Güller 20
Kubbeler …………………………………… ……………………………………………….. 21
Süleymaniye ……………………………. ……………………………………. 25
IŞIKLAR
Görmek …………………………………….. ……………………………………………….. 33
Ağaç ………………………………………… ……………………………………………….. 34
Tespih 35
Ziyaret………………………………………. ……………………………………………….. 36
YER ve GÖK
Gökyüzü …………………………………….. 39
Mi’râc …………………………………….. 40
Geceler …………………………………….. 41
Lâleler …………………………………….. 42
Kubbe …………………………………….. 43
Gökler …………………………………….. 44
Mîrâs …………………………………….. 45
Uçmak ……………………………………… ……………………………………………….. 46
DUALAR
Tespih …………………………………….. 49
Dua (I) ……………………………………… ……………………………………………….. 50
Mersiye …………………………………….. ……………………………………………….. 51
Duâ (II) …………………………………. ……………………………………………. 53
YILLAR, AYLAR, GÜNLER
İftar, îhtiyar Toplar …………………….. ……………………………………………….. 57
Kbns’ta Cemreler, Ok, Hırka …………. ……………………………………………….. 58
Mevlit, Asr-ı Saadet, Sehiv Secdesi 59
Ogün, Nur, Şükran ……………………… ……………………………………………….. 60
ŞİKÂYETLER
İkiz, Gelenekler, Nafile ………………… ……………………………………………….. 63
Eski Kitaplar, Yusuf, Benlik 64
İnsanlık, Derman, Sanat 65
Af, Karaltı, Sakal G6
Biz, Taş, Kök …………………………….. ……………………………………………….. 67
Cihâd, Koro,- Merdiven 68
ÂMİNLER
Âminler, İkram ………………………….. ……………………………………………….. 71
Âmin, Yeniden, Yurt 1………………… ‘……………………………………………… 72
CÂMİLER
Kubbeler ve Güvercinler. Fatih Camisi 74
Sivas. Süleymaniye, Siste Minareler … ……………………………………………….. 75
Selimiye, Mehterler, Hattat Mustafa A. Özyaztcı 76
* KANDİLLER ve BAYRAMLAR
Ankarada Bayram Namazları, Şeker Bayramı,
Siste Minareler …………………………… …………………………………………….. 70
Bayramlaşmak, Şerbet, Mevlit Gecesi . ……………………………………………….. 80
Kervan, Regaib Gecesi, Refref ……….. ……………………………………………….. 81
Ankara’da Mi’râc Gecesi, Mihrâb, Mi’râc Gcccsi 82
Mi’râc Kandili, Berat Gecesi, Kadir Gecesi … 83
Kitap, El’Âyât, Af ………………………. ……………………………………………….. 84
Hacılar Bayramı, İbrahim Peygamber, Kurban
Bayramı ……………………………………. ……………………………………………. &5
YATIR
Yatır ……………………………………… …………………………………. 89
NAAT
Naat ………………………………………………………………………………………….. 99
AKİF NİHAT ASYA’NIN KİTAPLARI
Ayetler (Nesir Şiirler) II. baskı
Kan;ıdlar ve Gagalar (Vecizeler) II. baskı » Riibâiyynt-ı Ârif (Rübâîler)
Kubbe-i Hadrâ (Şiirler)
Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor (Şiirler)
III. baskı (Yağmur Yayınları)
Dualar ve Âminler (Şiirler)
(Yağmur Yayınları)
Kökler ve Dallar (Şiirler)
(Toprak Yayınları)
Kıbrıs Rübâîleri (Rübâîler) İlaveli II. baskı
(Defne Yayınları)
Nisan (Rübâîler)
Emzikler (Şiirler)
Enikli Kapı (Nesirler)
Kova Burcu (Rübâîler) (Defne Yayınları)
Terazi Kendini Tartamaz (Nesirler)
(Defne Yayınları)
Tehdit Mektupları (Nesirler)
(Defne Yayınları)
IU)TakUt*n şiir ı Icri kadar dini *ür- teriyle dr kim yap – | mı? olan rif Nihal Asya’nın ba vadideki şiirlerini Uk defa bir kitap halinde rt topluca »unuvona •İzlere.
Mihraplar, Kubbe- Irr, Işıklar, Yer ve (lök. Dualar. Yıllar- aylar • günler. Şlki- yctlcr. Aminler. C. iniler, Kandiller re IU) ramlar, Yatar ve Naat bö Hinlerini İte tlva eden kitabımız ALLAH’a yükselen duaların ve ecdadı mmn çO <11 kubbe Irr «erpiştlnllfti gft- zel vurdumınun kay bettltimiı toprak • lardakl boynu bfl. kUk minarelerin wr- nnı •AyHvecektlr »talere.
Bir hilâlin örtüsü içine rizlenmia türler en gtıri lfadeshıl yine MM afiyU» yeceklerdlr sîzlere.
lffiİ de ÇatJca’nın Inceğlz köyünde doğmuş ve İstanbul Yüksek Muallim Mektebinden mezun olduktan tonra muh telif illerde o» Kılf- ru’ta edebiyat öğretmenliği yapmıştır.
1950 . 1X4 yılları nrmıntltı Srtjh/m
Milletvekili olarak vazife görmüş, bir çok dergi ta gazetelerde fıkra yazarlığı yapmıj, fiirier yayınlamıştır.
Yayınlanan 15 e- terinden bafka pek çoğu da haztr vaziyettedir. Hâlen Ankara’da oturmaktadırlar,
Tarımmış şairlerimizden olan üstadın mevcut bütün eterlerini Yağmur YaymevCndm te • min edebilirsiniz.
(*) Kubbe-i Hadrâ’dan.
(*) Emzikler’den.
* Ser-nigûn oldu taktımız, Tann’ m; (Aziz-i vakt idik… a’dâ, zelil kıldı bizi ! )
[1] Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor’dan.
[2] Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor. S. 41.
[3] Aynalarda Kalan’dan.
[4] Kubbe-i Hadrâ. S. 80
[5] Kıbrıs’lılar böyle der.
Dualar ve Âminler / Arif Nihat Asya
Yağmur Yayınları: 31
Şiirler : 5
Kapak kompozisyonu : FİKRET AKGÜN
Dizgi ve Baskı: NURGÖK MATBAASI
Kapak Baskısı : ÇELTÜT MAT. KOLL. ŞTİ.
YAĞMUR YAYINEVİ
Ankara Cad. 123 Kat:2 İSTANBUL 1967