# Etiket
##GENEL #EDEBİYAT

Ege’de Rüya Seyri / Gültekin ÖZTÜRK

Ege’de Rüya Seyri

 Gültekin ÖZTÜRK

Mehtaplı gecelerde anlatılmaz bir duygu seline kapılırım.

Gökyüzünü görebileceğim bir yere uzanarak mehtapla kucaklaşır, ışık hızında dalar giderim yıldızların doldurduğu sonsuzluğa.

Bazen inşallah kaymaz diyerek konakladıklarım olur. Krallığımı ilan ettiğim adını bile bilmediğim yıldızlarım vardır.

Anlayacağınız ulaşılmaz hoş/boş hayallerim, mecnuna taş çıkartacak aşklarım, öfkelendiklerimi kazığa oturtarak cezalandırdığım mutlak egemen olduğum imparatorluklarım vardır.

Bazen korkuyla uyandığım ve gerçek olmadığına şükrettiğim kâbuslarım veya hiç uyanmasaydım dediğim hoş rüyalarım vardır.

Yani “İnsanım” ve “İnsanlara” ait duygulara sahibim.

Hayallerim, rüyalarım, herkesten sakladığım duygularımın gerçekleşenleri olduğu gibi gerçeklemeyi bekleyenleri de umut kesip yok ettiklerim de vardır.

Ekonomik, sosyal, fikri durumum değiştikçe hayallerim de rüyalarım da değişti.

Yaşım ilerledikçe yıllarca gerçekleşmesini beklediğim, özenle geliştirip/güncelleyip birlikte olduğum ancak bir türlü gerçekleşmeyen hayallerime veda etmeye başladım.

“Bu saatten sonra olsa ne olur olmazsa ne…” diyerek ölüm sandığına doldurup ruhumun derinliklerine gömmeye başladım bazılarını…

Bugün yine bir türlü gerçekleşmeyen hayallerimin bazıları için cenaze töreni hazırlıklarına başladım.

Çocukluğumdan beri tasarladığım ama bir türlü gerçeğe dönüşmeyen hayallerimle vedalaşıp onları birer birer öldürmeye başladım.

Bin bir emekle kurguladığım hayallerimden vazgeçip geçmeme kararsızlığı içinde duygu dünyamın derinliklerinde kaybolduğum bir anda telefonum çaldı.

Ve işte tekrar gerçek dünyadayım…

Can kardeşim, arkadaşım, dostum Erol Bilecik’in “Merhaba Tekin ağabey müsait misin?” diyen nazik sesiyle/sorusuyla hayallerimi gömdüğüm cenaze törenim yarım kalmıştı.

“Ağabey, yeni bir tekne aldım. 6 kadım dost/arkadaş/kardeş NAZO Teknesiyle dört gün birlikte olmayı düşündük. Dört gün teknede yaşayıp kırk yıllık anılarımızı açık denize anlatmayı tasarladık. Bodrum’dan başlayacak Nazo ile Rüya Seyri deniz gezimizde birlikte olmak istiyoruz. Ne dersiniz? ”

Evet, telefonda varlığıyla gurur duyduğum kardeşim Erol vardı ve her zamanki gibi insanda hayranlık yaratan samimi/nazik/kadife sesiyle gömmeye hazırlandığım bir çocukluk hayalimi gerçeğe dönüştürecek “Ege’de Rüya Seyrine” davet ediyordu.

İşte “hayatım ve hayallerim” dediğimiz “gerçek” budur.

Sonuna kadar hiçbir şeyden umut kesmeyeceksin ve mutluluk/güzellik vereceğini düşündüğün tasarılarını ısrarla takip edeceksin.

Ölmeden hiçbir şeyi/tasarını öldürmeyeceksin ve hiçbir zaman umutsuzluğa düşmeyeceksin.

Eğer umutsuzluk yoluna bir kere girersen işte o zaman kendini diri diri gömmüş olursun.

Hiç ummadığın/beklemediğin bir anda öldürdüğün ve gömmek için hazırlandığın bir hayalin, tıpkı benim hayalim gibi gerçeğe dönüşebilir.

Zira hayatımız sevimli veya sevimsiz sürprizlerle doludur.

Bu duygu ve düşünceler içinde Erol Kardeşimin sürpriz teklifini heyecanla/sevinçle kabul edip yol hazırlıklarına başladım.

Öğrencim ve aile dostumuz avukat Serkan Güvenç fedakârlık yaparak şoförlüğümü üstlendi.

Eşim, kızım ve köpeğimle birlikte Bodrum’a getirdiler, ısrarlara rağmen kalmayıp beni bırakıp hemen döndüler.

Ailem gittikten sonra beş kadim dostumla buluştuğum Bodrum’daki “Bilecik Evinde” bana ayrılan odama yerleştim.

Dost, hile yapmayan bir ortak, yanıltmayan bir rehber, dertlere derman olan zor bulunan bir ilaç gibidir.

Ben şu an ortaklarımla/rehberlerimle birlikteyim, ilacımı buldum/aldım ve hastalığıma verdiği şifanın rahatlığını yaşıyorum.

Ali Coşar, Kemal Bilecik, Uğur Yurttagül, Ercüment Dağıstanlı ve bu buluşmamızı kardeşim Erol Bilecik.

Buluştuk, sarıldık, koklaştık halleştik havuz başında…Tabi ki onlar suda ben balkonda…Sonra masada devam ettik muhabbete…Belli ki zaman durmuştu.

Sabah Bodrum Marinada “Nazo’ya” yerleştik ve işte gece yarım kalan sohbetlerimizin koyulaşarak devam edeceği açık denizde yani “Ege’de Rüya Seyrindeyiz”

Nazo Teknesi, Bodrum Marinadan demir alıp ağır ağır göl gibi duran masmavi suları yararak karadan uzaklaşırken, ben çoktan bambaşka bir âleme dalmıştım.

Açık denize doğru yol aldıkça düşüncelerim yavaş yavaş Bodrum’un begonvilli evlerinden dün geceki sohbetlere doğru kaydı.

Zaten bu müjdeyi aldığım andan itibaren geçmişte yaşadığımız ve sadece bize ait olan hatıraların/hayallerin anlatılacağı bu sohbetlerin heyecanı/ ser-hoşluğu içindeydim.

Çocukluk/delikanlılık yıllarımda Çevlik Kumsalına kondurduğumuz tek direkli Kızılay çadırında birkaç arkadaşımla kampa çıkardık.

Geceleri kumsalda oturur âlem yapar, dalgalarla boğuşur yorulunca da yıldızları seyrederek uyurduk.

Sabah tutulmuş bedenlerimizle acı içinde hareket etmeye çalışırken yaptığımız komiklikler ve zoraki gülmeye çalışan “buruşuk suratlarımız” görülmeye değerdi.

“Elbet günün birinde teknemde uyurken yıldızları seyredeceğim. İşte o zaman şahane bir geceden sonra böyle berbat ve tarifsiz acılar içinde gülerken komikleştiğim bir sabaha uyanmayacağım” der ve bunun hayali ile kendimi avutur/mutlu olmaya çalışırdım.

O günlerden beri emekli olduğumda bir tekne alıp mehtapta tekneden yakamoza atlamayı, fosforlu ıslak bedenimle güvertede yıldızlı semalara bakarak uyumayı ve hep denizde yaşamayı kurgulamışımdır.

Emekli oldum, imkânım da oldu ancak rahatsızlığım sebebi ile teknede yaşama planımı uygulayamadım.

Dolayısıyla mehtaplı gecelerde tekneden yakamoza da atlayamadım, yıldızlara bakarak güvertede de uyuyamadım.

Erol Kardeşimin telefonu işte bu gömülmeye hazır ölü hayali diriltti ve benim tek kişilik hayalimi 6 kişinin yaşayacağı bir gerçeğe dönüştürdü.

 

O anda hayallerimizin her an gerçeğe dönüşebileceğine, bu sebeple yaşayacağımız güzelliklerin zihinsel tasarımları olan eserlerimizden kolay kolay vazgeçmememiz gerektiği hususuna bir kez daha kuvvetle iman ettim.

Şu an 40-45 yıl öncesine bakıyorum da ne günlerdi ama…O günleri canlandırırken Necip Celal Andal’ın hoş tangosunu mırıldanmaya başladım..

Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer…

Bir an acı duyar insan belki sevmişse biraz eğer

Anlar ki geçenlerin rüyaymış hepsi meğer

Rüya olsa bile o günlerin hayali cihan değer..

Ben pek beceremem ama kadım dostum Ercüment Dağıstanlı bu çok güzel tangoyu söyler umarım…

Nasılsa “Ege’de Rüya Seyrindeyiz” davudi sesi ile birlikte “hayali cihan değer” diyeceğiz ve coşarsa belki başkalarını da..

Denizde ilk gecemizde yemek için Rest’in İskelesi’ndeyiz.

 

Yüzlerce kilometre uzakta olmasına rağmen her an yanımızda olan ve bize rehberlik yapan ağırlayan Kürşad Bey ile muhteşem bir konukseverlik gösteren Erol Beyin hayranlık uyandıran jestlerini anlatmaya kelimeler yetersiz kalıyor.

Ali Ağabeyin tane tane anlattığı hatıraları sanki tekrar yaşadık. Uğur’un Kemal’e “Sayın Başkanım”, Kemal’in de Uğur’a  “Sayın Valim” demesi, bu diyaloga bizim de “Kahpe Bizans”  diye iştirakimizle gezi boyunca süren “Başkanım-Valim- Kahpe Bizans” muhabbeti sanırım torunlarımıza da anlatılacaktır.

Hele şef garsonun “Erol Bey, bu başkan kimdir, valimiz nerenin valisidir?” diye fısıltıyla sorması yok mu…Gülmemek için kendimi zor tuttum.

Erol Bey’in cevabı da yabana atılır gibi değildi hani…Eminim çok anlatılacak, çok konuşulacak.

Yemekte konuşmaya başladığımız yılların unutturamadığı anılarımız bazen gözlerimizi buğulandırdı bazen kahkahalara boğdu.

Gülme krizinden kurtulup arada memleket meseleleri de konuştuk.

Ben toplumsal gidişatın “bir çözülme, dağılma, cinnet” emareleri gösterdiğini düşünüyordum.

Dostlarım benim kadar karamsar olmasalar da durumu pek de hoş görmüyorlardı.

Bu konuları konuştukça içimin daralıyor, durgunlaşıyordum.

Ercüment de bunu fark etmiş olacak ki konuyu değiştirip beni benden alacak şarkıları çalmaya başladı.

Ve ben o şarkılar ile 45 yıl öncesinde olduğu gibi hayalimde o anda yaptığım uzay gemim “Çağrı” ile yıldızlara doğru yola çıktım.

Yıldızdan yıldıza dümen kırarken Kürdîlihicazkâr makamındaki muhteşem şarkıyı söylemeye başladık;

Dünyamızın üstünde bütün ruhlar uyurken,

Dünyada senin aşığın olmak ne saadet..

Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey,

Mehtaba dalıp yar ile sohbet ne güzel şey…

“ İnsan her gün biraz müzik dinlemeli, becerebiliyorsa şarkı söylemeli, şiir okumalı, resim yapmalı/bakmalı ki dünya işleri/kaygıları, Tanrı’nın insan ruhuna aşıldığı güzel duyguları silip yok etmesin”

Goethe’nin bu anlamlı sözlerini hep takdir etmiş/uygulamış ve dostlarıma da tavsiye etmişimdir.

Sanırım yaşadığımız bu güzel gün ve bu meşk gecesi ile ruhumuzun güzelliklerini bir süre daha korumuş olduk.

Sohbetimiz teknede de doyumsuz güzelliklerin verdiği mutluluk ile şarkılar söyleyerek tan ağarana kadar devam etti ve dostlarım huzur içinde uykuya daldı.

Ben ise güvertedeydim ve bu güzel gecenin bitmesini hiç istemiyordum. Ancak bir yandan da yaşayacağım yeni gün ve gecelerin başlaması için güneşin bir an önce doğmasını istiyordum.

Mehtap da yakamoz da vardı ama ne yazık ki bende tekneden yakamoza atlayacak ciğer yoktu….

Henüz gidemediğim yıldızlar “bize de gel” diye el sallayıp duruyorlardı.

Sanki küsecek gibi boyun büküp beni çağırıyor gibiydiler.

“Ne yapsam ki acaba?” derken oracıkta uyuyakalmışım.

Dalgaların adeta okşayan sesine gözlerimi açtığımda Güneş, teknemize gölge yapan tepeciğin üzerinden kendini çoktan göstermişti.

Çoktandır rüya görmüyordum. Kısa süren uykumda hiç uyanmasaydım dediğim ve yıldızlarımı dolaştığım muhteşem bir rüya görmüştüm.

Ne yazık ki Güneş’in güçlü ışığı yıldızlarımı karartmıştı ve sonsuza kadar sürmesini istediğim rüyamı sonlandırmıştı.

Her gecenin bir sabahı, her yaşamın bir sonu vardır ve “”bu dünyada” hiçbir şey sonsuz değildir!

Sonsuzluk, ancak dinlenmiş ruhların özgürce yaşadığı, sevginin, barışın ve huzurun hâkim olduğu “öteki dünyada” vardır.

Yürekten inanıyorum ki “izin verildiğinde hepimiz” elbirliği ile cehenneme çevirdiğimiz bu dünyadan, sevginin egemen olduğu ve “Cennet” dediğimiz öteki dünyaya taşınacak, barış ve huzur ortamında buluşacağız.

Dört gün çabuk geçmiş ve kadim dostlarımla tekrar buluşmak üzere vedalaşma zamanı gelmişti.

Sevginin kardeşliğin doruk yaptığı bu dört günü asla unutmayacağım ve yeni hayallerimi tasarlayacağım dünyamın giriş kapısı, yeniden görmeye başladığım rüyalarımın başlangıcı bölümü yapacağım.

Böylesi güzellikler ancak sözünü ettiğim “Sevgi ve dostluk Cennetinde” görülebilirdi ki dostlarım bana bunu yaşattılar/gösterdiler.

Hele Erol’umun sevgiyle, saygıyla “Tekin abi..” demesi,

Kemal’imin güneşte nefessiz kaldığımda bana gölge olması,

Ali Ağabeyin nefes nefese tekerlekli sandalyeyi yetiştirip beni taşıması,

Ercüment’imin canı yürekten, sevgiyle ” iyi misin Tekinnn..”demesi,

Uğur’umun bebeği gibi sağımı solumu toplamasını,

Hülasa canlarımın benimle “ah” benimle “oh” demeleri ve kaptanımızın “Nazo’yu” arızadan çıkarırken gösterdiği çaba hiç unutulur mu?

Ben bunları nefes aldığım sürece şükranla hatırlayacağım.

İnsanlar unutkandır ve insan hafızası unutkanlıkla sakatlanmıştır derler.

 

Çiçekler solar/soldurulur, ağaçlar kurur/kurutulur, demir, çelik gibi çok sert cisimler eğilir/bükülür/kırılır ve bir zamanlar var oldukları unutularak yok olup giderler..

Ancak gerçek dost, ne solar, ne kurur, ne kırılır/bükülür/eğilir, ne da unutur/unutulur.

Ben dostlarımı, hatıralarını asla unutmayacağım. Nefes aldığım sürece onları sevgiyle, saygıyla, şükranla yâd edecek, yaşadıklarımızı ve yaşayacaklarımızı gurur duyarak anacağım/anlatacağım.

Sağ ve var olunuz dostlarım Allah’a şükürler olsun ki varsınız ve benim can/kadim dostlarımsınız.

İnsanı olgunlaştıran yaşı değil dostlarıyla yaşadıklarıdır.

Dostlarım(n)ızla nice güzel günler/bayramlar yaşamak dileğiyle kalın sağlıkla.

 

 

 

 

 

 

 

 

Leave a comment