# Etiket
#EDEBİYAT #Yazar Okulu

Refik Halid KARAY: Yananlara Yardım -Hikâye-

“Tanıdıklarım” Kitabından:

Yananlara Yardım

Ahşap İstanbul’un büyük ve eski bir parçası daha yandı.
Bugünkü kargir binalı, zevksiz sokaklı İstanbul’un göğsünde o parça maziden bir yadigar gibi kalmıştı. Ananelerine bağlı, mazisine sığınmış, tarihe bürülü ne sakin, ne mütevekkil bir ömür sürüyordu…

Demirle çeliğin çatışmasından çıkan sinir bozucu medeniyet gürültüsü bu yerlerin sessizliğini ihlal edemiyor, asrın maddiyata tapan hırsı buraların dindarlığından içeri geçemiyordu. O izbe, loş mahalleler arasında ezan sesleriyle zikir ve ayin sadalarının yüreklere işleyen faydalı tesiri devam edip gidiyordu. Kof, çürük kaplamalı; çarpık, çökük cumbalı mecalsiz evler; devrin dehşet verici ahlaksızlığından ürkmüş de birbirlerine sokulmuş gibi sırt sırta dayalı, susmuş binalar benim ruhuma ne kadar munis, ne kadar aşina geliyordu… Yollarda insan, başlarını büyük çitlembikler bekleyen otlara gömülü garip mezar taşlarına; serili hasırlarına karadutlar dökülen tenha kır kahvelerine; arkaları dönük köhne evlerle çevrilmiş geniş çayırlara rast gelirdi. O sokaklarda bostan kuyularının gıcırtıları duyulur, leyleklerin şamatası işitilir; kırlangıçların acele acele koşuştuğu, kumruların kınla döküle dolaştığı görülürdü. O sade ve metanetsiz evlerde İslamiyet’in safiyet ve tevekkülü; bu alayişsiz, kapanık mahallelerde eski Türklerin kanaati, kâmilliği yaşardı. Asırlar evvelki hayatımızı hala yaşatan bu yerler adeta bir baba yadigfuı., bir tarih numunesi, eski İstanbul’un son bakiyesi,
en mühimi, en canlısıydı. İşte yanan, asırların canlı olarak bize tevdi ettiği böyle misilsiz bir milli bergüzardı.

Kırmızı parıltılı bakır mangallarında taze kalaylanmış hoş güğümler kaynayan basık odalara uğradığım olurdu; minderlerine koyu ehramlar serili, pencerelerine renkli cidınler gerili bu kapanık, çukur hücrelerden hazzederdim. Kapı tokmağının durgun sokaktaki fazla şamatası, içeriden gelen şakrak nalın sesleri, ilk girince ekseriya yeni yıkanmış bulunan malta taşlığa uzatılı fıldişi gibi tertemiz tahtalar ne kadar hoşuma giderdi… Yazın, sokaklarında rutubet eksik olmayan bu gölgeli, yosunlu mahallelerden entarili adamlar, arakiyeli dervişler, teberli şeyhlerle karşılaşarak, fesleri nazar boncuklu, kasları rastıklı çocukları seyrederek döne dolaşa geçtiğim zamanlar vücuduma ve ruhuma garip bir serinlik yayılırdı. Anadolu kasabalarını hatırlatan bu seyrandan avdette bana Galata’nın gürültüsü, tramvay, otomobil şamatası, aceleci ve nefısperest halk ne çirkin gelirdi… Bu yangında biz İstanbul’un hem yerlilere, hem ecnebilere en şahsiyetli, en mümtaz ve kıymetli görünen bir kısmını kaybettik. İstanbul’un bu yangında İstanbulluğundan bir derece daha eksildi. Yazık ki eski İstanbul, fakir İstanbul yandı.
*
Yüreğimizi sızlatmaya kafi gelen bu zıya, maalesef tek derdimiz değildir. Asıl dert bu sakin, kapanık mahallelerin şimdi apaçık, gürültülü meydanlarda kalan sakinleri, fakir ve namuskar bir kısım hemşerilerimizin yoksulluğudur. İnsanın bu devirde bir demir çiviyi bir altın iğne, bir toprak kiremidi bir billur kase fiyatına aldığını düşünelim; düşünelim ki bir basma gömlek bir çuha elbise pahasına, bir çürük çorap bir sağlam çizme bedeline satılıyor. Yananı yerine koymak için Karun’un hazinesi, zararı kapatmak için Hatem Tai’nin ihsanı bile kifayet etmez. Zaten biz bu yangında bir daha aynı şekliyle, aynı tarihi hoş manzarasıyla vücuda gelmesine imkan olmayan bir eski abideden mahrum kaldık. Bu yangın bize anane, akide ve mazimizi biraz daha kolay unutmamız için meydan açtı; biz bu yangınla alelade bir mahalle değil, maziyi canlı olarak gözlerimiz önünde durduran bir belde, bir ahlaklı kabile kaybettik.

Lakin şimdi onu düşünmeyeceğiz. Tarihi ziyanımıza, milli kaybımıza, iktisadi açığımıza bakmaya müsaademiz yok. Biliyoruz ki o gün göklere sığmayan yangın dumanının her zerresindeki kıymet en pahalı havana sigaralarınınkinden çok fazlaydı; o gün gök en büyük israfını yapmıştı; çılgın bir hava içinde en pahalı bir dumanı içerek en zalimane bir surette keyiflenmişti. Biz yananlara yardım cihetini düşüneceğiz, bunu düşünmeliyiz, düşüncemiz yalnız bu olmalı!

Ben şu satırlan hüzünlü bir gece içinde yüreğim yana yana yazarken dışarıda coşkun, işleyici bir yağmurun mütemadiyen döküldüğünü işitiyorum. Mahsullere feyiz, tarlalara bereket verecek olan bu katreler, kaynar birer damla gibi gönlümün üstüne dökülüyor. Yangından çıkanları düşünüyor, yangından ancak canlarını kurtarabilmiş ninelerimizi, dedelerimizi, yavrularımızı hatırlayarak şimdi, şu saatte sığıştırıldıkları yabancı damlar, muhafazasız çadırlar üzerinden akan bu sel altında nasıl gamlı gamlı bekleştiklerini göz önüne getiriyorum. Onlar için zaten açık hava, bahar, güzellik de bir felakettir; felakete uğrayanları tabiatın güzelliği teselli etmez, bilakis üzer; gamlarının yükü altında ezilenler için yalnız bir güzellik vardır: Hemcinslerinin yardımı …

Biliyorum, Türk, sen de zengin değilsin; sen de bugün yemeğe kanmış, rahata kavuşmuş bir halde bulunmuyorsun; senin de tükenmez dertlerin, sayısız noksanların, hadsiz ihtiyaçların var; fakat azından da vermeye, noksanından ayırmaya mecbursun… Cebindekinden, kilerindekinden çıkaramıyorsan evinde oda göster, odanda yer hazırla! İhtiyaç içinde kıvranan, izdiham arasında ezilen akrabanı aramak, ahbabını soruşturmak vazifendir. Malından veremiyorsan gönlünden ver; mülkünde kabul edemiyorsan kalbinde yer göster… Aranılıp soruşturulmuş olmak bile o bedbahtlar için tesellidir.

Bin türlü unvanlar, türlü maksatlar altında cemiyetler tesis eden hayırhah hanımlarımız için işte merhametli, şefkatli kalplerini gıdalandıracak ne mühim vesile… İstiyorum ki yangından çıkan dullar, yoksullar kadın elinden yardım görsünler, kadın ağzından teselli duysunlar, kadın gözlerinden kuvvet bulsunlar! Maksadı ne olursa olsun, ticaret veya hayrat, her cemiyet, her şirket hissesine düşen fedakarlığı yapmalı, içinde yaşayıp kazandığı bu şehrin felaketine, derdine iştirak etmelidir. Alelhusus ahalinin tenkidine, itirazına karşı derhal coşarak hasenatından bol bol bahseden zamane zenginleri için, bu, Allah’ın ve halkın karşısında taksirlerini affettirecek hayırlı bir iş de olabilir. İlle harbin en büyük, en mühim karını dercep eden gayrimüslim tebaa millete şu vesile ile hayırhah olduklarını göstermelidirler. Tarihin bir gün tabii olarak gelip çarpacak olan aksülameli, gazabı ortasında selamet kapısının anahtarı, bugün yapacağı iyilik, hayırhahlık olacaktır. Zenginler sade piyasa haberlerini değil, biraz da vicdanlarının sesini dinlemelidirler. Hareketini bu iki sadaya uyduranlar maddi ve manevi, iki başlı sağlam bir kazanç yapmış olurlar.

Hülasa İstanbul’un, payitahtın vazifesi yananlara yardımdır. Fakat zahiri, alayişli bir muavenet değil, esaslı, kuvvetli bir yardımdır. Bana öyle geliyor ki Allah’ın nazarı üzerimize çevrilmiş, şu son imtihan içindeki hareketimize bakıyor. Yarının selameti bugünün hareketine bağlı… Dinimizin ahkamından kuvvet alarak yüreğimizin gösterdiği yolda çalışmalıyız. Her birimizin ya döşeklere düşmüş bir ümitsiz hastası, ya mazinin tehdidine uğramasından korktuğumuz minimini bir yavrusu, yahut da gurbetlerde habersiz kaldığımız bir sevgilisi vardır; bunların başı için, ölülerimizin ruhu, dirilerimizin selameti için, sade mallan mülkleri değil, bağırları da yanmış olan şu fakir hemşerilerimize yardım etmeliyiz.

Eski sakin ve refahlı devirlerde bile misilsiz bir felaket sayılabilen bu yangın, Cihan Harbi’nin velvelesi, pahalılığı içinde, düşünmeli ki ne büyük bir badiredir… Musibetin büyüklüğü nispetinde çalışmalıyız. Beşiğinde dünyanın felaketlerinden habersiz sakin sakin uyuyan yavruma bakarken, vicdanımdan gelip, bana çocuklan sokaklara dökülmüş ailelere yardım emreden kutsi sesi dinliyorum. Bugün işte şu manevi ses İstanbul’un büyük ve şefkatli yüreğini inletmelidir…
Bu sese itaat etmeliyiz !

Leave a comment