Nureddin TOPÇU: “KİN İLE DİN BİRLEŞMEZ !”
KİN İLE DİN BİRLEŞMEZ!*
Nureddin TOPÇU
16 Şubat günü Taksim Meydanında meydana gelen facia bir tarihî mâtemi hatırlattı. Yarım asır evvel 16 Mart günü İstanbul’u işgal eden İngilizler Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak oradaki Türk askerlerini süngülediler. O zaman batı barbarlığının liderliğini yapan İngilizlerin arkasında zaferi kazandıran Amerika’nın donanması ilerliyordu. Elli yıl sonra Amerikan donanması, Boğaz’da şerefe kadeh kaldıran sarhoşların narası çalkalanırken, kendi şevket ve saltanatlarının, kahrolası saltanatlarının devamı için, müslüman Türk çocuklarının birbirlerini boğazladıklarını seyretti. Hâdisenin sebebi aşikâr: Amerika komünizme düşmandır; komünizm de müslümanlığa düşman olduğu için Amerika’yı desteklemek her müslümanın üzerine vaciptir; bu belki de bir cihaddır. Desteklemek için ne lâzımsa yapılır, Gayeye varmak için adam öldürmek caiz olur; hele öldürülen komünist ise.
Pek güzel mantık doğrusu, hem de İsagocya mantığı. Aristo da işitmiş olsaydı hayran olurdu. Şüphe yok ki üçyüz yıldan beri İslâm uluları denenler buna benzer bol bol fetvalar çıkarmışlardı. Biz, İs-lâm âleminin bütün sefaletler mahşeri olan bugünkü haline sebep olarak, asırlardır din adına yapılan zulüm ve zilletleri görmekte haklı olduğumuza inanıyoruz. Akşemsettin’lerin ve Zembilli Ali Cemâlî’lerin ruhlarındaki büyüklüğü bütün bütün kaybettikten sonra, üçyüz yıldan beri din adına en aşırı dünya saltanatlarına gönül veren ve en bayağı siyaset entrikaları ile kirlendikleri halde sözde din adamı ve dinin büyükleri diye tanınanların bu halinden bugünkü zilletlerin doğmuş olmasına şaşmıyoruz. İslâm ruhunu gerçek hüviyetle tertemiz yaşatabilmek için bu saltanat harislerinin değil, Peygamber’in vârisleri olmamız lâzımdı. Bugün de Taksim Meydanı faciasını dosdoğru değerlendirmek için ölçü olarak büyük Peygamber’in hayatından örnek almamız lâzım geliyor. O, daha İslâm’ın ilk yayılışlarında, kendisine ve ümmetine eza-cefa edenlere beddua bile etmeyip yalnız rahmet için gönderildiğini söylememiş miydi? Din kardeşlerinin birbirlerini öldürmesi İslâm’da var mıdır? Allah’ın emirlerini böylesine pervasızca çiğnedikten sonra yine de kendilerinin müslüman olduklarına inanmalarının sebebi sakallı, salavatlı ve hacı oldukları mıdır? Onlar böyle bir vehimle kendilerini avutacak yerde Kur’an’ın ruhuna nüfuz etmeye çalışsınlar, Peygamber’in şahsiyetini biraz daha yakından tanımaya gayret etsinler, o zaman yaptıklarından ve kendilerinden iğreneceklerdir. Cihad, din kardeşlerini öldürmek midir? Acaba asıl cihad insan öldürmek midir? Evvelâ nefislerini öldürsünler. İslâm dinini kendi nefisleri ile hırsları için böyle şuursuzca âlet yaparak, Amerikan donanmasına yaranırcasına savaşmak cihad ise, İslâmiyet gelmeden önce insanlar en şiddetli en barbar savaşları yapıyorlardı. Öyle olsaydı İslâm’ın gelmesine ne hacet vardı? Allah’ın emirlerine itaat ettirmek için cihad yapılırmış. Nerede ve hangi devirde yumruk ve balta ile kalpler kazanılmıştır? Balta ile kazanılan kalp ve ruh değil, bedenler, menfaatler ve ihtiraslardır. Müslüman olmadan önce Türkler dünyanın en yiğit ve kahraman kavmi idiler. Müslüman olunca dünyanın en büyük ruh ve ahlâkını yaşatan millet oldular. İslâm’ın onlara sunduğu bilek değil ruhtur. Hülâgu Bağdat’ı alınca bütün halkını kılıçtan geçirmişti. Selâhaddin-ı Eyyûbî Kudüs’ü haçlılardan geri aldığı zaman tek insanın burnunu kanatmadı. Biz böyle yükseldik; böylelikle dünyanın en büyük ruhuna sahip millet olmuştuk. Üçyüz yıldan bu yana kavuklu, taylesanlı zulüm ve riyâ tellâlı din adamlarının kahrı ile bugünkü hale düştük.
Bıçaklayıp yere vurdukları insanlar müslüman değilmiş. Nereden biliyorlar? Sözlerinden, kıyafetlerinden ve davranışlarından olacak. Eğer bunu, kendilerinin müslüman olduğunu bildikleri gibi biliyorlarsa, bu bilgileri acınacak şeydir. Zira böyle bir hükme ulaşabilmek için onların ne hüviyetleri, ne ilimleri, ne de ahlâkları yeterli değildir. Bunu Allah’a bıraksınlar, Peygambere danışsınlar. Onların kendi aralarında da “Ben müslümanım, Türk değilim” diyenler vardır. Halbuki onlar da Türk’tür; kendilerine iftira ediyorlar. Zira Allah onları Türk olarak yaratmıştır ve ne yapsalar bu güzel kaderden sıyrılamıyacaklardır. Kendilerinin ne olduğunu bilmeyenlerin başkaları hakkında hüküm yürütmesi haddini bilmezlik değil midir? Bizim vazifemiz ruhları kurtarmaktır. “Şu veya bu zümre kurtulamaz”, diye düşünenler ne kadar yanıldıklarını bilmek isterlerse pek yakın maziye dönüp baksınlar. O zaman “Müslümanım!” diye Allah’a çevrilen kaç tane genç kalmıştı? Bugün ne büyük kalabalıktır! O zaman da gençliğe bakarak Bunların işi bitti, hepsi dini kaybetti, bir daha da müslümanlık gelmez” diyen Allah’ın rahmetinden ümitsiz insanlar çoktu. Onlar sonra yanıldıklarını gördüler. İstikbal hakkında hüküm verirken ‘Şu veya bu zihniyete bağlandılar” diye binlerce Türk gencinin şimdi kanını içmek istercesine üzerlerine saldıranlar da aynı hatanın içindedirler. Onlar acaba kanlı günün akşamında rahatça uyuyabildiler mi? Yarınki İslâmiyeti bu mukaddes topraklarda katlettiklerini hiç düşünmediler mi? Gözyaşını içine olsun sızdıran olmadı mı? Acaba o kadar mı nasırlandı ruhlar?
Ancak, unutmasınlar ki, Hıristiyanlığın meş’um Sen Bartelemi gecelerini düşündüren bu uğursuz boğuşmanın eseri, yarın İslâm’a karşı olacak gençlerin sayısını korkunç bir şekilde arttırmaktan başka bir şey olmıyacaktır. İslâm düşmanlığının hem şiddet hem de sayı bakımından artmasına o cinayet günü başlangıçtır. Ruhlarda saltanat süren İlâhî hesap ve takdir hiçbir zaman yanılmaz. Din adına kin ve bıçak kullananlar ne yapmak istediler? Bütün din düşmanlarını yok etmek mi? Eğer dinin gayesi bu olsaydı Allah din göndereceğine peygamberlerine silah ve atom gönderirdi. Allah’ın emaneti olan insanları öldürmek Allah’ın hakkına tecavüzden başka bir şey değildir. Bunlar Türk milletinden ne kadarını öldürerek din ile milleti kurtarmak istemektedirler? Peygamber Mekke’yi aldığı zaman müslüman olmayan halkını öldürdü mü? Onların Türkiye’de İslâm inancına karşı olan Türkleri öldürmek muratları ise, bu cinayet ve ölüm kampanyasının sonu nereye varacaktır? İstikbâl için de ebedî bir cinayet ve idam fermanı mı çıkaracaklar? Din düşmanları millette çoğunluk olsalar da yine kıyacaklar mıdır? Sonu gelmeyecek olan bu kan selinin üstünde din ve millet selâmetini nasıl kuracaklarını umuyorlar? Onların, bütün dünya insanları için de aynı düşünüşe sahip olmaları icab ediyor. Acaba ellerinden gelse kendilerinin dışında kalan bütün insanları öldürmek mi isteyecekler? Mantık gözüyle öyle düşündüklerini kabul etmek lâzım geliyor. Böyle olunca da İslâm’dan evvelki barbarlığa dönmüşler demektir. Ancak bilsinler ki İslâm, bu vahşetten, bu barbarlıktan insanlığı kurtarmak için gönderilmişti. Kendilerini, gerçek iman karşısında iman ve ahlâk açısından olduğu kadar, mantık gözüyle de böyle düşük ve gülünç hale sokan şey, onların, İslâm kültürüne olduğu kadar İslâm’ın ruhuna da sahip olmayışlarıdır. O büyük ruhu onlardan çalanlar, İslâm adına İslâm’ın tam tersi bir barbarlığı onlara aşılayanlar, kendilerine önderlik yaparak cehaletle taassubun, menfaatla nefsaniyetin timsâli mülevves varlıklardır. Dinî denen neşriyat İslâm binasına içinden vurulan baltalardır, bunu bilsinler. Dinci gazeteler, düşünen ve seven ruhları her gün müslümanlıktan soğutarak uzaklaştıran menfaat ve tezvir vasıtalarıdır. Onların her satırı dinin ruhunu çürütmek için masondan ve yahudiden daha tesirli yıkıcılık yapmaktadır. İslâmî denen birçok teşekküllerin menfaat şebekesi olduklarını, birer cerahat çeşmesi olan büyük servet ve sermayelerinin müdafaası uğrunda onları kullanan tüccarlar pek iyi bilirler. O tüccarlar da vasıtalı veya vasıtasız olarak masonların emrinde çalıştıklarının farkındadırlar. İslâm liderleri denenler müslümanları daha fazla soyabilmek için hergün bir zümreyi öbürünün üzerine saldırtmaktadır. Müslümanlık bunlarda kumardan şöhrete kadar çeşitli hırsların âleti olmuştur. Hepsini birlikte perde arkasından idare edenlerin muhasebesini yapmakta tarih güçlük çekmiyecektir.
Bize gelince, Mehmet Âkif merhumun ikaz ve irşâdlarından kuvvet ve ilham alarak Türklüğün müslümanlıktan ayrılmayacağını son nesillere anlatmış ve bunu ruhî cihad halinde yaşatmıştık. Şimdi de o cihada devam ediyoruz. Son olaylarda yalnız müslüman olan zümreyi muhakeme ederek suçlandırmamız, İslâm’ın açtığı bu tek hakikat çığırını onların çiğnemiş olmalarındandır. Müslümanların karşısında bulunanların şaşkın ve sapık olduklarını biliyoruz. Müslümanların görevi onları ezmek değil, kurtarmak olacaktı. Görüyoruz ki, onlar henüz kendilerini kurtarmamışlardır ve İslâm adına saldırıları ile hakikat yolunu tıkamaktadırlar. Son olaylar, âlemşumul ve ebedî ruh kuvveti olan İslâm dâvasını bu topraklarda tam bir iflas noktasına götürecek kadar korkunçtur. İslâm’a bu en büyük fenalığı yaptığı halde kendinin müslüman olduğunu söyleyen cepheye dönerek diyoruz ki: “Müslümanlık bu değildir. Siz bu hareketinizle en şaşkın sapıkların safında yer almış bulunuyorsunuz. Her şeyden evvel İslâm’ı bulunuz ve önce Allah’tan, sonra da kendilerine zulmettiğiniz kardeşlerinizden af dileyiniz. Önce Allah’a sonra da onlara hizmet ediniz ve İslâm’ı öğreniniz. Öldürmeyi her kaba ve hoyrat canlı biliyor.” Müslümanlığa karşı olanlara da şöyle diyeceğiz: “Karşınızdakiler müslüman değildirler. Müslümanlığı, onlarınkinin tam aksi davranışlarda arayınız. Onları affedin ve hepinize birlikte affı ve kurtuluşu getirecek olan İslâm içinde birleşiniz.” Biz, onların hepsini ve bütün ruhları birlikte, aşk ve iman yoluyle zafere ulaştıracak cihada hazırlanıyoruz.
(*) Hareket, IV/39, Mart 1969 (Kanlı Pazar hadisesi üzerine yazılan bu yazı dergide “Hareket” imzasıyla yayımlandı).
Nureddin Topçu, Devlet ve Demokrasi, Dergah Yay., 5. Baskı, Ocak 2014, s. 235-240,