H. Selçuk BEKAR: Tanrıtanımazlık ve Ölüm Korkusu
Tanrıtanımazlık (=Ateizm) ve Ölüm Korkusu
Bu yazının esbâb-ı mûcizesi yazarının muhtelif metinlerde tanrıtanımazlıkla ölüm korkusu kavramlarının bir arada bulunuşuna tesadüf etmekten duyduğu taaccüptür. Elbette her şeyin sıkıntısının ne diye bu yazarı (bu ben oluyorum) aldığı da sorgulanabilir ama üzgünüm, o soru bu yazının konusu dışındadır. Çünkü bu yazıyı ben yazmaktayım.
Tanrıtanımazlık ve ateizm
Aslında TDK’ya veya her kime sorarsanız sorun her ikisi aynı şeyi ifâde etmekle birlikte bu tür görüşlerin mensûbu olduğunu söyleyenlerin zaman zaman bu iki kavramı ayırdığını görüyoruz. Eğer ayrı ayrı ele alınırlarsa tanrıtanımazlığın hem tanrıya inanmamak hem bir dine mensup olmamak, ateizmin ise tanrının varlığına inanmakla birlikte bir dine inanmamak şeklinde tanımlandığına -sizleri bilemem- ben sıkça rastlamış bulunuyorum.
Onlara bir iyi bir kötü haberim var:
Eğer ikisini farklı alacaksak (ki bu yazıda ben böyle yapacağım) sözüm ateistlere değil. Tanrıtanımaz olduğunu söyleyenlere bir iyi, bir kötü haberim var. Ve yine -ne yazık ki- önce hangisini istediklerini sormayacağım, çünkü şu satırları yazarken karşımda onlardan biri hazır bulunmuyor. Seçim bana ait ve ben -sadistçe- önce iyi haberi verip sonra üzmeyi tercîh ettim.
O halde hazırız, buyurun, işte sırasıyla haberler:
İyi haber: Eğer tanrıtanımaz iseniz gerçekten, o halde kâinâtın bir evveli ve sonunun bulunmadığına, onun kendiliğinden var olduğuna, biçim değişikliklerine uğrasa da sonsuzluğuna da inanmak zorundasınız. İlâveten, tamamen aynı konumlardaki aynı atomlardan (değil molekül, atomlarının yerlerine kadar aynı atomlardan) oluşturulmuş iki bedenin de aynı beden olduğuna (ve de kendilerini aynı kişi hissedeceklerine) inanmak durumundasınız. Bu iki husûsa îtirâzı olan varsa bu cümleden sonrasını okumamakta serbesttir. Hattâ şimdiye kadar okuduklarını da unutuversin çünkü mantık zincirinde kurgusal bir kırıklık var demektir.
Hâlâ bizimle misiniz? Okuduğunuza göre yani…
İyi… Devam ediyoruz o zaman, size iyi haberlerim var:
Bakın, sonsuzluk o kadar muhteşem bir kavram ki ölünce çürüyüp toprak olacağınızı (solipsist değilseniz tabii) başkalarından da gördüğünüz için muhtemelen biliyorsunuzdur. Fakat size garanti edebilirim, (düşündüğünüz gibi olduğunu varsayarsak) eninde sonunda bir gün yeniden var olacaksınız. Hem de tam bu haliniz, bu hatıralarınızla. Garanti veriyorum çünkü sonsuz asla bitmeyen bir şey olduğundan içindeki matematiksel istatistikî değer ne kadar küçük olursa olsun sonsuzluk içinde eninde sonunda ama muhakkak yeniden karşılaşılabilecek bir şey olmak zorunda. Bundan (sizler için) daha iyisi de var, bir defa da değil, sonsuz defa…
Evet, işte bu kadar güzel bir şey sonsuzluk, olmuş her şeyin sonsuz sayıda yeniden olmasının yüzde yüzlüğünü yüzde yüz kılar (devrik gibi görünse de anlamlıdır bu söz) . Dahası bile var: Yalnızca öldüğünüz son andaki biçimle değil, o ve ondan daha önceki hallerin herhangi bir yerindeki hâlinizle de sonsuz kere daha var olabileceğinizin garantisidir sonsuzluk.
Aynı kişi olup olmayacağınızdan sakın endîşe etmeyin. Eğer gerçekten böyle inanıyorsanız ve beyin faaliyetleri, düşünce ve hâfızânın da maddî şeyler olduğuna inanıyorsanız -ki böyle düşünmüyorsanız tanrıtanımaz olduğunuza göre böyle düşünmenize yardım bile edebilirim- her bir atom -hem de eşdeğeri değil şu anda o konumda olan bizzat aynı atomun- sonsuzluk içinde eninde sonunda sonsuz kere daha aynı yere (hepsinin aynı yerlere) gelip oturacağı şüphe götürmeyeceğine göre nöronlar arasındaki bağlantıların da aynı şekilde oluşmuş olacağından hareketle tam şu hâtırâlarınızla ve tam tamına siz olarak yeniden sonsuz kere daha var olacağınıza garanti veriyorum.
Çok uzun tutmayacağım bu kısmı. Biraz da siz düşününün. Sonsuzlukta hiçbir ihtimâlin imkânsız olmadığını, hatta tekrârının kaçınılmaz olduğunu anladığınızda -yine- sonsuz defa tekrârının da kaçınılmaz olduğunu kavrayıp bu rahatlığı siz de duyacaksınız.
Yine de bir küçük sorun var: Bu kombinasyon bu haliyle sonsuz defa gerçekleşecek de, her bir bozunmanın ardından bir sonrakini ne kadar bekleyeceksiniz?
Ne aceleniz var?
Bozunmuş halde, yani kendiniz olmadığınız durumlarda canınız sıkılmayacak ki. Ya bir taşın içinde bazı atomlarınız bir tepeden yuvarlanıyor, belki bazıları da bir yıldızın yanmaya devam etmesine yardımcı oluyor olacaklar. Velâkin tüm birlikteleşme gerçekleştiğinde size hiç ama hiç zaman geçmemiş gibi gelecek. Bu şu demek: Ameliyat için uyutulan biri nasıl uyandığında daha şimdi uyutulmuş olduğunu sanırken (hatta, acabâ ne zaman uyutacaklar diye düşünürken) ne haldeyse siz de işte aynen o halde olacaksınız. Yani ölürken gözünüz kapandığı anda bir milyar yıl geçmiş olsa bile şak diye hemen açılıp kendinizi capcanlı bulacaksınız.
Söz…
Yaşadığınız bir önceki hayâtın tecrübesi de üstüne ballı börek…
Pardon, bir dakika, şimdi kötü haber geliyor: Bu olmayacak…
Evet, maalesef olmayacak. Hayır, olmayacak olan yeniden derlenip toparlanmanız değil, şu eski kimlik meselesi.
Zırnık hatırlamayacaksınız.
Eski var oluşlardan sıfır hatıra yani. Bunu nereden mi biliyorum? Çok basit; nalıncı keseri gibi niye hep işinize gelen tarafa yontuyorsunuz? İleri doğru düşününce hemen hoşunuza giden şey geri doğru düşününce de gerçektir: Eğer bu zannettiğiniz gibi sonsuz kere daha gerçekleşecekse evveli de sonsuz olan zaman ve mekânda sonsuz defa öncelerini de hatırlıyor olmanız gerekirdi. Ama ben öyle birini hatırlamıyorum…
Bakın, bu gerçekten çok acı. Tamâmen unutulmuş bir eski varlığın devamlılıkla ne ilgisi olabilir? Her ne olursa olsun, o varlık fos diye yok olup gitmiş oluyor. Duygular, hâtırâlar… Hepsi…
Durun!
“Bir ihtimal daha” var: Hayır, “O da ölmek” değil. Ölümden de beter:
Tutun ki yukarıda yürüttüğüm, eski sonsuzdan gelen ve kendini tanımlayabilen (kimi psikiyatrik vakalar dışında) kimselerin olmamasını bir yana bıraktık ve evet, eski kimliğinizi hatırlıyorsunuz.
İyi ama eski hayattaki hâfızânız, ondaki kişiler, bilgi birikiminizin yeniden oluştuğunuz çağ ile hiçbir ilgisi yok ki. Böyle bir durumda daha iki cümle edemeden sizi bir akıl hastanesine kapayıverirler. Teknoloji çok da gelişmişse beyniniz bozulmuş, olmayan şeyler ve bilgilerden bahsediyorsanız diye beyninizi bile değiştirmeye kalkışırlar maazallah. Ürkünç bir durum…
Kafanızdan geçenleri okur gibi olmaya başladım. Bana mâlûm olmaya başladı işte:
Bilim ve teknoloji çok gelişecek ve eski oluşlarınızı tesbit ve canlandırmaya bir çözüm bulabileceksiniz belki de.
Öyle mi?
Yuh!
Keşke bu yazıyı hiç okumasaydınız. Boşa geçen vakit işte. Sonsuzluğu şu kadarcık bile anlayamamışsınız.
Bulunabilecek her şey, sonsuzlukta, çoktan bulunmuş bir şeyden başka bir şey değildir.
Bir başı ve bir sonu olmayan bir zaman salt atâletin ta kendisidir.
Neden?
Çünkü sizden geriye doğru olan zaman hattı da sonsuzdur, sonsuz evvelde muhtemel her şeyin en az bir, muhtemelen sonsuz kere zaten olmuş olması kaçınılmazdır. Ve işte o sonsuz evvelden şimdiki âna gelmiş olmanız sonsuzun tanımı gereği imkânsızdır üstelik. Sonsuz ötede bulunan bir yere aslâ varamazsınız. Varabiliyorsanız, geçmiş sonsuz demektir. (Tabii bu da apayrı bir yazı konusu olmaya aday)
Biliyorum, üzdüm sizi, sizler için ben de üzüldüm.
Benim gidecek bir yerim var,
Sizin kalmadı…
Eldekinin tadına bakın…
(Haksızlık ettiğimi mi düşünüyorsunuz? Fazla gıdıklamayın derim. Bu yazıyı yazarken sizleri gereğinden fazla üzmemek için ne kadar gayret ettim… Bilemezsiniz.)