“Altın Elbiseli Adam” / H. Nihal ATSIZ
“Altın Elbiseli Adam”: KAZAKİSTAN’DA BULUNAN MEZAR
H. Nihal ATSIZ
Türk Tarih Kurumu tarafından üç ayda bir yayınlanan Belleten’in Temmuz 1969 tarihli 131. sayısında (427. sayfada) “Milâttan Önce Dördüncü Yüzyıla Ait Türkçe Yazıtlar Bulundu” başlıklı kısa bir haber vardı. Tass Ajansı’nin Alma Ata kaynaklı bir haberinde bu yazıtlarda yapılan incelemelere göre bunların Milattan Önce 4. Yüzyılda meydana getirildiği ve merkezi ile ırmağı bölgesi olan eski ve tek bir Türk devletinin varlığının ortaya çıktığı ilâve ediliyordu. Haberin sonunda da Türk Tarih Kurumu’nun Moskova’daki Türk Büyükelçiliğine ve Sovyet İlimler Akademisi’ne mektup yazarak bu husustaki yayınların gönderilmesini istediği ve bunlar geldikten sonra incelenerek edinilecek bilginin tarih kitaplarına geçmesinin sağlanacağı açıklanıyordu. Bu haber Türk tarihi bakımından çok mühimdi. Bu sebeple, daha sonra çıkacak olan Belleten’leri merakla bekledik. Fakat Ekim 1969 tarihli 132. sayı, Ocak 1970 tarihli 133. sayı ve Nisan 1970 tarihli 134. sayılar, hem de biraz gecikerek çıktığı halde bu eski Türk yazıtları hakkında hiçbir haber yayınlanmadı. Biz merakla beklerken, Ankara’da yayınlanan haftalık “Devlet” gazetesinin bir sayısında Hasan Oraltay’ın “Altın Elbiseli Adam” başlıklı makalesi bizi oldukça aydınlattı. Doğu Türkistan Kazak Türkleri’nden olup Almanya’da bulunan ve Almanya’yı bol bol gelen “Kazakistan Cumhuriyeti” yayınlarını takip eden Hasan Oraltay bu konu üzerinde çok ilgi çekecek bilgiler vermektedir. Şöyle ki: Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti İlimler Akademisi, Tarih‐Arkeoloji ve Etnografya Enstîtüsü’nün Arkeoloji bölümü müdürü olan Kemal Akişoğlu yönetiminde, Kazakistan başkenti Almatı (= Alma Ata) şehrinin50 kilometreyakınındaki Esik Harabeleri’nde yapılan kazı sonunda altın elbiseli bir adam bulunmuştur. Bu adamın başlığı tamamıyla altınla süslenmiş ve altınların üstü at, aslan, yabanî koyun, geyik ve dağ keçisi resimleriyle işlenmiştir. Zırhı, ceketi, şalvarı, çizmesinin üst tarafları da altınlarla süslüdür. Bu altınlar o kadar çoktur ki arkeologlar ilk önce bu genç adamın tamamen altından elbise giydiğini sanmışlardır. Kemeri ise som altındandır. Bu altınlar üzerindeki işlemeler büyük bir sanat eseridir. Sağ kolundaki kılıcı, sol tarafındaki bıçağının kını ve kamçısı da hep altınla kaplıdır. Kimyevî usullerle yapılan incelemelere göre altın giyimli adamın 18 yaşlarında olması gerekmektedir. Sağ elindeki iki altın yüzükten birinde insan resmi vardır. Bu mezarda 4000 tane altın eşya bulunmuştur. Fakat bir de gümüş eşyalar vardır ki asıl mühim olanlar bunlardır. Çünkü bir gümüş kepçenin dibinde 26 harfli bir yazı görülmüştür. Bunlar bizim bildiğimiz Gök Türk (Orkun) yazılarına çok benzemekte, bazıları da onlarla ayniyet göstermekledir. Kazak Türkleri’nin tanınmış şair ve tarihçilerinden Olcas Süleymanoğlu, 25 Eylül 1970 tarihli “Kazak Edebiyeti” (= Edebiyatı) gazetesinde Altın Elbiseli Adam hakkında bir yazı yayınlamıştır.
Olcas Süleymanoğlu bu yazısında “İşin mühim tarafı bu yazıların hangi dille yazılmış olduğudur” diyor. Olcas’a göre bu harfler, Orkun harflerinin başlangıcı ve eski şeklidir. Kendisi bu 26 harfli yazıda 8 kelimeyi okuyabildiğini söylüyor. Okuduklarının mânâsı şu: “Hakanın oğlu 23 yaşında yok oldu. Halkın şerefi de yok oldu”. Burada sekizden fazla kelime varsa da eski Türkçe icazlı bir dil olduğundan bugünkü Türkçe’ye çevrilişi sırasında daha çok kelime kullanılmış olabilir.
Devletteki yazıdan birkaç gün sonra, 14 Kasım 1970 tarihli Yeni Gazete’de “Arkeolojinin Ortaya Çıkardığı Yeni Gerçekler” başlıklı bir yazı yayınlandı. “Komsomolskaya Pravda”dan alınan bu yazı da aynı konu üzerindedir. Bu imzasız yazıda yapılan açıklamada bazı küçük farklar vardır. Hasan Oraltay’ın “Esik harabesi” dediği yere burada “Issık köyü” deniliyor ve mezarın tesadüfen bulunduğu anlatılıyor: Issık otobüs garajı genişletilirken buldozer çalışmaları sırasında mezar ortaya çıkmış. Mezarın üstündeki çatı Tiyanşan ormanlarından getirilmiş köknar kerestesiyle yapılmış. Yazılar gümüş bir bardakla imiş ve bardaktaki yazıdan şu mânâ çıkıyormuş: “Hanın oğlu yirmi üçünde öldü. Issık halkının başı sağ olsun”. İlk iki kelime “khan uya” diye okunuyormuş, ve “han oğlu” demekmiş. “Uya”nın hangi Türk lehçesinde “oğul” demek olduğunu bilmiyoruz. Bugünkü Kırgızca’da bu kelime “yuva” demektir. Kaşgarlı Mahmut’ta da aynı mânaya gelir. Yalnız Gök Türkçe’de “kardeş, hısım” demek olduğu Hüseyin Namık Orkun’un eserinde kayıtlıdır (Bak: Eski Türk Yazıtları, IV, 125). Bu sebeple bu ilk kelimeye “Han’ın kardeşi” diye çevirmek de mümkündür. Bir de eski Türkçe’de gırtlaktan okunan “h”, yani “kh” harfi yoktur. Onun için “khan uyan” nın “kan uya” olması icap eder. 720 yıllarında dikilmiş olan Bilge Tonyukuk yazıtında “han” kelimesi “kan” şeklinde geçer. Fakat gazete haberleriyle kesin bir sonuca varmak imkanı olmadığı için Hasan Oraltay’dan o harflerin fotokopisini göndermesini rica ettim; derhal göndermek lûtfunda bulundu. Bu fotokopiye göre söz konusu kepçe veya bardaktaki 26 harf, 26 çeşit harf değildir. Buradaki yazıda bulunan harflerin sayısı 26 tanedir. Mükerrerler vardır. Orkun yazıtlarındaki “kalın R” harfinin aynı burada 6 tanedir. Orkun’daki “a, e” harfinin ters çevrilmiş şekli 2 tanedir. Sözün kısası burada 18 çeşit harf vardır. Baştaki ilk üç harfi “gan” yani “han” okumak mümkündür. Fakat iyice inceleme yapmadan herhangi bir hükümde bulunmak elbette doğru olmaz. Ancak, Türk ırkının doğduğu bölgede bulunan eski bir mezarın, aksi kesin deliller bulunmadıkça, Türkler’e ait olacağı pek tabiidir. Orada görülen alfabenin Gök Türk alfabesinin iptidaî şekli olması da akla çok yatkındır. Daha çok Yenisey bölgesindeki mezarlarda bulunan harflere benzemektedir. Türkler’e ait olduğu ispat edilirse, Milâttan Önceki Beşinci yüzyıllara ait olan bu mezar ve yazı, Türk tarihinin Kunlar’dan öncesini aydınlatacak ve Türk yazısını 2500 yıl önceye götürerek millî kültürün sağlam temellerini ortaya koymuş olacaktır.
Ruslar’la yapılmış bir kültür anlaşması varken, üniversitelerin ve Türk Tarih Kurumu’nun oraya bir ilim heyeti göndererek Kazak ırkdaşlarımızla ortaklaşa ilmi çalışmalar yapması ne kadar iyi olurdu.
21 Kasım 1970
ÖTÜKEN, 1970, Sayı: 12
***
ALTIN ELBİSELİ ADAM HAKKINDA YENİ BİLGİLER
Ötüken’in eski sayılarından birinde, Sovyetler Birliği’ne dahil Türk Kazakistan Cumhuriyeti’nin başkenti Alma‐Ata şehrine50 kilometreuzaktaki Esik kasabası yanında bulunan bir mezardan ve bu mezardaki “Altın Elbiseli Adam”ın cesedinden bahis olunmuştu. Almanya’da bulunan Kazak Türkleri’nden Hasan Oraltay bey, altın Elbiseli Adam hakkında Kazak basınındaki yeni bilgileri bize göndermek lûtfunda bulundu. Biz de mühim konu hakkında Türkiye Türkleri’ni aydınlatmak için o bilgileri aktarıyoruz: Alma‐Ata’da “Leninşil Cas” (= Leninci Genç) (1) adında, Kazak Türkçe’siyle günlük bir gazete çıkmaktadır. Bu gazetenin 24 Ocak 1973 tarihli sayısında oralı Türkler’den Irım Kenenbayoğlu’nun “25 Gasır Burin Cazılgan Hat” (= 25 Asır Önce ” yazılmış Mektup) başlıklı bir makalesi yayınlanmıştır. Makalede “Altın Elbiseli Adam” hakkında bilgi vermekte, 400’den fazla altın eşya bulunduğu anlatılmakta, bunun nerde ve ne zaman keşif olunduğu hakkında evvelce verilen izahat tekrarlanmaktadır. Kenenbayoğlu bu mezarın, bu asrın başına ingiliz arkeologları tarafından bulunan Mısır firavunlarından Tutankhamon’un mezarıyla mukayesenin mümkün olduğunu söyledikten sonra mezardan çıkarılan eşyanın ehemmiyetine temas etmektedir. Kenenbayoğlu’nun bildirdiğine göre Altın Elbiseli Adam’ın mezarında bulunan yazı Moskova ve Leningrad üniversitelerine yollanmış, fakat onlar okuyamadıklarını bildirerek geri göndermişlerdir. Sonra bununla Kazak İlim Akademisi bilginleri, bilhassa Prof. Gayneddin Alioğlu Musabay ilgilenmiştir. Musabay yalnız Kazakistan çapında değil, bütün Sovyetler Birliği çapında eski Türk yazıtları bilgini olarak tanınmış ve pek çok eser vermiştir. Gayneddin Alioğlu Musabay bu yazıyı okumayı başarmış, Kazak İlim Akademisi Dil Enstitüsü’nün son dil haftasında açıklamalar yapmıştır. Musabay, Yenisey‐Orkun Yazıtları ile Esik yazıtı arasında 1000 yıldan fazla zaman farkı olduğunu bildirmiştir. Kazak bilgini burada şaşırtıcı bir fikir ileri sürmüş, her işaretin bir harfi değil, bir heceyi gösterdiğini söyleyerek yazıtın şöyle okunması gerektiğini bildirmiştir: Taza as tuvin agannın Eldi ege. Altın, eskerin Sağan ar eperedi. Casına cete bakıtındı aşasın. Sav bol. Gayneddin Alioğlu Musabay’ın fikrine göre milâttan Önceki 7‐5. Yüzyıllarda Saka ‐Usun gibi eski Türk kavimlerinin ülkesinde yazı olduğunu bu gümüş kaşıktaki satırlar ispat etmektedir. Bu da Orkun yazısının bu Saka‐Usun ülkesindeki yazının bir devamı ve tekâmülü olduğunu gösterir. Demek ki eski Türk alfabesi önce ideoramla başlamış, sonra hece yazısına dönmüştür. Elimizdeki bu kaşık yazısı da hece yazısının son çağına aittir. Bundan sonra hece yazısı harf‐ses yazısına dönmüş, bundan da bildiğimiz Yenisey‐Orkun yazıtları doğmuştur. Gazetedeki makalede yazılı gümüş kaşığın mezara ne için gömüldüğü hakkında açıklamalar vardır. Safî gümüşten yapılan kaşığın sapı yoktur. Bu mezar daha önce açılmadığına göre sap çalınmış olamaz. Mezardan anlaşıldığına göre de buraya kırık dökük eşyanın konulması da âdet değildir. Mezardaki cesedin ya çok zengin birisine veya bir subaya ait olduğu anlaşılıyor. Bu durumda sapsız kaşığın, mezarda bulunan yiğit doğduğu zaman ona bir akrabası tarafından verilmiş hediye olması düşünülebilir. Leninşil Cas gazetesindeki makalede böyle bir hazinenin Sovyetler Birliği sınırları içinde bugüne kadar bulunmadığı, hatta dünyada bile bunun eşinin ancak Mısır’daki firavun mezarı olduğu belirtilmiştir. Amerika’da çalışan bir Türkistanlı’nın bildirdiğine göre Amerika hükümeti, Musabay’ı davet etmiş, çok büyük bir para teklif ederek üç ay Amerikan üniversitelerinde ders vermesini istemişse de Ruslar izin vermemiştir. Yukarıdaki kaşık yazısının Türkiye Türkçe’sine çevrilişi şöyledir:
Temiz çek tuğunu ağabeyinin
Sağlam sahip (ol).
Altın, askerin Sana şan verir.
Yaşına yeterek (= büyüyerek) Bahtını aşasın.
Sağ ol.
Bu okuyuşta Kazak ırkdaşımıza katılmadığımız noktalar var. Bunların biri metinde “asker” ve “baht” anlamında “esker” ve “bakıt” kelimelerinin geçişidir. “Asker” Yunanca’dan Arapça’ya, oradan da bize geçmiş bir kelime olup milâttan Önce 5. Asırda Türkler arasında kullanılmış olması asla düşünülemez. Farsça bir kelime olan “baht’ın, “bakıt” şeklinde de olsa o zamanki Türkçe’de kullanılması mümkün değildir. Bundan başka eski Türkçe’deki “tuğ” ve “sağ” kelimelerinin ki, bunlar ancak 16. Asırda bazı Türk ağızlarında ve bu orada Kazakça’da “tuv” ve “sav” şeklini almıştır, milâttan önceki asırlarda da “tuv” ve “sav” diye kullanılması kabul olunamaz. “V” harfi Türkçe’de sonradan teşekkül etmiştir. Bununla beraber Musabay’ın bir çığır açtığı muhakkaktır. Kutlanmaya değer. Ancak metnin yeni ve daha doğru bir okunuşa ihtiyacı bulunduğu da inkâr olunamaz.
ÖTÜKEN, 1973, Sayı: 6
(1) Kazak Türkleri bizim Türkçe’mizde ve edebi Çağatayca’da başta bulunan “y” leri “c” olarak, “ş”leri de “s” olarak söylerler. Doğu ve Batı edebî lehçelerinde “genç” demek olan “yaş”, Kazak Türkleri’nde bu sebeple “cas” olur. “Leninşil’in sonundaki “şil” de bizim Türkçemizde balıkçıl, adamcıl gibi kelimelerde kullanılan mensupluk takısının Kazak Türkleri’ndeki şeklidir.