Konuşulmayan Gündemden: TÖRE – DEVLET / Gültekin ÖZTÜRK
KONUŞULMAYAN GÜNDEMDEN
Gültekin ÖZTÜRK
TÖRE – DEVLET
Bir kargo aldım. Sanki bir zaman makinesiydi ve beni 1970’li yıllara götürdü.
Türk Milliyetçisi/Türk Ülkücüsü genç bir adam, ruhunu besleyen fikir kaynakları ile tanışıyordu. Bu genç adam bendim ve bu tanışmadan dolayı da çok mutluydum.
Sözünü ettiğim, Komünizmle mücadele, Türk Yurdu, Orkun, Ötüken gibi adını sayamadığım, beni ve benim gibi nicelerinin ruhunu besleyip, büyütecek pek çok fikir kaynaklarıdır.
Ancak, bu kaynaklardan ikisinin, benim fikir dünyamda ayrıcalıklı bir yeri vardı; Töre ve Devlet Dergileri.
Ne yazık ki 12 Eylül, bu kaynaklarımızı ya kuruttu, ya da kapılarına kilit vurdu ve bizi bu fikir kaynaklarımızdan/pınarlarımızdan uzun bir süre mahrum bıraktı.
İşte aldığım o kargo, bu mahrumiyetimin sona erdiğine işaret saydığım, değerli bir armağan getirmişti.
Gelen, yeniden yayın hayatına başlayan ve kurucusu Emine Işınsu Öksüz’e ithaf edilmiş, Töre Dergisiydi ve işte 1. sayısı elimdeydi.
Demek ki kilit kırılmış, pınarlarımızdan bengi suyumuz tekrar akmaya başlamıştı.
Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.
Ercilasun Hocamızı, Yağmur Beyimizi soluksuz okudum.
Çölde susuz kalmışlar gibi, Töre Pınarımızdan akan âb-ı hayat suyundan kana kana içtim. Çok susamışım, doyamadım. 175 sayfalık dergiyi bir daha, bir daha okudum.
Kardeşim Ömer Faruk Beyceoğlu ve Töre Ailesi; Sağ ve var olasınız! sonsuz hayat suyu gibi aziz olasınız!
Bu hayırlı hizmetinizin başarısının daim olmasını diliyor ve Töre’nin 2. sayısını sabırsızlıkla bekliyorum.
1970’li yılarda haftada 5 lira cep harçlığım vardı. 20 kadar genç Ülkücü arkadaştık ve hiç birimiz zengin çocuğu değildik.
Ailemizin verdiği cep harçlığının bir miktarını GÜD’ün kirasına, bir kısmını çay-şekere, kalanını da (kalırsa) simit parası yapardık.
Ancak her şartta Devlet Dergisini alırdık. Çünkü Devlet Dergisinin bir köşesinde izleyeceğimiz yol “Strateji” yazısı ile gösterilirdi. Bu talimat ile bütün Ülkücüler tek ağız olur, aynı söylem ve eyleme yönelirdik.
Az sayıdaki partili ağabeylerimizin desteği ile de boya ve benzeri diğer çalışmalarımızın giderleri karşılanırdı.
Siyasi Partimiz CKMP, MHP olmuş ve bu isimle girdiği ilk genel seçimlerde 275 bin kadar oy almıştı.
Paramız yoktu, sayımız azdı, sadece bir milletvekilimiz/Başbuğumuz vardı ve biz ölüme gönüllü olmuş, dünyaya meydan okuyorduk. Şehit veriyor, gazi oluyor, işkence görüyor, aç kalıyorduk ama yolumuzdan dönmedik/dönmüyorduk.
Önümüze konan dünyalıklara, Peygamber Efendimizin (sav) sözleriyle cevap veriyor; “bir elimize Güneş’i, diğerine Ay’ı koysanız da yolumuzdan dönmeyiz” diyorduk.
Peki, bugün ne/neler yapıyoruz?
Töre Dergisi yeniden yayına başladı. Abone bedeli yıllık 75, aylık 7 liradır.
Dün ailelerimizin verdiği cep harçlıkları ile davamıza katkı sağlamaya çalışan çocuklardık. Allah’a şükürler olsun ki bugün işi ve geliri olan aile sahipleriyiz.
Kaç dergi satıldı, kaçımız abone oldu/kaç abone bulduk bilemiyorum.
Ancak, desteğin geçmişte yayınlanan milliyetçi eser/dergilerden çok daha az olduğunu tahmin ediyorum. Kendimce bunu arttırmaya çalışıyor ve her fikir yoldaşımı milliyetçi yayınları desteklemeye çağırıyorum.
Çaylak yoldaymış, Devlet’te düşünülüyormuş diye duydum. Benim kanaatim, birini sağlam bir zemine oturtmadan, diğerlerini çıkartmanın doğru olmayacağı yönündedir.
Bu düşüncemin sebebini/gerekçesini de söyleyeyim;
Son genel seçimlerde MHP’nin, 5.5 Milyon oy aldığını biliyoruz. Peki, bu seçmenlerden kaçı milliyetçi bir yayın, bir kitap/dergi/gazete alıyor?
5.5 Milyon MHP seçmeninin % 1’i Töre Dergisi alsa, 55 bin dergi satılır. Bu da Türk Milliyetçisi/Ülkücüsü medyanın doğuşu demektir.
Peki, bu nitelikte bir medya var mı? Üzgünüm ama yok ve olacağına dair güçlü bir işarette görünmüyor!
Bu da gösteriyor ki, Türk Milliyetçileri, düşünürlerine/yazarlarına/yayınlarına sahip çıkmıyor/ilgi duymuyor/alıp okumuyor.
Türk Milliyetçiliği ile ilgili yayınlara ayda üç beş kuruş ayırma, ondan sonra “nerede bizim yayınlar, nerede bizim medya?” diye kırmadık hatır, yıkmadık gönül, demedik söz bırakma!
Hiçbir şey yapmadan, sanki yapmış/yapıyormuş gibi davranarak, atıp savururken mangalda kül bırakma! Vay be……
Kimseyi/yapılan hiçbir şeyi beğenmeyeceksin, sen üretmeyecek/bir ucundan tutmayacak/katkı sağlamayacaksın, sonra orada, burada her şeyi ve herkesi insafsızca eleştireceksin.
“Milliyetçi yayın, medya yok!” demek kolay, olanı yaşatmak ise bu kafayla mucizedir.
Olmaz efendiler! Bu aymazlığın, sorumsuzluğun, fitne/fesat/hasetin sonu felaketimizdir.
Böyle olamaz! Ve de olmamalıdır!
Bütün Türk Milliyetçilerini, şehit/gazi/mağdur ve mazlumlarımızın hatırına, geçmişteki gibi sorumlu/duyarlı/fedakâr kimliklerini sergilemeye çağırıyorum.
Sahipsiz vatanın batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır!
SURİYE – BOKAP
Küresel Gücün efendilerinin tasarladığı, Yeni Dünya Düzeninin önemli bir aşaması da, Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesidir.
Bu projenin gerçekleşmesi, Suriye ve Lübnan’ın parçalanmasına bağlıdır. Bu sağlanırsa sıra, İran ve Türkiye’ye gelecektir.
Bu süreç, Kuzey Afrika’daki gibi dayanılabilir çatışmalar veya Yemen, Bahreyn’deki gibi sessizce olmaz/olmayacaktır.
Suriye patlarsa, sonunun nereye varacağı beli olmayacak bir zincirleme reaksiyon oluşur.
Türkiye bütün gücüyle bu patlamayı önlemeli ya da kendini korumaya almalıdır.
Ne yazık ki yürütülen taşeron Suriye politikası, bombanın pimini çeken elin, Türkiye olacağı izlenimi uyandırmaktadır.
Küresel efendilerin Ortadoğu planını defalarca yazdım. Son yazımda bir kez daha bu konuya kısaca değinmiş, başka bir yazımda Suriye/İran ve Anayasa konusuna geniş bir şekilde değineceğimi belirtmiştim.
Ancak, Sayın Ümit Özdağ, Suriye ve orada olacaklara bağlı sonuçlarla ilgili, başka söze gerek bırakmayacak kadar açık ve doyurucu analizlerini, bir dizi yazı halinde yazınca, benim Suriye konusunu yazmama gerek olmadığına karar verdim.
Okurlarıma, eğer Suriye meselesini merak ediyorlarsa, “ www.haberiniz.org” adresinden veya “http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=21830 “ Yeniçağ Gazetesindeki köşesinden, Ümit Hocanın konuyla ilgili yazılarını okumalarını tavsiye ediyorum.
Anayasa konusu ise, bu yazının hacmini çok genişleteceği için, “yeni anayasa çalışmaları adı altında oynanan orta oyunu” ile ilgili görüşlerimi, nasip olursa sonraki yazımda sizlerle paylaşacağım.
KİN VE DİN
Başbakanımız nasıl bir gençlik arzuladığını, partisinin gençlik kurultayında yaptığı konuşmasında, Necip Fazıl’ın ağzından açıkladı. “…Dindar ve …. kindar bir gençlik”
Hem dindar olacaksın hem de kindar. Bu nasıl olabilir ki?
Bildiğim kadarıyla hiçbir ilahi metin, kininize sahip olun, kininizi koruyun/sürdürün demez/dememiştir.
Başbakanın sözünü ettiği dindarlık, İslam dindarlığı, dinine ve kinine sahip olacak gençlik ise Müslüman gençliktir.
Allah(cc) ve Peygamberi(sav), çok açık bir şekilde “kin” tutmayı yasakladığı halde, dindar bir Müslüman, nasıl kindar olacaktır?
Şahadet getiren, Allah ve Peygamberine biat eden, rehberi Kur’an-ı Kerim olan bir Müslüman, hangi gerekçeyle, kime ve nasıl kin duyacak/hangi kinin sahibi olacaktır?
Dindar olduğunu söyleyen bir başbakan, gençlerden “kindar” olmalarını nasıl isteyebilir ve böyle bir nesil yetiştireceklerini nasıl söyleyebilir?
Başbakan,“Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kalbinin, kininin davacısı bir gençlikten söz ediyorum” diyerek, bu düşüncesini partisinin gençlik kurultayında çok net, vurgulayarak, su götürmez bir biçimde söyledi.
Hem de hayranlıkla dinleyenlerin alkışlarıyla, dünyanın gözünün içine bakarak, bal gibi söyledi işte, ne yapacaksın?
Buna benzer daha nice söz/davranış karşısında, sorgulayan/yargılayan/ceza veren var mı?
“Sen ne diyorsun arkadaş! Milletin içine nifak sokmak/kin tohumu ekmek suçtur” diyen var mı?
Ne yazık ki ne sorgulayan, ne yargılayan, ne de ceza veren var!
Tam tersi alkışlayan, kutsayan ve 2002’den bu yana seçimlerde, artan oranda oy vererek ödüllendiren % 50’lik bir seçmen kitlesi var.
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin sahibi olmaya benim ve Türk Milliyetçilerinin bir itirazım olmaz/olamaz.
Ancak, arzulanan böyle ideal bir gençlikten “kininin sahibi olmasını, kin tutmasını” istemek kabul edebilir bir istek değildir!
Böyle bir şeyin istenebileceğini, hele hele bunu bir başbakanın isteyebileceğini, benim aklım/inancım/törem kabul etmez/edemiyor.
Akıl tutulması denilen şey, bu durum/tutum/söylem ve davranışı koşulsuz alkışlamak olsa gerek…
Elbette hal böyle olunca, Başbakan da tek kişilik konserinde istediği şarkıyı, dilediği gibi söyler ve de söylüyor.
Nasıl olsa rakip yok! Ve ufukta rakip çıkacağına dair herhangi bir işaret de yok!
Yüce Rabbimden dileğim; Güçlü bir sesin sahneye çıkıp, “ Çekil bakalım! Milletin ruhuna ettiğin bu işkence yeter!” demesi/diyebilmesi ve sahneyi ondan almasıdır.
Yazımı Akif’in dizeleri ile bitireyim:
………………………..
Nasihatim sana: herzeyle iştigali bırak!
Adamlığın yolu neredeyse, bul da girmeye bak!
Adam mısın: ebediyen cihanda hürsün gez;
Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.
Adam değil misin oğlum, gönüllüsün semere
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.
Yularsız, semersiz güzel günler için, kalın sağlıkla.
Gültekin Öztürk
Tarihçi – Yazar
haybice
27th Şub 2012“Türk Milliyetçileri, düşünürlerine/yazarlarına/yayınlarına sahip çıkmıyor/ilgi duymuyor/alıp okumuyor.
Türk Milliyetçiliği ile ilgili yayınlara ayda üç beş kuruş ayırma, ondan sonra “nerede bizim yayınlar, nerede bizim medya?” diye kırmadık hatır, yıkmadık gönül, demedik söz bırakma!..”
***
Gel de tekrar yazma: İhtiyacımız POZİTİF ÜLKÜCÜLÜK diye…
Gültekin Öztürk
03rd Mar 2012Yazınız Hocam…Hem de şöyle yüreklere işlercesine yazınız ki belki titreriz.