# Etiket
##GENEL

9 Işık Milli Doktrininde Milliyetçilik Üzerine Sohbet-2 / Gültekin ÖZTÜRK

 9 Işık Milli Doktrininde Milliyetçilik Üzerine Sohbet-2

Gültekin ÖZTÜRK

Bu sohbetimde de “milliyet duygusu” ile ilgili düşüncelerimi kaldığımız noktadan anlatmaya devam edeceğim.

Milliyet duygusunu doğuran temel etken, fertlerin mensup olduklarını düşündükleri/inandıkları/kabul ettikleri topluluğa bağlılık duygusudur ve insanlık tarihinin en eski devirlerinde kazanılmış bir histir.

Bu duygunun doğuşunda tarihi ve psikolojik hallerin yanında ”hür yaşamak/varlığını sürdürmek ve ekonomik bakımdan yeterli hale gelmek isteğinin de” çok önemli rolü vardır.

Hür/refah içinden yaşamak/varlığını sürdürmek güdüsü, birlik ruhunu/bu amacına birlikte ulaşacağını düşündüğü kitleye bağlılık ve birlikte hareket kabiliyetini ve sonuçta “milli şuuru/milliyet duygusunu/milliyetçilik fikrini” doğurmuştur.

Bu bilinç ne kadar güçlü ise birlik ruhuna sahip olan topluluğun o kadar başarılı olduğu görülmüş/ olacağı düşünülmüş ve bu duygu böylece kökleşip/yaygınlaşarak günümüze gelmiştir.

Biz de “milli bilincin” toplumsal varlığı koruyup sürdürmenin en önemli sağlayıcısı olduğunu çok doğru bir düşünce/davranış olarak kabul etmekteyiz ve bu yüzden de Türk Milliyetçisi/Ülkücüsüyüz.

“9 Işık Milli Doktrininde Milliyetçilik Üzerine Sohbet-1” başlıklı yazımda bu esaslara değinmiştim.

Ayrıca milliyetçilik fikrinin Fransız Devrimi ile doğduğu şeklindeki düşünceyi yanlış bulmuş, Devrimin sadece Avrupa’da unutulanın hatırlanmasını/açığa çıkmasını sağladığını, milliyet duygusunun çok daha eskiye dayandığını söyleyerek eleştirmiştim.

Bu yazımda da milliyetçilik fikrinin geçmişine bakmaya devam ederken “milliyetçilik fikri Fransız Devrimiyle doğup/yaygınlaştırmıştır” şeklindeki yanlış kanıya eleştirilerimi kanıtlar da göstererek sürdüreceğim.

Soyların beka/refah/özgürlük güdülerinden doğan birlik şuuru ve birinci yazımızda değindiğimiz “dil-kültür gibi” diğer etkenlerin de etkisiyle doğup gelişen Millet/Milliyetçilik/Milliyet duygusu gibi fikirler Fransız Devriminden yüzlerce hatta binlerce yıl önce doğup gelişmiş ve günümüze kadar gelmiş kavramlardır.

Bu hükmümüzden hareketle tarihin en eski devirlerinde itibaren “milliyet duygusuna” ulaşmış “Devlet kurup, millet olmuş” bazı topluluklara kısaca bakalım;

Çinliler, Türkler, Araplar ve İbraniler gibi kavimlerin tarihi dikkatle ve doğru kaynaklardan incelenirse görülür ki bu insan toplulukları binlerce yıl önce “milli bilince ermiş/milliyet duygusuna ulaşmış ve millet” olmuşlardır.

İbraniler “Museviliği” gelenekleri/Töreleri ile kaynaştırıp Yahudilik adıyla hem kendilerine özel bir din hem de “Üstün Irk” anlayışına sahip “Yahudi milletini” inşa etmişlerdir.

İ.Ö 1000 yıllarından itibaren geliştirdikleri milli dinleri sayesinde İbraniler farklı kültürler içinde azınlık ve bağlı topluluklar(teb’a) halinde yüzlerce yıl yaşadıkları halde kimliklerini ve kültürlerini korumayı başarmışlardır.

Milli şuurun/Milliyetçilik duygusunun kazanılmasından sonra inşa edilen milletin ruhundan sökülüp atılması hemen hemen imkânsızdır.

Çin’de yaşayan insanlar imparatorlarının ”devlet”, ortak kültürlerinin/ortak dillerinin etrafında birlik olarak “Çin Milletini” inşa edip komşularına karşı varlıklarını korumayı başarmışlardır.

Keza Sami dil gurubundan Arap kabileleri de İslam Dini etrafında birleşerek, 7.yüzyılda “İslam Devletini” kurmuşlar ve bu devlet içinde varlıklarını sürdürmek güdüsüyle Arap Milletinin oluşumuna ortam hazırlamış, 8.yüzyılın hemen başında Arapçayı resmi dil kabul edip Arapça konuşmayı zorunlu kılmışlardır.

Arapça konuşmayanları İslam dini yasakladığı halde Müslümanları bile köle sayan Arap Milliyetçiliğine dayalı bir devlet politikası izleyerek “Arap Milletini” inşa etmişlerdir.

“Devlet olmadan millet inşa edilemez. Ancak zaman içinde millet devletini kaybetmiş olabilir.”

İngiltere’de Manga Carta ile başlayan milletleşme süreci, Coğrafi Keşifler sonrası sömürgecilik rekabeti ile tamamlanma noktasına gelmiştir.

Avrupa anakarasının İspanya/Portekiz/Fransız gibi devlet/toplumlarının birbirleriyle ve İngiltere ile olan sömürgecilik rekabeti “milli bilinci” besleyip büyütmüş ve milliyet duygusunu/Milliyetçilik fikrini geliştirerek Avrupa halklarını “millet” haline getirmiştir.

İngiliz demokrasisini yaşamış sömürgelerdeki göçmenler, Fransız devrimcileri “Demokrasi/Eşitlik/milliyetçilik” gibi fikirleri Amerika Kıtasına taşımışlar ve sömürgelerde ilk bağımsızlık savaşını başlatmışlardır.

Kuzey Amerika’da sömürgecilerin kurduğu kolonilerde 18.yüzyılda “ Amerika, Amerikalılarındır!” sloganı kolonilerde “milliyet duygusunun” güçlü bir şekilde var olduğunu gösterir.

ABD’nin 1776 kuruluş/bağımsızlık bildirgesi aynı zamanda “Amerikan Milleti’nin” de inşa belgesidir.

İngiltere’ye karşı yürüttükleri bağımsızlık savaşında “bu güçlü milli duygu” onlara zafer getirmiştir.

Milletleşme süreci, Milliyet duygusu ve milliyetçilik fikri Avrupa’da ancak 18 yüzyılın sonlarında -19 yüzyılda görülür ve Fransız Devriminin sonunda da Avrupa’da milletler ve milli devletlerin inşası olgusu yaşanır.

Çinlilerin/Tibetlilerin/Moğolların komşuları olan Turanî Soyundan gelenler/Ural-Altay Kavimleri yani Türkler de İ.Ö 1. binlerde ortak bir dil ve kültür etrafında birleşmiş “devlet” kurmuş “milliyet duygusun ulaşıp millet” olmuşlardır.

(Ben bunun çok daha eski tarihlere dayandığını düşünüyorum)

Aynı soydan gelenlerin, aynı dili konuşanların, ortak kültüre sahip boyların birliği sağlanarak İl tutup yani “Devlet” olup “Ey Türk Budunu/Begleri işitin!” diyebilmişlerdir.

Böylece binlerce yıl önce “milli şuuru” oluşturup “Türk Milletini” inşa etmişler ve  “Türk Milleti/Budunu” adını taşa vurarak varlıklarını ebedileştirmişlerdir.

Daha İ.Ö birinci binlerde millet olma bilincine ulaşan Türkler anayurtlarından batıya göçleri sırasında ve sonrasında “Türk Milletinin” yerine “İslam Ümmetini” anlayışını koymuşlar ve milli hayatlarının her sahasında büyük bir değişime/dönüşüme uğramışlardır.

Milletler ve cemaatleri egemenlikleri altına alıp görkemli imparatorluklar kurmuşlardır ancak farklı dil/din/mezhep/kültürleri bir arada tutabilmek, adaletle yönetmek için “milli varlıklarından” uzaklaşmış/fedakârlık etmişlerdir.

Alparslan/Afşın/Çağrı adlarının yerini “Alâeddin-Selahaddin-Gıyaseddin” almış, Türkçe yerine Arapça-Farsça yazılır/konuşulur olmuştur.

Uzun süreli kültürel etkileşim/karışım milli şuuru büyük ölçüde köreltmiştir.

Selçukluyu çökerten Haçlı/Moğol saldırıları sırasında, Anayurttan batıya doğru son kez büyük bir Türk göçü yaşanmış ve Farslaşma sürecine giren Anadolu Türklüğünü bu göç dalgası yok olmaktan kurtarmıştır.

Bağımsız(!) Devlet olan Anadolu Türkmen Beyleri/Beylikleri Anayurttan taşınan öz kültürlerini/dillerini canlandırmış, Arap-Fars etkisinden uzaklaşarak kendi benliklerine dönmüş/kavuşmuş ve “Türklük bilinci “ yeniden uyanmıştır.

“Ne yazık ki felaketleri/düşmanlıkları çabuk unutan “Tarihten ders alamayan zayıf hafızalı “ bir milletiz.

Tabi ki ders almadığımız için de tarih bizim için tekrar tekrar seyredilen bir sahne olmuştur/olmaktadır.”

Geçmişten ders alamayan Osmanlı Devleti de 2.Mehmet döneminden başlayarak adım adım kurucu unsuru olan Türklerden kopmuş “Milli Şuurdan/Türklük şuurundan” uzaklaşmıştır.

Özellikle 17-18.yüzyıllarda “Devlet-i Âlîye-i Osmâniyye” de Türklük neredeyse suç haline gelmiş/getirilmiştir.

Devlet-i Âlîye “Osmanlı Hanedanın mülkünde ümmetin- dini cemaatlerin-Tebaanın” devleti olmayı “milli devlet” olmaya tercih etmiştir.

Ancak bu devlet anlayışı sürdürülebilir bir anlayış değildi ve öyle olduğu da hazin bir şekilde anlaşıldı.

19.yüzyılda Avrupa karasına/imparatorluklarına Fransız İhtilal bildirgesinde ifade edilen hürriyet/demokrasi/milliyetçilik gibi fikirlerin büyük bir hızla yayılma göstermiştir.

Bu gelişme sonucunda 19.yüzyıl ve sonrasında Avrupa’da ve dünyada imparatorluklar yerlerini milli devletlere bırakırken, “Devlet-i ÂlÎye” ya da Osmanlı İmparatorluğu da bu gelişmelerden fazlaca etkilendi.

Emperyalistlerin de gayretiyle kısa sürede kendisini meydana milletlere parçalanma sürecine sokuldu/girdi.

Bu süreçte “Devleti Âlîye-i Osmânî’yi” yıkılmaktan kurtarmak için çeşitli fikirler ileri sürülmüş, ıslahat/reform adıyla değişik fakat “nafile” uygulamalar yapılmıştır.

Bütün çabalara rağmen İmparatorluk halkları bir arada tutulamamış, kendisini meydan getiren etnik topluluklara bölünmüş, çözüm sanılarak uygulanan tedbirler parçalanmayı önlemek şöyle dursun daha da hız kazandırmıştır.

Ayrılıkçı ETNİK kitleleri memnun etme telaşı/yöntemi, bugün olduğu gibi asıl kurucu unsurun yani Türklerin ihmal edilmesine/baskılanmasına hatta Türklüklerini ifade etmelerini suç sayan uygulamalara gidilmiş “milli bilincin” köreltilmesine yol açılmıştır.

Devlet kurucu unsuru olan “Türklere” yabancılaşıp/öteleyince Türkler de devletten iyice uzaklaşmış böylece yıkım kaçınılmaz hale gelmiştir.

Türkçü fikirlere sahip İttihat ve Terakki Hükümetleri ve uyguladıkları politikalar da problemi çözememiş, dağılmayı önleyememiştir.

İttihat ve Terakki yönetiminin hatalı politikaları ve Dünya Savaşına yanlış tarafta girilişi sonucu Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış ve Türk Milleti esir olmak tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.

İşte 19. yüzyılın bu çözümsüzlük/kaos ortamında bazı Osmanlı aydınları isabetle kurtuluşu “Türkçülük”  fikrinde görmüş ve bu doğrultuda hummalı çalışmalara başlamışlardır.

Türkçü aydınların yayın yoluyla çalışmaları kısa sürede toplumda, özellikle “askeriye/tıbbiye/mülkiye” mensupları arasında iltifat/karşılık bulmuş ve “ümmet” anlayışının küllediği “milli şuur” yeniden alevlenmiş, unutulan “Türklük” hatırlanmıştır.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi Fransız devrimi ile Avrupa halkları ”Millet/milli bilinç/milliyetçilik” gibi kavramlarla yeni tanışırken Türkler, Fransız devrimiyle yüzyıllar önce kazandıkları ancak sonradan unuttukları küllenmiş bir bilinci canlandırmışlar/hatırlamışlardır.

Türlük bilinci/Türk Milliyetçiliği fikri tekrar canlanmış ama netice olarak Osmanlı Devletini yıkılmaktan kurtaramamıştır.

Türkçülük politikası da Devlet-i Âlîye’yi kurtarmak için düşünülen/uygulanan diğer tedbirler gibi sonuç vermemiş ve Dünya Savaşından yenik çıkan Devlet-i Âlîye Sevr belgesiyle paylaşılarak yok edilmek istenmiştir.

İşte tam bu noktada tahdidi/tehlikeyi gören Türk Milliyetçileri Mustafa Kemal önderliğinde milli bir kurtuluş savaşı başlatmışlardır.

Emperyalistlere karşı esir milletlere/sömürge halklarına örnek olan başarılı bir “Milli Bağımsızlık ve Milli Egemenlik” savaşı vermişlerdir.

Paylaşılan imparatorluk topraklarından paylarını alarak “Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde milli bir devlet” kurma başarısını göstermişlerdir.

Sonuç:

”Türk Milleti ve Türk Milli Devleti”

Gerçekten koşullar düşünüldüğünde bu sonuç emperyalistlere karşı kazanılmış mükemmel/muhteşem bir zaferdir.

Ne var ki emperyalistler/sömürgeciler bu sonucu hiçbir zaman kabullenememişlerdir.

1920’li yıllarda yapamadıklarını yapmak için çalışmalarını sürdüren emperyalist güçler, Yeni Türk Devletini Sevr planlarına göre düzenlemek için harekete geçmişlerdir.

Atatürk’ün ölümünden sonra gayelerine ulaşmalarının önünde yegâne engel gördükleri “Türk Milliyetçilerine” ve kurdukları “Türk Devletine” daha planlı ve kuvvetli bir saldırı içine girmişlerdir.

Türk Milli Devletine yönelen saldırılara Cumhuriyet döneminde ilk kez sivil bir direniş 1944’lerde Atsız ve arkadaşları öncülüğünde gerçekleşmiştir.

Türkçüler, milli varlıklarına yönelen küresel/emperyalist saldırılara şiddetle karşı koymuşlar ve bu davranışlarını bugüne kadar da başarıyla sürdürmüşlerdir.

1965 sonrası Alparslan Türkeş liderliğinde birleşen Türk Milliyetçileri 9 Işık Milli Doktrini ile siyasi bir aksiyom olarak Ülkücülerin öncülüğünde MHP ile iktidara talip olmuşlardır.

Peki, 9 Işık Milli Doktrininde “Milliyetçilik”  nasıl açıklanmıştır?

Bu soruya  “9 Işık Milli Doktrininde Milliyetçilik-3” adıyla sohbetimin üçüncü yazısında “Başbuğ’un” kelamı ile/kaleminden cevap vermeye çalışacağım.

Güzel günler için kalın sağlıkla.

Ne Mutlu Türk’üm Diyene!


 

 

 

Leave a comment