# Etiket
##GENEL

Ahmet KABAKLI: OSMANLININ BAŞLANGICINDA TÜRK EDEBİYATI

I. Osmanlı Sempozyumu Konuşması

( Eylül 1984, Söğüt )

OSMANLININ BAŞLANGICINDA TÜRK EDEBİYATI

Ahmet KABAKLI

Gazeteci – Yazar

 

Efendim

Sayın kaymakam beyin teşebbüsleriyle gelişen bu iş kendine doğru uyanmakta olan Türk Cemiyetinin en güzel işlerinden biri­dir. En güzel teşebbüslerinden birisidir.

Osmanlı…. İmparatorluğu burada bir rüya gibi, büyük çınar gibi dünyaya yayılmıştır. İsterim ki, Osmanlıya dönüş ümidi bu memleketi sarsın. Söğüt ruhundan ruh alalım. Ertuğrul, Osman, Orhan Gazilerin idealizmine büyük imanla bizde yeniden kavu­şalım.

  • Söğüt toprağına, Söğüt fikriyatına, Söğüt imamna dön­mek zorundayız. Zira bir yerde Osmanlıyla, Selçukluyu da bu Söğüt birleştiriyor.

Bu hu’susta bir şey daha size söylemek istiyorum. Sayın Sü­mer biraz evvel bir rakam verdiler. Belki yanlış hatırlıyorum. Lütfen tashih etsinler, 200 binin 300 binin üstünde şehit verdik. Girit’i almak için öyle mi efendim? Bu kadar şehit verdik. Fakat 300 sene orda kaldıktan sonra ‘bizi adeta ayn bir sınıf gibi, sanki oralara hakim olmamış bir istilacı gibi avrupa haçlı fikriyatıyla kaynaşarak bizi dışarıya attılar.

Yani biz Girit halkım biz müslümanlaştırmak dinlerine do­kunmak şunu yapmak bunu yapmak için en ufak tar gayret har­camadık. Şimcli soruyorum bu iyi mi oldu, kötü mü?

Doğrusu eğer milli tarihimiz düşünülürse kötü oldu derim. Ama eğer Avrupa bir gün insanlık denilen (hümanizm) nesneyi anlamak seviyesine gelirse günün birinde Avrupa idealizm ve in­saniyet kavramlarını sahiden anlamak durumuna gelirse politik oyunlardan, haçlı ruhundan Ermeni’yi şımartmak gibi küçük iş­lerden Avrupa kurtulursa insanlığa yükselirse o zaman bizi anla­yacaktır. Peygamber Efendimizle bilindiği üzere putçular müta­reke teklif etmişlerdir. Bu mütarekede «kendisi bizim putlarımızı kabul etsin bizde kendisinin Allah’ını kabul edelim» demişlerdi. Efendimizin cevabı: «onların putları onlara, benim Allah’ım ba­nadır» demek ki Kuran’ı Kerim ve Türk’ü bu güne getiren İslam inancı taviz kabul etmiyor.

Yani ne öyle olsun hem de böyle olsun şekli yoktur. Böyledir, böyle olacaktır. Böyle olduğu içindir M Kudüs’te Hz. Ömer’in tan­zim ettiği nizamı yani kiliseye, putlara, dinlere, dillere dokunma­mak ilkesi Hz. Muhammed’in Kur’an-ı Kerim’in telkinlerinden ileri geliyor.

Fatih Sultan Mehmet aynen İstanbul’da tatbik etti. Daha sonrakiler de başka kıtalarda başka adalarda aynen tatbik ettiler. Şu dahi sorulabilir. Acaba biz bu nizamdan kaydıktan sonra mı yıkıldık? Buda bir sualdir. Biz bu büyük nizamı hakkı ile tatbik edemediğimizden mi bu hale geldik? Bu suali arkadaşlarımız ken­di kendilerine sormalıdırlar. Benim anlatacağım 13. Asır Osmanlı’nın kurtuluş asrı, Türkün büyük devlet olma başlangıcı büyük bir asırdır. Türk’ün en büyük olduğu ülküye en temiz bir imana doğru koştuğu bir asırdır. Bu asrın benzeri ancak 14.-15. asırlar­dır. 16. asırdan itibaren Osmanlı kendi idesinden kayar. Kendi büyük inancından tavizler vermeye başlar. Osmanlı idealizmi sö­ner. Büyük devlet olma sancüan lüksleri, sefahat vs. başlar. Yani biz bilindiği gibi zirveye vardığımız aynı zamanda dönüşe başlamışızdır ki tabiat kanunu da bunu söyler. Bu büyük asrı hazırla­yan şüphesiz ki İslâm idesidir.

Bu büyük asrı hazırlayan şüphesiz ki Oğuzlardan getirdiği­miz, Oğuz dediğimiz Oğuz olarak getirdiğimiz büyük hasletlerle İslam inancına bağlılığımızın birleşmesidir. Sayın milli eğitim baJkamnın burada ifade ettiği gibi Türk İslam sentezinin oluşma­sıdır. Bu inanca öylesine bağlıyız ki mesela Mevlana’nın bir sözü aklıma geliyor. .

«Mcğoldan yüz bin iman bayrağım çıkarmak» barbar, Moğol, gaddar Moğol, vahşi Moğol, dinsiz, anadoluya gelmiş çapulcu. Fa­kat anadoludaki inanç Türk-İslam sentezi öylesine kuvvetli ki bir müddet sonra bu barbar bu vahşi Moğollardan iman orduları çık­maya başlıyor. Zaman içerisinde bunların bizim idemiz için küıç sallamaya başladıkları görülür. Kılıcın fikre yenüdiğini, kılıcın fikri ve iman tarafından idare edildiğini anadolunun 13. 14. 15. asırlarında çok açık görmekteyiz. Ben Söğüt toprağım da size bi­raz anlatmak istiyorum. Namık Kemal’in bir sözü geldi aklıma.

Diyorki :

«…
Payini suzan eder dikkatle baş rahına

Kalbini atmış geçerken aşinalardan biri»

Söz çok güzel biraz gençlere yabancı geleceği için açıklayalım.

Diyor ki :

«Ayağımın önüne, yoluna dikkatle bas çünkü ayağın yana­bilir.»

Çünkü tanıklardan dostlardan biri buraya kalbini atmış olabilir.

Ben burada güzel kutsi bir belde gördüm. Ve ayağımı dikkat­le atıyorum. Ve her taşın başında her mezarın kitabesinde bir aşi­na var. Bir dost var, bizi yapan bir maya bir öz var.

Bu bakımdan Söğüt’lüleri Osmanlının daha yakınları olma­ları itibariyle kıskanıyorum. Bilecik toprağını hakikaten Türk milletinin bir gün adeta kutsi bir toprak gibi bağrına basacağını ümit ediyorum. Böyle sönüp kalmayacak. İnşallah fazla turistikde olacak güzel günlere güzel yapıya doğru gidecek. Namık Kemal’in bir sözü sevgili hocamız Bahaddin Ögel tarafından tenkit edildi. Namık Kemal diyor ki:

«Biz ol nesl-i kerim-i Türk-i Osmaniyeyiz kim

Cihangirhane bir devlet çıkardık bir aşiretten»

Yalnız ikinci mısra alınırsa doğrudur. Bu büyük devlet aşi­retten çıkmaz. Çünkü anadolu zaten Türk’tü devlet hepsinden birden çıktı, doğrudur. Ancak bu bir öğünmedir. Yani Namık Ke­mal bunu bir tarihi gerçek diye söylemiş, bununla öğünmüştür. «Bakın biz bir aşiretten devlet yapabiliriz.» demek istemiştir.

Böyle bir girişten sonra bugün konuşmak istediğim mevzua el atayım. Önce mübarek yüzlü Osman Gazi,…. Osman Gazinin şair olup olmadığım bilmiyoruz. Ancak tarihçiler ona bir şiir izafe etmişler. Benim gönlüm de bu şiirin ona ait olmasını istiyor. Çün­kü ona çok fazla yakışıyor. Bu şiiri şimdi okuyacağım. Yalnız şunu ifade edeyim ki, önce bu güzel bir vasiyettir. Evlatlarına bir vasi­yet, Türk milletine bugünkü oğullarına bir vasiyet. Ahlak içinde felsefi içinde gönül zevki içinde, güzelliği içinde şaşılacak kadar güzel vasiyettir. Burada Osmanlı Türklüğünü bize anlatıyor. Ta­rihçi Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiyasının son cildinde Osmanlıyı anlattığı yerde Osman Gazi’nin bu şiirini de bize veriyor.

OSMAN GAZİ’NİN VASİYETİ

Gönül kerestesi ile

Bir yeni şehr-ü pazar yap Zulmeyleme rençberlere

Her ne istersen var yap

Eski yeni şehri ban

İnegöl’e dek hep varı

Kuıp geçirdik kûffârı

Bursa’yı da yık, tekrar yap

Kurt olup girme sürüye

Arslan ol bakma geriye

Çar olup «hay» de çeriye Dilgeçidini hisar yap

İznik şehrine hor bakma

Sakarya suyu gibi akma Ezenkmid’i de al yıkma.

Her bürcünde bir hisar yap Osman, Ertuğrul oğlusun

Oğuz, Karaman neslisin

Hak’kın bir kemter kulusun İslâmbol’u aç gülzar yap.

 

Yunus o devrin kuruluş savaşlarında bulundu mu? Osman Gazi ile görüştü mü? Söğüt’e geldi mi gelmedi mi? Bunları yüzde yüz kesinlikle gösterir vesikalar elimizde yoktur.

Yunus’un andığı birkaç özel isim arasında Söğüt çevresi veya Osman Gazi veya devrin büyüklerine ait kimselere rastlayamayız. Yunus’un huyu bunu gerektirir. Hem de elimizdeki vesikalar eksiktir. Bu bakımdan bilemeyiz.

 

Ama bazı romancılarımız, senaristlerimiz film yazarlarımız yapıştırmışlardır. Yunus Emre ile Osman Gazi’yi büyük devleti­mizin kuruluşunda toir araya getirmişlerdir. Bu yakıştırmaları bizde kabul edebiliriz. Ama unutmayınız ki elimizde bunu ispat­layan herhangi bir vesika yoktur. O devrin pek çok kahramanlık şiirleri menkıbeleri yazılmış, Yunus bunların içerisinde yok. Yal­nız bir yerde Yunus’u da bir Gazi olarak bir efsanenin içinde gö­rürüz. Osman Gazi’nin, Orhan Gazi’nin bazı seferlerinde Yunus Emre’nin de bulunmuş olması muhtemeldir. Çünkü tasavvufi hayat orduya da girmiştir biliyoruz. Alperenler yani hem asker hem ermiş insanlar. Belki Yunus da bunlardan birisi, belki sivil bir derviştir. Yeni vesikaları bekleyeceğiz ama daha çok bekleriz. Öyle anlaşılıyor. Zira Yunus şifahi bir şöhrettir. Bütün Türki­ye’nin sevdiği ve tanıdığı bir insandır. Biz Yunus’u anmışken onun bir eşsiz şiirini yani şaşılacak kadar güzel, şaşılacak kadar modem, şaşılacak kadar çağdaş, halden hale geçiş, psikolojiden psikolojiye geçiş halim anlatan bir şiirini size okuyayım.

YUNUS EMRE’DEN BİR ŞİİR

Hak bir gönül verdi bana-ha demeden hayran olur

Bir dem gelir şâdi kılur-bir dem gelir giryân olur

Bir dem sanasın kış gibi-şol zemheri olmuş gibi

Bir dem beşaretten doğar-hoş bağ ile bustan olur.

Bir dem gelir söyleyemez-bir sözü şerheylemez

Bir dem dilinden dür döker-dertlilere derman olur

Bir dem çıkar arş üzere-bir dem iner tahtesserâ

Bir dem sanasın katredir-bir dem taşar umman olur.

Bir dem cehalette kalır-hiç nesneyi bilmez olur

Bir dem dalar hikmetlere-Calinus u Lokman olur.

Bir dem div olur yâ peri-viraneler olur yeri

Bir dem uçar Belkıs ile-Sultan’ı ins ü can olur

Bir dem varır mescidlere-yüz sürer anda yerlere

Bir dem varır deyr’e girer-İncil okur ruhban olur

Bir dem gelir İsa gibi-ölmüşleri diri kılar

Bir dem girer kibr evine-Fir’avn ile Hâman olur

Bir dem döner Cebrail’e-rahmet saçar her mahfile

Bir dem gelir gümrâh olur Miskin Yunus hayran olur.

 

İnsan, Türkü-Söğüt’ü, Osmanlı’yı aynı güzellikle anlatan, bü­tün tezatlarıyla anlatan bütün içyüzüyle anlatan, bu büyük şiirin üstüne başka şiir olmayacağından… Ben size nasip olursa gelecek sene o devrin diğer şairlerini de anlatırım. Burada keselim. Büyük Yunus’a büyük Osmanlıya, büyük Osman Gazi’ye devrin büyük ülkü ve imanına selam ederiz. Sizleri saygıyla selamlarım.

***

Bu arada dinleyicilerden bir kişi yazar Ahmet Kabaklı’ya şu soruyu yöneltti.
Sayın Ahmet Kabaklı miraç kandili ile ilgili bir yazınızda miraç gecesinde Peygamber Efendimiz ile Cebrail A.S.ın buluş­ması anında «bunlar» Türk cengâverleridir diye rivayet var. Siz­ce bunun dayanağı nedir? Teşekkür ederim.
Efendim bu Ebu’l-Gazî Bahadır Han'ın bir rivayetidir. Ebu’l Gazi Bahadır Han, Kureyş kabüesinde Türk olduğu dolayısıyla Peygamberimizin de Türk olduğunu ifade ediyor. Bu bizim milh hayalimizin bir parçasıdır.
Böyle şeylerin belgelenmesi zordur. Ama biz dünyanın en sevgili, bizim en sevdiğimiz Hz. Muhammed’in bizden olmasını istemişizdir. Mesele bundan ibarettir.