Bahçeli: “Gençler!.. Gücünüzün Farkına Varın!…”
Bahçeli: “Gençler!.. Gücünüzün Farkına Varın!…”
Seçme ve seçilme çağında olan 18-25 yaş kuşağındaki genç neslimizin toplam nüfus içindeki payı yüzde 13,2 düzeyindedir.
Yani sayıları 10 milyonu geçen gencimiz oy kullanma çağındadır.
İsterlerse AKP’yi iktidardan düşürebilecekler, isterlerse diledikleri herhangi bir partiyi iktidara getirebileceklerdir.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, TBMM grup toplantısı konuşması:
11 Haziran 2013
Değerli Milletvekilleri,
Sayın Misafirler,
Basınımızın Saygıdeğer Temsilcileri,
Haftalık Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Bu hafta ve gelecek hafta sonu Lisans Yerleştirme Sınavı yapılacaktır.
LYS’ye girme hakkı kazanan 1 milyon 232 bin 681 kardeşimizden 851 bin 131’i önümüzdeki süreçte ter dökecektir.
Üniversiteye hazırlık dönemi hem zorlu hem de maliyetlidir.
Anneler, babalar evlatlarının iyi bir eğitim alması için hiçbir fedakârlıktan kaçmamaktadır.
Bu takdir ve tebrik edilmesi gereken bir durumdur.
Dershane ücretleri, özel ders külfetleri, okul masrafları derken harcama kalemleri bir bir artmaktadır.
Yıllarca katlanılan zahmetlerin karşılığını alabilmek için yoğun bir tempo ve kıyasıya bir çalışma ve özveri gerekmektedir.
Yalnızca bir sınavla geleceğin şekillenmesi ve belirlenmesi doğru ve adil değildir.
Bu nedenle parti olarak iktidara geldiğimizde üniversite sınavlarını kaldıracağımızı ve bu çileyi sonlandıracağımızı açık yüreklilikle söylemek istiyorum.
Bu vesileyle LYS’ye girecek gençlerimize başarılar diliyor, istedikleri üniversitelere girmelerini içtenlikle temenni ediyorum.
Ayrıca bu hafta karne alacak sevgili çocuklarımızı ve görevlerini tamamlamanın gönül huzurunu yaşayan muhterem öğretmenlerimizi şimdiden kutluyor, iyi bir tatil dönemi geçirmelerini diliyorum
Değerli Arkadaşlarım,
Bugünkü şartlarda siyasi, sosyal ve ekonomik sorunların ağırlaşarak derinleştiği bir ülke tablosunu tüm yönleriyle yaşıyoruz.
Huzursuzluğun, şikâyetlerin ve kızgınlıkların her geçen gün arttığına üzülerek de olsa tanıklık ediyoruz.
Maalesef Türkiye bir kez daha keskin bir kutuplaşmaya itilmiş, sonu olmayan bir gerginlik ortamına çekilmiştir.
Bir ucunda AKP zihniyetinin, diğer ucunda da karanlık mahfillerin bulunduğu yapay çekişme ve kör dövüşü Türk milletini zora sokmuş, endişeye sevk etmiştir.
Türkiye yeni bir tezgâhın, yeni bir komplonun, yeni bir toplumsal mühendislik operasyonun ve yeni bir sinsi oyunun ortasına sürüklenmiştir.
AKP hükümeti başarısızlığın dibine vurdukça buradan çıkmak için sanal korkular imal etmiştir.
AKP hükümeti sıkıştıkça kavga çıkarmış, tökezledikçe hırçınlaşmış, zayıfladıkça tehlikeli istismarlara meyletmiştir.
Milletimizin gerçek gündemi kısır çatışmalarla, sonuçsuz gerginliklerle kapatılmıştır.
Ekmeğinin, aşının ve işinin peşinde olan vatandaşlarımızın, kendi dertlerini düşünemez ve savunamaz hale getirilmesi hedeflenmiştir.
Ne zaman ki AKP gözlerden düşmeye, gönüllerden uzaklaşmaya başlamıştır, anında yeni bir kutuplaşma malzemesi devreye sokulmuş, toplum yapısına enjekte edilmiştir.
Ne zaman ki AKP’nin mağlubiyetin soğuk yüzüyle tanışması yaklaşmıştır, birden bire milli ve manevi değerler ekseninde kurgulanan tartışma ve saflaşmalar harekete geçirilmiştir.
AKP kendi dışındaki her kesime yabancı ve mesafelidir.
Bizim anlamadığımız taraf, AKP her yönüyle baskı ve dayatmacı bir anlayışa sahipken, nasıl olmuştur da ileri demokrasiyle bunca yıl milletimizi avutmuş ve meşgul etmiştir.
Geride kalan yıllar içince, AKP’nin, milletin ve devletin tüm temel değer ve kurumlarıyla ters düşmesi, bunu da ileri demokrasi kılıfına saklayarak geçiştirmesi aldatmanın ve kurnazlığın bu zihniyet elebaşlarının hücrelerine kadar sirayet ettiğini göstermiştir.
Bu sinsiliği iyi okuyamayan, projelendirilen oyunları fark edemeyen ve siyasetin dinamiklerini anlamlandıramayan bazı kesim ve aktörler ise karşı çıkışlarıyla AKP’nin oksijen kaynağı olmuşlar, bu zihniyete ideolojik iaşe ve ikmal kanalları açmışlardır.
Tahterevalli siyasetinin zayıf oyuncusu olmayı yeterli gören bu gruplar sloganlarla hareket ederek, zorlama ve hukuk dışı yöntemler önererek AKP’nin gerginlik stratejisine adım adım hizmet etmişlerdir.
Anlaşıldığı kadarıyla İstanbul Gezi Parkı odaklı yaklaşık iki haftadır süren olaylar bu söylediklerimizin dışında bir zemin açsa da yeniden Başbakan ve partisinin eline koz vermekten uzaklaşamamıştır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Başbakan ve hükümetinin politikalarını izahta müşkülat yaşadığı bir dönemde Taksim Gezi Parkı’ndaki hadiseler ve hengâmeler imdada yetişmiştir.
İki hafta evveline kadar gündem ihanet sürecine çivilenmişken, birden ibre terse dönmüş ve İstanbul Taksim’e sabitlenmiştir.
Daha düne kadar İmralı canisiyle pazarlıklar milletimizin tepki ve öfkesinin hedefindeyken, Suriye politikasıyla ilgili büyüyen gedikler herkesin dilindeyken, sınırlarımızda patlayan bombalar ön plandayken şimdi dikkatler bambaşka bir yöne kaymıştır.
Yeni anayasa etrafında şekillenen fikir enflasyonu, başkanlık sistemi yâda partili cumhurbaşkanlığı hususundaki zorlayıcı teklifler şu aralar akıllardan çıkmasa da gündemin arka sıralarına eskisinden daha güçlü gelmek üzere mevzilenmiştir.
Türkiye Taksim Gezi Parkı’na adeta kilitlenmiştir.
Bildiğiniz gibi, 30 Mayıs Perşembe sabahı Gezi Parkı’nın rantiyecilere açılmasına direnenlere karşı gazlı, coplu olmak suretiyle şiddetli ve ölçüsüz bir müdahale gerçekleştirilmiştir.
Çadırlarının içinde sabahlayarak görünüşte Gezi Parkı’na sahip çıkma iddiası taşıyanlar ansızın ve orantısız bir şekilde hücuma muhatap kalmışlardır.
Buna karşılık 31 Mayıs günü ise protestolar kitleselleşmiş ve sosyal bir sele dönüşerek yurt sathına yayılmıştır.
Ve o gün bugündür de olayların çap ve cesametinde azalma şöyle dursun devamlı bir büyüme görülmüştür.
Biz başından beridir Taksim Gezi Parkı’ndaki olayları dikkatle takip ettik, gerekli uyarı ve değerlendirmelerimizi belirli aralıklarla aziz milletimizle paylaştık.
Şunu da herkes bilmelidir ki, Milliyetçi Hareket Partisi bu olayların başlangıcından itibaren aynı noktadadır, aynı eksendedir ve aynı tutarlılıktadır.
Bu itibarla bizim duruşumuzu, meseleye yaklaşımımızı ve tavrımızı eleştirmeye kalkışanlar doğru konuşmadıkları gibi, iyi niyetli de değillerdir.
44 yıllık şerefli bir maziyi kucaklayarak geleceğe koşan Milliyetçi Hareket Partisi’ne yol yordam öğretmek, akıl fikir vermeye teşebbüs etmek ve nerede nasıl hareket edeceğiyle ilgili ahkâm kesmek hiç kimsenin harcı ve haddi olmayacaktır.
Hele hele milliyetçi-ülkücü harekete hayatları boyunca kem gözle bakmış olanların tezviratları, dedikoduları ve suçlamaları bizim için sadece teneke gürültüsüdür.
Bize gazete köşelerinden istikamet çizmeye çalışanlar önce kendi önlerinden yemeli, arkasından da kendi iç muhasebelerini yaparak şaibeli niyet ve sicillerini gözden geçirmelidir.
Milliyetçi Hareket Partisi onun bunun telkin, tavsiye ve tacizleri altında kalarak şahsiyetinden ödün vermez, fikir ve ülkülerinde döneklik ya da oynaklık göstermez.
Biz başkalarına benzemeyiz, başkaları gibi zaman ve zemine göre pozisyon almayız ve bildik siyaset tacirleri gibi her rüzgâra da yelken açmayız.
Taksim Gezi Parkı merkezli gelişmeleri pür dikkat takip eden Milliyetçi Hareket Partisi, sorumluluğun ve sağduyunun yol göstericiliğinden hiç ayrılmamıştır.
Hamdolsun, ne provokasyonlara itibar ettik ne de sinir bozucu iftira ve yönlendirmelere kulak astık.
Bizi meydanların aydınlığından ve demokratik platformundan sokakların alacakaranlığına çekmeye çalışan yarım akıllarının oyunlarına gelmedik, kurnazlıklarına kapılmadık.
Yolumuzdan ve inançlarımızdan en ufak sapma göstermedik.
Bu aşamada Taksim ve diğer vatan köşelerinde iki haftalık hadiseler dizisini de dikkate alarak tüm gelişmelerle ilgili yorum ve değerlendirmelerimizi şu ana başlıklar altında yapmak mümkün ve faydalı olacaktır:
1 – Taksim Gezi Parkı’nda olaylara sebebiyet veren ana faktör öncelikle Topçu Kışlası’nın yeniden inşası ve bu çerçevede başlatılan yıkım ve yağma faaliyetidir.
İstanbul’un göbeğinde nefes borusu işlevi gören ağaçların kesilmesi ve yeşilin örtülmesi haklı olarak tepkiyle karşılanmıştır.
Polisin aldığı emir doğrultusunda sert tutum takınması, gaz bombası kullanarak eylemcileri dağıtma girişimi doğal olarak süreci şirazesinden çıkarmıştır.
Başbakan Erdoğan’ın Taksim’i kafasına göre talan etme ısrarı, AKM’yi yıkma açıklamaları ve hoşgörüyü dışlayan tutumu Taksim’i savaş alanına çevirmiştir.
Bizim açımızdan ağaç katliamı, Gezi Parkı’nın rantiyecilere peşkeş çekilme hazırlıkları kesinlikle gayri meşru ve gayri hukukidir.
Bu sebeple masumane şekilde çevreyi koruma duyarlılığı, yeşile sahip çıkma hassasiyeti şüphesiz saygıyı hak etmektedir.
Ancak keşke, ağaç için gösterilen kararlı iradenin aynısı milletin birliği ve vatanın bölünmez bütünlüğü için de sergilenmiş olsaydı.
Bundan dolayı 2 Haziran 2013 günü 25’nci Erdemli Türkmen Şöleni münasebetiyle yaptığım konuşmada; “Türk vatanı ağaçtan daha mı değersizdir” sorusuyla bu duruma atıf yapmış ve bu çelişkiyi gündeme taşımıştım.
Bizim çevrenin korunması, doğaya sahip çıkılması hususunda şaşmaz bir irademiz vardır.
Zira çevre demek bir yönüyle kültürün mayalandığı ve yaşadığı yerdir.
Çevresiz tarih, çevresiz kültür olmayacağı gibi, çevresiz insan ya da insanlık da görülemeyecektir.
Bu itibarla samimi şekilde çevreye, ağaca, yeşile ve doğanın tüm rengine kol kanat geren her kardeşim bizim için saygıyı hak etmektedir.
Ne var ki benzer hassasiyetleri milli ve manevi konularda görmek ve işitmek de bizim en tabii hak ve beklentimizdir.
2 – Gezi Parkı’nda olayların başlamasıyla birlikte yasadışı örgütler de hemen piyasaya çıkmışlar, gelişmelerin yönünü kendilerine tahvil etmeye uğraşmışlardır.
Maskeli militanlar, marjinal ve aşırı uç yapılanmaların temsilcileri Türkiye’nin her tarafında sahne almışlar ve buldukları fırsatı ganimete çevirmeye çalışmışlardır.
Polise taşlı sopalı saldıran unsurlar bunlardır.
Esnafa, işyerlerine, kaldırımlara, çevreye ve masum insanlara zarar verenler bunlardır.
Kinlerini kusmak için kalabalıkları provoke etmeye gayret eden meymenetsiz yüzler bunlardır.
Bunlar ki, her toplumsal hareketlenmeyi terörize etmeye çalışan gerçek çapulcu ve çıbanbaşlarıdır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin bunlarla değil bir arada olmayı, isminin dahi ortak anılması kendimizi inkâr ve yok saymak manasına gelecektir.
Ne olursa olsun, demokratik tepkisini gösteren sağduyulu kardeşlerimizi ve muhterem vatandaşlarımızı kesinkes bu rezillerden ayrı tutmak ve aynı kategoriye almamak mutlak anlamda zorunluluktur.
Başbakan Erdoğan’ın çapulcu sözü de tamamen hedefini aşmış ve herkesi kapsamı alanına almıştır.
Bu çapulcu merakı hakikaten de irdelenmeye ve incelenmeye layıktır.
Çapulcuların piriyle, çapulcuların hasıyla ve dalaksızların başıyla sözde çözüm ve barış konuşan, kafa kafaya vererek Türk milletini bölmeyi planlayan Başbakan’ın, masum insanlarımıza arkası arkasına çapulcu yaftası vurması maskaralıktır.
63’lükleri protesto eden aziz dava arkadaşlarıma da aynı kirli sözle mukabele eden Başbakan’a kendisinin bugünlerde çok sık kullandığı bir sözüyle cevap vererek şunu söylemek istiyorum: “Kem göz, kötü söz sahibine aittir, sahibiyle müsemmadır.”
Başbakan çapulcuyu bırakmalı, avucuna düştüğü çuvalcıların, çatallaşan vicdanının ve çarkıfeleğe dönen karakterinin derdine yanmalıdır.
Bizim açımızdan masumane tepkilerini gösteren gençlerimizi ve muhterem vatandaşlarımızı anarşistlerle, şehir eşkıyalarıyla bir görmek ve birlikte değerlendirmek ayıptır, saygısızlıktır ve müfteriliktir.
Bunu da yapsa yapsa bir tek kişi yapacaktır ve yapmıştır; o da Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değildir.
Bu aşamada Başbakan Erdoğan’a önerim şu olacaktır: “Söz biliyorsan söyle inansınlar, bilmiyorsan sus da seni adam sansınlar.”
3 – Biz her fırsatta Taksim Gezi Parkı olaylarının yalnızca ağaç meselesi olmadığını söyledik ve buna inandık.
10 yıl 7 aya yaklaşan AKP’nin iktidar yılları milletimizi her anlamda bunaltmış ve yormuştur.
Özel hayata yönelik mütecaviz hamleler, antidemokratik tavırlar, ayrımcı ve kırıcı beyanlar, sosyal ve ekonomik travmalar üst üste birikmiştir.
AKP’nin politikaları itirazların, şikâyetlerin ve karşılanmayan taleplerin yığılmasına, bir zeminden de patlamasına neden olmuştur.
İç politikada otoriter hevesleri besleyen yaklaşımlar, dış politikada taviz ve teslimiyete dayanan tercihler tepkisellikleri sivriltmiş ve tutuşturmuştur.
Başbakan’ın kaba ve yaralayıcı, buyurgan ve sert üslubu bilhassa genç kuşağı tahrik etmiş ve bıçkınlaştırmıştır.
Başbakan kendi yandaşlarını abat ederken, milletimizin kahir ekseriyetini Araf’ta soyulmuş hacıya çevirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kural ve kurumlarıyla cebelleşmesi ve suçlaması kızgınlıkları bilemiş, öfkeleri genişletmiş, kinleri köpürtmüştür.
Gençlerimizin bireysel özgürlük alanlarının sınırlandırılması, onların terbiye edilmesi ve uslandırılması gereken haylazlar olarak görülmesi tansiyonu her geçen gün yükseltmiştir.
Aslı astarı olmayan konu başlıklarıyla vakit geçiren, bir dediği diğerini tutmayan, sürekli görüş ve fikir değiştiren Başbakan Erdoğan milletimizin büyük bir çoğunluğuyla gönül bağını koparmıştır.
Dilinin ayarı kaçmış, önüne gelene rest çeken, önüne gelene diklenen ve hemen hemen herkese üsten bakan kibirli birisi olmuştur.
Başbakan Erdoğan ve yandaşları lale sülale devrini yaşarken, gençlerimiz hayatlarını nasıl kazanacaklarının ve işlerini nasıl bulacaklarının kaygısına kapılmıştır.
Başbakan; mahdumlarına pırlanta dükkanları, hısımlarına neredeyse sıfır faizli kredilerle yeni ve verimli iş sahaları kurarken, fakir fukaranın çocuğu içler acısı bir halde yaşamak zorunda bırakılmıştır.
AKP dönemi eşitsizliğin zirve yaptığı, hukuksuzluğun egemen olduğu, gelir dağılımı adaletsizliğinin ileri safhaya taşındığı bir devir olarak hafızalara yerleşmiştir.
Başbakan Erdoğan tercihlere ve seçim haklarına hürmet göstermemiş, riayet etmemiştir.
Toplumsal taleplerin yönünü okuyamamış, beklentileri anlayamamış ve yeni yetme tiranlar gibi her şeyi bastırmayı ve ufalamayı denemiştir.
Çağın dinamiklerini, özgürlük ve demokrasideki yeni eğilimleri, kişisel istek ve yönelişlerin değişen felsefi arka planını kavrayamamış, anlayamamış ve esasen zamanın gerisine de çoktan düşmüştür.
Başbakan nezdinde demokrasinin sadece sözde kalması, bunun yanı sıra demokratik kültürü aşındırıcı ve tarumar edici siyaset tarzı toplumsal zeminde güveni de sakatlamış ve sarsmıştır.
Daha sıkıntı verici olanı da, demokratik hakların kullanımını küçümsemesi, horlaması ve basite almış olmasıdır.
Başbakan Erdoğan’ın devri saltanatı gazla özdeşleşmiş, hatta gaz iktidarı unvanı almıştır.
Bu şahsın tüm inandırıcılığı, tüm güvenirliği ve tüm sempatisi kaybolmuş, İmralı’daki kader ve bölücülük arkadaşının kodesine mahkum olmuştur.
Bu şarkı bitmiş, beraber yürünen yollar çökmüş, hayaller gerçek olmadan tükenmiş ve BOP beyaz perdesinde çevrilen filmin sonuna gelinmiştir.
Aşağı yukarı her filmin sonunda olduğu gibi kötüler kaybedecek iyiler kazanacaktır.
Zalimlerin defteri dürülecek, mazlumların zaferi müjdelenecektir.
Küfürbazlar, hainler, despotlar, haksız kazanç elde edenler, çalanlar, çırpanlar, ezenler, hakir görenler, aşağılayanlar ve kötü niyetliler yenilecek; hak, haklı ve adalet zaferini ilan edecektir.
Türk milletinin kazanması Başbakan ve hükümetinin kaybetmesine bağlıdır.
Türk gençliğinin yüzünün gülmesi, yokuşta susayanların sevinmesi, öz yurdunda garip kalanların ümitlenmesi; ite kalka bugünlere gelen, yağmur yağsa ıslanmayan, dolu yağsa değmeyen; ama milli iradenin rüzgârıyla uçup gitmesi kaçınılmaz olan işbirlikçi kadronun mağlubiyetiyle sağlanacaktır.
Kimse umudunu yitirmesin; AKP’nin çöküşü yakındır.
Kimse yılmasın; Başbakan Erdoğan’ın mazide kötü bir anı olarak kalması mukadderdir.
4- Taksim Gezi Parkı sosyal, siyasal ve ekonomik bir volkan ağzıdır.
Halisane ve safiyane şekilde demokratik haklarını arayanlara, seslerini duyurmaya çalışanlara önem ve öncelik vermek lazımdır.
Taksim Gezi Parkı Türkiye’nin kötü ve talihsiz durumunun net olarak toplumsallaştığı ve her tarafa emsal olduğu bir mekândır.
Buna evvela saygı duymak ve ciddiye almak gerekmektedir.
Aynı zamanda Gezi Parkı bir çığlıktır, haykırışın sembolleştiği yerdir.
Ve bir bakıma sosyolojik anlamda orta sınıf hareketi olarak da okunmalıdır.
Gösterilerin demokrasi dışı arayışlarla, darbeci heveslerle yakından uzaktan bir alakası olmadığı da nettir.
Ancak bölücü terör örgütü PKK’nın buraya tutunup, isyan ve başkaldırı provası için bir deney sahası olarak kullanma ihtimali de asla yabana atılmamalıdır.
Taksim’de yasadışı sol örgütlerin yuvalanması, eş zamanlı olarak İmralı canisinin posterlerinin gezdirilmesi, yurdumuzun değişik yerlerinde bebek katili lehine sloganlar atılması neyin amaçlandığını kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ifşa etmektedir.
Özellikle İmralı canisinin yattığı hücreden iki ayaklı ulakları vasıtasıyla Gezi Parkı direnişini selamlaması düşündürücüdür.
Bu katil, sözüm ona ulusalcı, milliyetçi, darbeci çevrelere kimsenin kendini kullandırmamasını nasihat etmiş; demokrat, devrimci, yurtsever ve ilerici diyerek tanımladığı bölücü kafileyi süslü sözlerle övmüştür.
Edindiğimiz izlenim Gezi Parkı’na, İmralı canisiyle AKP’nin danışıklı dövüş şeklinde müdahale etmek istemiş olmasıdır.
Acaba AKP takviyeli İmralı canisi ve örgütü Gezi Parkı’nı tamamen bölücülere mal etmeyi mi planlamıştır? Ya da bu yolla, demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren gençlerimizin ve vatandaşlarımızın hevesini kırmak ve akıllarını karıştırmak mı amaçlanmıştır?
Başbakan Erdoğan İmralı canisiyle Gezi Parkı’nı marjinalleştirme konusunda fikir alışverişine ihtiyaç duymuş olmalı ki, altıncı BDP heyetini iki gediklisinin iştirakiyle, Taksim sabıkalı bir üyesinin eksiğiyle İmralı yoluna yeni haberleri getirmek üzere görevlendirmiştir.
Anlaşılan Taksim Gezi Parkı’ndan yükselen sesin engellenmesi için AKP-BDP-PKK ve İmralı canisi ittifakıyla oluşturulan bölücü dalga kıran etkili şekilde kullanılacaktır.
Değerli Milletvekilleri,
Taksim Gezi Parkı olayları ortaya çıktığı andan itibaren Başbakan Erdoğan’ın duyarsızlığı, kabalığı ve sertliği sürekli artmış ve dayanılmaz bir noktaya gelmiştir.
Başbakan Erdoğan 1-2-3 Haziran günleri gerilimi sürekli tırmandırmış, olaylara karışanları aşırı uçlar diyerek dışlamış, Gezi Parkı protestolarını ideolojik olarak görmüş ve yurt dışına giderayak yüzde 50’yi içerde zor tuttuklarını tehditvari sözlerle açıklamıştır.
Bu esnada borsa düşmüş, döviz ve faiz çıkmıştır.
Allah’tan kısa süreliğine yurtdışına gidince Cumhurbaşkanı Gül devreye girmiş, mesajın alındığını duyurmuş ve Başbakan Vekili de alttan alarak özür dilemiştir.
Bu iki girişim az da olsa suların durulmasına neden olmuştur.
Ne var ki, geçtiğimiz Cuma günü Tunus’tan dönen Başbakan, gece yarısı mitingiyle yangına körükle gitmiş, ortalığı kızıştırmıştır.
Zannedersiniz ki Türkiye savaşa girmiş ve muzaffer komutan edasıyla Recep Tayyip Erdoğan meydanda kükremiştir.
Ve onu dinleyen kalabalıklar “yol ver gidelim Taksim’i ezelim” sözleriyle zıvanadan çıkmıştır.
Başbakan Erdoğan göğsü kabarırcısına bu sloganları dinlemiş ve zımnen de onay vermiştir.
Bizim Bursa mitingimizi ağzına dolayarak sürekli eleştiren şahıstan ortada eser kalmamıştır.
Başbakan’ın demokrasi makyajı İstanbul Havalimanı’nda bir kez daha dökülmüştür.
Sayın Başbakan sen yol versen de, Taksim’i hangi fani, hangi bedbaht, nasıl ezebilecektir?
Bugün Taksim’e saldırma planları yapanlar, yarın nereyi hedefleyecektir?
Sayın Başbakan seni uyarıyorum: Kalabalıkların gazına gelip de dilinin ayarını bozmaktan, tabanını motive ve konsolide etmek için düşmanlık tohumları saçmaktan acilen vazgeçmelisin.
Başbakan gece yarısı mitinginde aklına estiği gibi atıp tutmuştur.
Bankacılara sataşmış, elinde tencere tava gezdiren vatandaşlarımızı aşağılamıştır.
Bir de faiz lobisini işaret ederek sertlik tonunu iyice yükseltmiştir.
Başbakan’a göre faiz lobisi, borsada spekülasyon yapmak suretiyle hükümeti tehdit etmiştir.
Esip gürlemiş ve milletin alın terini onlara yedirmeyeceklerini iddia etmiştir.
Fakat bir sözüyle de yakayı ele vermiştir.
Siz değerli arkadaşlarımın ve ekranları başında bizi izleyen muhterem vatandaşlarımın Başbakan Erdoğan’ın İstanbul Havalimanı’ndaki şu sözlerine dikkat etmesini istirham ediyorum: “Bizim karşımıza geldikleri zaman ‘Sizin zamanınızda 5 kat daha zengin olduk’ diyenler, işte bugünlerde bizle uğraşmaya başladılar.”
Başbakan’ın burada bahsettiği faiz lobisidir.
Demek ki, faizcilerin, faiz lobisinin 10 yıldır Başbakanla yedikleri içtikleri ayrı gitmemiştir.
Üstelik karşısına geçip “bizi 5 kat zengin ettin” diyerek pişkin pişkin minnetlerini sunmuşlar, teşekkürlerini iletmişlerdir.
Başbakan Erdoğan milletimizin emeğini, göz nurunu ve alnından dökülen mübarek teri faiz lobisine 10 yıldır haraç mezat devretmiştir.
Sayın Başbakan sana buradan soruyorum:
Bu faiz lobisi kimlerden oluşmaktadır?
Lobinin tarafları Taksim’deki olayların neresindedir?
Yurt içi, yurt dışı ayakları nerelere kadar uzanmaktadır?
Bunlardan destek aldın mı? Bunlardan yardım gördün mü? Bunlardan menfaat elde ettin mi? Bunlardan komisyon alarak yabancı bankalara istiflendin mi?
Faiz lobisini 5 kat zenginleştirirken; çiftçimizi, esnafımızı, memurumuzu, işçimizi, emeklimizi yoksullaştırmak hangi inanca, hangi ahlaka, hangi vicdana ve hangi kitaba sığacaktır?
Borsa spekülatörlerine, faizcilere, rantiyecilere, döviz vurguncularına, küresel tefecilere elini verdinde de bunlar kolunu ve hatta kalan siyasi şerefini de mi istemektedirler?
“Ümüğü sıkarım” dediklerin yoksa 10 yıldır senin mi ümüğünü sıkmaktadır?
Cevap ver Sayın Erdoğan sen ne hallere düştün? Hangi karanlık ilişkilere girdin? Kimlerin kulu kölesi oldun?
Eğer faiz lobisinin isteklerini yapmazsan, aranızdaki alacak verecek meselesini onların lehine çözmezsen bunun cefasını kime çektirecek, bunun faturasını kime yükleyeceksin?
Milliyetçi Hareket Partisi bu faiz lobisinin; hemen, acilen TBMM’de Araştırma Komisyonu kurularak incelenmesini, elebaşlarının, yerli ve yabancı işbirlikçilerinin ortaya çıkarılmasını talep etmektedir.
Bu kan emici keneler deşifre edilmelidir.
Bu simsarlar açığa çıkarılmalıdır.
Tasarruf açığımızdan istifade ederek milletimizin üzerinden paraya para demeyenlerin yakasından tutmak siyasi iktidar için namus meselesidir.
Başbakan Erdoğan kendinden eminse, saklayacak, gizleyecek ve erteleyecek herhangi bir şeyi yoksa mertçe ortaya çıkar ve dürüstçe bizim bu teklifimizin gereğini yapar.
Muhterem Milletvekilleri,
Başbakan Erdoğan Türkiye’ye geldiği andan itibaren partisinde olağanüstü hal ilan etmiştir.
Gezdiği, gittiği ve bulunduğu her yerde mitingler yapmaya başlamıştır.
Partimizin simgelerini, işaretlerini kullanarak Başbakan’ı karşılama törenlerinde boy gösteren kimliksiz ve kiralık simaların da bizimle uzaktan yakından hiçbir ilgisinin olmadığını herkesin bilmesinde yarar vardır.
Ve bu tip fırsatçılara, kapkaççılara göz açtırmama konusunda kararlıyız.
Başbakan Erdoğan ve partisine bir haller olmuş, ayak bastığı her yere bindirilmiş kıtalar yerleştirilmiştir.
“Menderes’i astılar, Özal’ı zehirlediler, Erdoğan’ı yedirmeyiz” türünden fotoğraflı afişler her tarafa asılmıştır.
Başbakan vitesi boşa almış, kontrolü kaybetmiştir.
Türkiye’yi kutuplaştırmak için gözü kararmış, ayağını frenden çekmiştir.
Bu gelişmeler sonucunda hafta sonunda birisi Ankara, diğeri İstanbul olmak üzere iki büyük miting kararı almıştır.
Merakımız Başbakan’ın bu mitingler kanalıyla daha ne kadar düşmanlıkları tahrik edeceği, cepheleşmeleri ne kadar derinleştireceğidir.
Başbakan Erdoğan geçtiğimiz hafta sonunda Adana, Mersin ve Ankara’da zembereğinden boşanmış gibi savrulmuş, ağzına ne geliyorsa dökmüş, saçmıştır.
Türkiye’nin bu gelişmelerine baktığımızda, Başbakan ve partisinin teyakkuza geçişini yorumladığımızda, Taksim Gezi Parkı’nın bu seviyeye gelmesinde Başbakan talimatlı derin unsurların parmak izi olduğu ister istemez akıllara gelmektedir.
Bu çerçevedeki mütalaamız şudur:
Başbakan Erdoğan siyaseten eridiğinin farkındadır.
İmralı canisiyle müzakerelerin ters teptiğini, 63’lüklerin milli iradenin duvarına çarptığının da bilincindedir.
Bunun önüne geçmek, süreç ihanetini ilerletmek ve AKP’nin inişini durdurmak maksadıyla düğmeye basmış olmalıdır.
Önümüzdeki yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini başkanlık seçimine çevirmek, yeni anayasayı ya da muhtemel referandumu BDP’yle yapabilmek için kendi taraftarlarının, aklınca yüzde 50’lik kesimin kemikleşmesini arzu etmektedir.
Bunun için de Taksim Gezi Parkı’na şiddetle müdahale ettirmiş, doğal tepkiye karşı da kendi cephesini ve tarafını sağlama almayı planlamıştır.
Özellikle partimizin temalı mitingleri Başbakan’ı ürkütmüş ve paniğe sürüklemiştir.
Bu yüzden yeni bir gerilim ve çatışma taktiğine başvurmuştur.
Kaldı ki yıllardan beri yaptığı da budur.
Şayet Başbakan ve hükümetinin hakikaten de Türkiye’nin bugünkü tablosunda payı ve dahli varsa, bunu ihanetle bile tanımlamak mümkün olmayacaktır.
Şu nazik ortamda Başbakan bölücülük yapmakta, sinir uçlarını tahriş etmekte, herkesi birbirine düşürmekte ve ortalığı ayağa kaldırmaktadır.
Krizi yönetmek için yeni krizler üretmektedir.
Bir yanda Mustafa Kemal’in askerleriz diyenler, öbür yanda Tayyip’in askerleriyiz diyerek karşılık verenler sanki muharebeye hazırlanmaktadır.
Ne hazindir ki, asıl askerlerimiz köşeye sıkışmışken, PKK’nın silahlı teröristleri de her tarafta keyif sürmektedir.
Başbakan Türk gençliğine saldırmakta, düne kadar beslediği ve palazlandırdığı işadamlarıyla, medya patronlarıyla meydanlar aracılığıyla hesaplaşmakta ve bunların protesto edilmesini dayatmaktadır.
Başbakan Erdoğan başörtüsü istismarına tekrar müracaat etmekte, geçmişte yaşananları bugüne getirmekte, İstanbul Dolmabahçe Camii’ne bira şişeleriyle girildiğini ilgili cami imamının tekzip etmesine rağmen kışkırtıcılık yapmaktadır.
Tüm zamanların en vahşi provokatörü gibi hareket etmektedir.
Milletimizin arasını ve ahengini bozmaya pimi çekilmiş fitne bombası gibi hazırdır.
Sayın Başbakan bu fikirlerin menşei ve kaynağı neresidir, telif ve patent hakları kimlere aittir?
Beyaz Saray Kırmızı Salon’da dar kapsamlı bir kadroyla yaptığın görüşmelerde bunlar konuşuldu mu? Bizzat şahsına ev ödevi olarak verildi mi?
Başbakan Erdoğan gerçekten de tehlikeli bir işe soyunmuştur.
Diktiği ağaçları sayarak kendisini temize çıkarma gayretine girişmiştir.
Ve masum gençlerimizi tehdit ederek protestolarını sonlandırmazlarsa anladıkları dilden konuşacağını ifade etmiştir.
Sayın Erdoğan soruyorum sana gençlere ne yaparsın; asar mısın, keser misin, döver misin?
Türk gençliği yalan dilini bilmez.
Türk gençliği BOP dilinin gramerini çözemez.
Türk gençliği ona buna el açmaz, yabancıların elini, eteğini öpmez.
Sayın Başbakan evladın yaşındaki gençlerle uğraşmaya, azarlamaya, “bunlar benim gençliğim değil” demeye utanmıyor musun?
Hadi geçtik utanmadan da, taşıdın görevin gereği olarak neden sabır ve hoşgörü içinde kalamıyorsun?
Kafanın bir köşesinde bu milletin çocuklarını birbirine kırdırmak mı vardır?
Sende hiç mi insaf, hiç mi merhamet, hiç mi şefkat yoktur?
Bil ki, Türk gençliğini sana çiğnetmeyiz, böldürmeyiz, teslim etmeyiz ve yedirmeyiz.
AKP’ye gönül vermiş kardeşlerim, sorumluluk bilincinde hareket eden değerli milletvekili arkadaşlarım bu olanlara ne zamana kadar sessiz ve tepkisiz kalacaklardır?
Yeri gelmişken bu kürsüden gençlerimize seslenmek istiyorum:
Türk gençliği bizim iftiharımız ve gelecek umudumuzdur.
Sizler mizahınıza devam ediniz, resminizi çiziniz, gitarınızı, sazınızı çalınız, bilgi ve iletişim teknolojilerinden sonuna kadar istifade ediniz.
Gençlik çağının tüm imkânlarını kullanınız.
Çünkü geçen zaman bir daha geri gelmemektedir.
Ancak geleceğinizi de düşününüz, planlayınız ve tahriklere aldanmayınız.
Sizler gücünüzün farkına varınız.
Seçme ve seçilme çağında olan 18-25 yaş kuşağındaki genç neslimizin toplam nüfus içindeki payı yüzde 13,2 düzeyindedir.
Yani sayıları 10 milyonu geçen gencimiz oy kullanma çağındadır.
İsterlerse AKP’yi iktidardan düşürebilecekler, isterlerse diledikleri herhangi bir partiyi iktidara getirebileceklerdir.
Bunu da sandıkta oy kullanarak yapabileceklerdir.
Sokaklar belirsizdir, sokaklar tehlikelidir, sokaklar karanlıktır ve sokaklar her şeye açıktır.
Taksim’de suyun, gazın ve türlü zorluğun altında kalmaktansa, erken veya zamanında yapılacak bir seçimde tüm isteklerini, beklentilerini ve hayallerini sandığa yansıtmalıdırlar.
Başbakan Erdoğan’ı görevden alacak demokratik iradeyi göstermelidirler.
Bu itibarla Türk gençliğini AKP’ye sandıkta ders vermeye davet ediyorum.
Bu gücün, bu yeterliliğin onlarda olduğunu biliyor ve görüyorum.
Türk gençliği hem kendi geleceğine hem de Türkiye’nin geleceğine mühür vurmalıdır.
Tertemiz vicdanlı evlatlarımız Başbakan’ın hakkından sandıkta gelmelidir.
Bu yetki onlarda vardır, bu imkan onların elindedir.
Ve Türk gençliği Başbakan’ın anladığı dilden konuşarak sandıkları patlatmalı ve Yüce Divan’ın yolunu açmalıdır.
Demokrasilerde seçeneksizlik olmaz, olmayacaktır.
Demokrasi hepimizin en büyük güvencesidir.
Milliyetçilikle demokrasinin kaderini ayrılmaz ve birlikte gören partimiz için başka bir yol ve çare de yoktur.
Bir siyasi iktidarın değişeceği yer sandıktır, sandık olmalıdır.
Demokrasiyle gelen demokrasiyle gitmelidir.
Buna hepimiz destek olmalı, hepimiz sahip çıkmalı ve hepimiz kabullenmeliyiz.
Biz bu vatanı sokakta bulmadık, Başbakan Erdoğan’ın isteği doğrultusunda da sokağa teslim etmeyelim, edilmesine rıza göstermeyelim.
Türk gençliğine diyorum ki, “Sandığa gidin, Başbakan’ı indirin.” “Sandığı süpürün, Başbakan ve partisini söndürün.”
Muhterem Milletvekilleri,
Başbakan Erdoğan demokratik tepkisini gösterenleri anlayacak basiret ve olgunluğu vakit geç olmadan, yangın büyümeden ortaya koymalıdır.
Gençlere karşı siyasi güç ve gövde gösterisi yapmamalı, tepkilerini anlayacak âlicenaplığı, hoşgörüyü ve büyüklüğü sergilemelidir.
Türkiye iyice sıkışır ve bunalıma düşerse demokrasinin imkânları vardır ve gereği yapılmalıdır.
Bu kapsamda seçimler çıkıştır, çaredir ve emniyettir.
Aynı zamanda gerilimli atmosferi soğutucu bir işlev görmektedir.
Türkiye bugün tedirginliğin içindedir, buhranların kıyısındadır.
Siyasi iradenin yenilenmesi şarttır.
Demokrasinin anlam ve karşılık bulması için iktidarın doğal ve meşru yollardan el değiştirmesi elzemdir.
Erken ya da zamanında yapılacak bir seçimle Başbakan kızağa alınmalı ve AKP kenara çekilmelidir.
Milliyetçi Hareket Partisi yüzde 50’nin, ya da yüzde 76’nın değil; herkesin, her kardeşimin temsilcisi, sözcüsü olmaya talip ve hazırdır.
Biz 3 Kasım 2002’de devrettiğimiz iktidarı tekrar alacağımızı biliyor, aziz milletimize her şeyimizle inanıyor ve itimat ediyoruz.
Bu düşüncelerle konuşmama son verirken muhterem heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.
Yolumuz, bahtımız ve alnımız her daim açık olsun.
Sağ olun var olun.