# Etiket
##GENEL #EDEBİYAT #Öneriler

Galip Ağabey’e Mektup / Abdullah KILAVUZ

Sevgili Galip Ağabey. Öncelikle selam eder, ardından da Cennet-i âla bahçelerinde, tûba ağaçları altında gölgelendiğin hüsn-ü zannıyla, afiyetinin artması için dua ederim.

‘’Ömrümü bu milletin meseleleri ile geçirdim, bir rahat verin artık’’ dediğini duyar gibiyim lakin gel gör ki derdimi paylaşacağım, oturup iki kelam hasbihal edeceğim kimsem kalmadı. Sen, onlarca yıl öncesinden bizlerle mektuplar yazarak, nesiller boyu yetişecek milliyetçilere ağabeylik ettin. Ben de gönlünün genişliğine güvenip sana geldim.

Seni üzmek istemem ama buralarda işler hiçte iyi gitmiyor ağabey. ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh’’ düsturunu beğenmez olup ‘’Komşularımızla sıfır sorun’’ diye bir söz benimsedik kendimize geçen yıllarda. Ama gel gör ki, bütün komşu ülkelerimizle, henüz resmen başlamamış olsa bile, psikolojik olarak savaş durumundayız. Suriye’de çatapat patlasa, Ankara’dan anında uyarı geliyor. Suriye, Irak, İran, Ermenistan, Yunanistan, İsrail, Fas, Tunus, Libya, Fransa ve ismini sayamadığım komşu veya uzak memleketlerle gün geçmiyor ki karşı karşıya gelmeyelim.. Bizi bu oyuna kim soktu, elimize silahı – dilimize bu sloganları kim verdi anlayamıyoruz. Kimlerin vizyonuna maşa, kimlerin kirli hedeflerine basamak, kimlerin yeni dünya düzenine figüranlık yaptığımızı bile bilmiyoruz. Her gün çıkıp birilerini insanlık suçu işlemekle suçluyor, buna mukabil her gün iç işlerine karışılmasına devam edilmesi durumunda, çok sert tepkiler verecekleri konusunda tehditler alıyoruz. Doğu Türkistan’lı kardeşlerimizi 21. Yüzyılın ortasında resmen soykırıma uğratan Çin’i en büyük ticaret ortağımız yapıyor, yapılan bir gezi sırasında ‘’geçerken uğradığımız’’ Doğu Türkistan’da ise pazarları gezip, halkın ne kadar mutlu olduğunu gösteren(!) fotoğrafları bütün dünyaya servis ediyoruz. Üstüne de o topraklara ilk defa biz gittik diye övünenleri ayakta alkışlıyoruz. Vel hasıl-ı kelam ağabey; ayranımız da yok  taht-ı revanımız da. Nereye gittiğimizi bilmiyoruz.

Ülke içinde de durum hiç farklı değil ağabey. Bir zamanlar bırak konuşmayı, akıllardan bile geçirmenin yasak olduğu fikirler bu gün alkışlanıyor. Hangi kanalı açsak ülkeyi bölmek isteyen aç bir köpek saldırıyor etrafına. Hangi gazeteyi elimize alsak bir şehit haberi, her haberin altında öldürülen teröristlerin de genç olduğunu vurgulayan ibareler, her köşe yazısında öldürülen teröristlerin de insan olduğundan bahseden satılmış yazarlar. Biri çıkıp özerklik ilan ederken öteki çıkıp sivil itaatsizlik başlatıyor. Biri terörist başına methiyeler dizerken öteki öldürülen teröristlerin cenazelerini omuzluyor. Bir milletvekili polise tokat atarken öteki milletvekili polis aracını taşlıyor. Bir milletvekili mahkemede Kürtçe ifade vermek isterken öteki milletvekili kendi bayraklarının olması gerektiğini söylüyor. Dağdan inenler milletvekili, dağa çıkanlar ise milletvekili adayı birer kahraman oluyor.  Ne olduğu belli olmayan 34 kişi elini kolunu sallayarak sınırı geçerken öldürülüyor ve öldürülenler yeni yapılan çalışmayla şehit ilan edilmeye çalışılıyor, vatan toprağı için öldüren askerler ise muhtemelen cezaevine tıkılacağı günü bekliyor. Öldürülenlere şehit ve gazilere verilen tazminatın nerdeyse iki katı para veriliyor.  Meclis toplantılarına bu ölen 34 kişinin aileleri davet ediliyor. Yarısı peşmerge kıyafeti ile gelen bu aileler meclis çatısı altında devlete saldırıp  yemek yediği kaba pisliyor. Millet ve dil kavramları rahatça tartışılıyor, üniter yapı eleştiriliyor, teröristler alkışlanıp devlet eliyle cesaretlendiriliyor ve bizlerde yeni yetişecek neslin tinerci mi yoksa dindar mı olacağını tartışıp duruyoruz.

Bunlarla da bitmiyor ağabey. Milli bayramlar teker teker kalkıyor, andımızı okumak ayıplanıyor, istiklal marşını her hafta okumak angarya geliyor artık. Gitgide bayraksız, dilsiz ve kültürsüz, dejenere ve hatta asimile bir nesil yetişiyor. ‘’Vatan-millet’’ diye sözlerine başlayanlara göz ucuyla cüzamlı gibi bakılıyor, okulda namaz kılan öğrenciler suç işlemiş gibi kameraya çekiliyor. Çocuklar okulda hocasını, sokakta arkadaşını, evde ise anasını babasını bilmez-tanımaz oldu. Ne kültürümüz kaldı, ne örfümüz, ne ananemiz ne de töremiz. Önceliğimiz para, tek derdimiz ise nefsimiz oldu. Önceliğimizin para olması büyük bir dert, biliyorum ancak daha büyüğü ise şu ki ağabey; tek derdimiz olan parayı da, başta şans oyunları olmak üzere bütün kısa, zahmetsiz ve bir yerde gayrı ahlaki olan yolları deneyerek bulmaya çalıştık. ‘’Kısa yoldan köşeyi dönmek’’ bizim hayat felsefemiz oldu, her gördüğümüz köşeden dönüyoruz.

Ekonomiden pek anlamam ağabey, bilirsin. Lakin o konuda da dertliyim. Orta direk fakirlik ve yoksulluk ile çırpınırken, bizse dünyanın en zengin ülkeleri arasına girdik diye sevinir olduk. İşin en kötüsü ise cebimize giren para-boğazımıza giren lokma ortada iken zengin olduğumuz yalanına biz bile inandık. Zengin ile fakir arasında ki fark o kadar arttı ki! Zenginlerin süs köpekleri için harcadığı mama parası, 3 çocuklu fakir bir ailenin 1 aylık mutfak masrafına denk gelir oldu. Buna vicdan dayanır mı? Bizim vicdanımız dayanıyor işte ağabey. Çünkü düşünmüyoruz artık, umursamıyoruz.  Bütçe açığımız büyüdükçe zamlarda büyüyor. Her açık vergiyle kapanıyor. Vergiler yola gidiyor. Yapılan yollar ise seçim malzemesi olarak ayaklarımızın altına seriliyor.  Bizlerse o yolların üzerinden geçerken ‘’Allah razı olsun başbakandan, ne güzel yollar yaptı’’ deyip seviniyoruz.

Biliyorum, çok uzattım ancak söylemekle de bitmiyor ki ağabey. Ülke de hiçbir kuruma güven kalmadı artık. Gençlerimiz, bin bir hayallerle gidip öğretmen çıkmak istediği üniversitelerden işsizler ordusuna bir nefer olarak mezun oluyor. Milli Eğitim Bakanı öğretmenlere ‘’başka işler’’ yapmalarını tavsiye ederken öteki tarafta son umutları olan KPSS sınavının soruları ise eller kollar sallana sallana çalınıyor. Bir diğer tarafta, Sağlık Bakanı doktorları birer yem gibi hastaların önüne atarken, her gün darp edilip yaralanan ve hatta öldürülen doktorların haberleri gazetelerin üçüncü sayfalarını süslüyor. Polislik Sınavı’nın soruları çalınıyor, mülakatla alınan bütün mesleklere girecek olanları artık devlet değil; cemaatler, kulüpler veya lobiler belirliyor. Fen Edebiyat Fakülteleri’ni kazananlar mezun olduklarında iş bulacaklarına olan inançlarını hemen ilk senenin sonunda kaybediyor. Hukuk Fakültesi’nden mezun olanlar ise onca meşakkatin ardından bir avukatlık bürosu açabilmek için bile bir dünya emek harcıyor. Hukuk demişken ağabey; önceki Genel Kurmay Başkanı ‘’terörist’’, bir din alimi ise ‘’fuhuş şebekesi lideri’’ olarak ceza evinde yatıyor şu anda. Bizler ise nerdeyse 100 yaşına gelmiş olan Kenan Evren’in yargılanmasının sevinç sarhoşluğundan, geriye kalan hiçbir meseleyi düşünemiyoruz.

Benim aklıma gelen soru senin de aklına geliyor değil mi; ‘’Bu kadar rezalete, kanunsuzluğa, adaletsizliğe, vicdansızlığa ve uyuşukluğa rağmen nasıl oluyor da batmıyor bu devlet?’’

Çok düşündüğüm bu sorunun cevabını Mehmet Akif’in şu mısralarında buldum ben ağabey;

’Evliya  yurdu bu toprak, Enbiya yurdu bu yer

Bir yıkık türbenin üstüne, Mevlâ titrer.’’

Alem-i İslam’a bin yıl karakolluk yapmış olan bu toprakların üstüne titreyip milletini koruyan Mevlâ, en kısa zamanda  yeniden dirilişimizi de nasip eder inşallah ağabey.

Hasretle ellerinden öper, tekrardan selam ederim.

Kardeşin .

Abdullah KILAVUZ

13.4.2012

Leave a comment